Ben Nasıl Bir Kardeşim?

Kimse “ben nasıl bir kardeşim?” sorusu ile yüzleşmeden başkasını sorgulayamaz. Peki kardeşlik nedir? Kardeşliğin hakkı neyi gerektirir? İslam kardeşliğinin ölçüsü nedir? İslam kardeşliği nasıl olmalı? Mehmet Lütfi Arslan yazdı.

Cahiliye soy birliği ve kan bağını her şeyden önde tutan bir düzendi. Sözün en güzelini söylemeyi marifet sayan, ticaretin en kolayını ve kârlısını yapan, siyasetin en mahirine muvaffak olan cühelâ neyin cahiliydi acaba? Bu insanlar ırkçıydılar. Kabile bağlılığını her şeyden üste görürlerdi. Onlara göre lanetlenmek kabileden dışlanmaktı. Akrabalarına ya da kabile mensuplarına yapılan bir kötülük ya da haksızlık karşısında her şeyden geçebilecek kadar öfkelenir, bu uğurda yıllarca kan dökmekten çekinmezlerdi. Kur’an buna cahiliye hamiyeti adını verir. Din ile beraber teklif edilen kardeşlik cahiliye hamiyetini ortadan kaldırmayı hedeflemişti.

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem dinin getirdiği kardeşliği o kadar çok vurguladı ki Kur’an’da ikinin ikincisi diye tavsif edilen, malından ve beraberliğinden en çok istifade ettiğini ifade ettiği mağara arkadaşı Hz. Ebubekir radıyallahu anh’ın dostluğunu bile bu kardeşlikten daha kıymetli görmedi. “Sohbet (yâni arkadaşlık) husûsunda da mâlını bezletme husûsunda da insanların bana en fazla ihsanda bulunanı Ebûbekir’dir. Ümmetimden birini kendime halîl (dost) edineydim Ebûbekir’i edinirdim. Lâkin İslâm yüzünden (hâsıl) olan kardeşlik ve sevgi, (şahsî dostluktan efdaldir.) Mescid’de Ebûbekir’in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın!” (Buhârî, Salât, 80)

İSLAM KARDEŞLİĞİ

İslam kardeşliği, insanların birbirleri ile münasebetin en ideal şeklinin adıdır. Kardeşliği; ırk, renk, dil ya da seçemediği herhangi bir aidiyet ile tarif etmez. Kardeşlik, tercih ettiğimiz ve bu tercihimizdeki emek ve gayretimiz ile yüceldiğimiz bir irade beyanıdır. Takva dışında kimse kimseden üstün değildir. Allah’a kulluk yarışı haricinde birbirine başka bir özellik ile üstünlük taslamak bir şeytan hastalığıdır. Şeytan kendi yaratılış özü olan ateşin topraktan üstün olduğunu iddia etmişti. Mesele bu iddianın doğru ya da yanlış olması değildi; mesele, şeytanın kıyas ölçüsünü kendisinin belirlemesiydi.

“EY İNSANLAR, RABBİNİZ DE BABANIZ DA BİRDİR”

Kıyas ölçüsü Veda Haccı’nda veciz bir şekilde ifade edilmiştir: “Ey insanlar, Rabbiniz de babanız da birdir.” İnsanlar ya yaratılışta eşimiz, ya da dinde kardeşimizdir. Allah bizi inananlarla kardeş yapmıştır. İnanç kardeşliği bütün aidiyet ve yakınlıklardan üstündür. Kardeşliğin ölçüsünü belirleyen Cenab-ı Hak’tır. Hak ölçüsünü tanımayan şeytanın akıbetine uğrar. Şeytan, lanetlenmiştir. Lanet, rahmetten uzak olmaktır. Kardeşliğin gereğini yerine getirmeyen lanete müstahak olacak bir yola girmiş demektir. Lanet, ahiret gününde bir ceza, dünyada ise rahmet ve yardımın kesilmesidir. İki dünyada hüsranı yaşamak olan bu halden Allah’a sığınmak gerekir.

“BEN NASIL BİR KARDEŞİM?”

