Bekir Hâki Efendi Kimdir?

Son devir din âlimlerinden olan Bekir Hâki Yener Efendi, Azerbaycan asıllı olup eğitim hayatı Türkiye’de geçmiş bir Hukuk adamıdır. Karabağ’da doğdu ve ailesiyle birlikte Van’a oradan Tokat’a gittikten sonra İstanbul’a gelerek Hukuk alanında ilim tahsil etti. İstanbul Müftülüğünde de görevler alan Bekir Hâki Efendi, 4 Mart 1975’te doksan üç yaşında vefat etti ve Edirnekapı Kabristanı’na defnedildi. 

Bekir Hâki Yener Efendi (1882-1975), Dağıstan’ın Karabağ eyaletinde doğdu. Babası Safîoğulları’ndan Molla Ahmed, annesi Medine Hanım’dır. İlk tahsilini önce babasından, sonra Karabağ’da Seyyid Abdülaziz Çelebi’den gördü. Burada Arapça ve Farsça gramer bilgilerinin yanı sıra din ilimlerinin tahsilinde temel sayılan metinleri okudu. 1900 yılında ailesiyle birlikte hicret ederek önce Van’a, sonra Tokat’a gitti; ailesi Zile ilçesine bağlı Tevfikiye