Kardeşlik bir hak değil, bir vazifedir. Kimse “ben nasıl bir kardeşim?” sorusu ile yüzleşmeden başkasını sorgulayamaz. Kardeşlerimiz, simalarında ve siretlerinde kendilerimizi seyrettiğimiz aynalardır. Ayna yalan söylemez. Güzel gören, kendi güzelliğini görmüş, çirkinlikten bahseden kendi çirkinliğini dile getirmiştir. Kardeşliğin gerektirdiği bir ehliyet vardır. O ehliyet, kardeşine zulmetmemek, onu yalnızlığa ve düşmana terk etmemek, kardeşinin ihtiyacını gidermek, ayıp ve kusurunu örtmeye çalışmaktır. Kardeşlik, kendisi için istediğini kardeşi için de istemektir. Öyle ki Peygamberimiz Efendimiz bu şartı hakiki imanın bir şartı olarak zikretmiştir. (Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71-72)

Kardeşliğin hakkı, hakkını değil vazifesini aramaktır. Kardeşlikte önce vazife sorulur, çünkü kardeşliğin hukuku şahsi hukuktan üstündür. Dostluk ve arkadaşlık şahsi hukuka dayanır, kardeşliğin hukuku ise amme hukukudur ve ayetle teyit edilmiştir. Kardeşlik, dostluk ve arkadaşlıktan önce gelir. Sadece dostlarım, sadece arkadaşlarım diyenin sadrı daralmıştır. Sadrın genişliği İslam kardeşliği bağı ile oluşan emniyet havzasındadır. O havzada bütün ilişkileri sağaltan ve saflaştıran bir sekinet iklimi vardır. Bu sekinetten istifade edemeyenin kardeşlik talebi batıldır. Bu babta önce ben diyen mağluptur. Önce kardeşim diyen, kardeşi ile beraber mahfuzdur. İslam kardeşliğinin kavi bağı dostluk ve arkadaşlığın da hakiki tadını veren iksirdir.

Kardeşlik üzerimizdeki en büyük nimettir. Nimetin şükrü, nimeti fark etmekle başlar. Hepimiz bir ateşin kenarındaydık. Kalplerimiz parça parçaydı. Allah bizi kardeş kılarak onları telif etti. Kardeşliğin kıymetini bilenin nimetten istifadesi artar. Nimetten istifade, dünyada iken cenneti yaşamaktır. Kıymet bilmeyenin akıbeti kalplerin tekrar parçalanması ve firak denen ateştir. O ateşe düşen lanet vadisine de adım atmış olur. Lanet vadisi, kardeşlik dışındaki aidiyet ve bağları, kardeşlikten üstün tutan zalimlerin cehenneme kadar uzanan ateş çukurudur. Zulüm, kardeşliği en üstün bağ sayan Allah’ı tanımamak, kardeşliğe hakkını vermemek, onu olması gerektiği yerden başka bir yere koymak ve böylece haksızlık ve adaletsizlik yapmaktır.

Çağdaş cahiliyeyi yaşadığımız şu dönemde yine bir asabiyet zulmü ile karşı karşıyayız. Siyonist zalimlerin hiçbir kural ve vicdan tanımayan ırki bağlılığı Filistin’de mazlumların ahını arşa çıkaran bir zulüm ve vahşete sebep oluyor. İzlediğimiz vahşet karşısında nutkumuz tutuluyor. Bir nebze sesi çıkanların sesi olmadık yöntemlerle bastırılıyor, haklı haksız, mazlum zalim gibi gösteriliyor. Bu bir cinnettir. İnsanlık en ağır imtihanından geçiyor. Hepimize göz göre göre bebek katillerini mazlum, hastane bombalayanları mağdur gösteren bu toplu akıl tutulmasını lanetliyoruz: Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.

Çağdaş cahiliyenin zalimleri gücün hakkı ile hareket ediyorlar. Bu şeytanın lanetlenmesine yol açan melun bir tavırdır. Lanet, bütün âlemi içine alan rahmetten uzak olmak demektir. Siyonistler, lanet vadisine düşmüş zalimlerdir. Yaptıklarının ve işlediklerinin sıradanlaşması ve normalleşmesini isteyerek insanlığımızla alay etmekte, hepimizi düştükleri lanet çukurunun dibine çağırmaktadırlar. Zulmü sıradanlaştıran zalimlere anladıkları dilden mukabele etmek bir insanlık vecibesidir. Artık bıçak kemiğe dayanmış, nasihat ve tekdirle oyalanacak vakit kalmamıştır. İşlenen insanlık suçlarına sessiz kalmaya devam ettiğimiz takdirde kendi insanlık hesabımızı verememekten korkmalıyız.

BİR AYET BİNBİR DERS

“Biz kitapta İsrail oğullarına şu hükmü de bildirdik: ‘Siz ülkede iki defa fesat çıkaracak ve açık zorbalıklar yapacaksınız. Onlardan birincisinin vadesi geldiğinde, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ederiz. Onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırırlar. Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdür.” (İsra, 4-5)

Tefsirlerde İsrail oğullarının çıkarttığı iki fesadın da peygamberlerini öldürmeleri neticesi çıktığı anlatılır. İlk fesadın cezası olarak M. Ö. 598’de Babil kralı Buhtunnasr’ın istilasından bahsedilir. Kudüs’ü ve Beyt-i Makdis’i yerle bir eden Buhtunnasr peygamber katili kavmi Filistin’den sürüp çeşitli ülkelere dağıtmıştı. İkinci fesadın, M.Ö. 529’da Pers kralı Hüsrev’in İsrâiloğulları’na Kudüs’e dönme ve mabetlerini tekrar inşa etme izninden sonra gerçekleştiği ifade edilir. Buna göre M. S. 70’de Romalı Titus Kudüs’ü alıp Beyt-i Makdis’i yıkmış ve Yahudileri katletmiştir.

Ayetin devamında birinci fesadın ardından Allah’ın onları galip getireceği söylenmektedir. Buna göre İsrail oğulları tekrar güç kazanacak, Allah onlara mallar ve çocuklarla yardım edecektir. Akabinde olacak ise şudur: “Derken, sonraki taşkınlığınızın vakti geldiğinde, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler diye başınıza düşmanlarınızı musallat edeceğiz.” (İsra, 6-7) İkinci fesadın gerçekleşmediğini ve bugünkü zulmün bardağı taşırmakta olduğunu düşünen müfessirler de vardır.

Tarih insanlar arasında dönüp durmaktadır. İnsanlar nefislerindekini değiştirmedikçe Allah da onlar hakkındaki hükmünü değiştirmeyecektir. Modern çağın vebası diye adlandırabileceğimiz Siyonizm İsrail oğullarının büyük kısmının nefislerindekini değiştirmediğinin açık bir delilidir. Kendilerine has ilahlarının seçilmiş ırkı olduğunu düşünen ve bu yüzden kendileri dışındakileri insandan bile saymayan güruhun yeryüzünde çıkarttığı fesat vicdanları kanatmaktadır. Bu acaba ayette ifade edilen taşkınlığın vaktinin geleceğine mi işarettir?

Rabbimiz taşkınlık yaparak yeryüzünü fesada veren azgın güruhu yola getirecek kuvvetli ve şiddetli kullarından bahsediyor. Hesabı şüphesiz Allah görecek. Ama bunu kulları vasıtası ile yapacak. O kullardan olmanın şartı nefislerdekini değiştirmeyi başarabilmektir. Bugün böyle bir keyfiyetin kapısı aralanacaksa bu ne güç ne kuvvet ne de dengelere bağlı olmayacak. Bu, nefsini değiştirmekle olacak. Nefsini değiştirmek; ahireti öncelemek, ölümden korkmamak ve dünyaya hak ettiği kıymeti vermektir. Nefsini değiştirmek, Allah’ın yeryüzündeki şahitleri haline gelmektir.

“Müslümanlar, Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar onları kırıp mahvedecekler. Öyle ki, Yahudilerden bir kimse bir ağaç veya bir taşın arkasına saklanacak olsa, o ağaç ve taş dile gelerek 'Ey Müslüman, ey Allah'ın kulu, arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür.' diyecek. Sadece Garkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır.” (Müslim, Fiten, 82). Allah imhal eder (mühlet verir) ama ihmal etmez denmiştir. Vicdanlar kanamaya devam ettikçe ufukta gözükenin ışığı da büyüyecek. İşte o zaman geldiğinde ümit ve gayret edelim ki Müslümanlar, dağın, taşın ve bitkinin tanıdığı bir keyfiyete ersinler.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 453

İslam ve İhsan

KARDEŞLİK İLE İLGİLİ 40 HADİS

Kardeşlik ile İlgili 40 Hadis

İMAN KARDEŞLİĞİ VE NESEBİ KARDEŞLİK ARASINDAKİ FARK NEDİR?

İman Kardeşliği ve Nesebi Kardeşlik Arasındaki Fark Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.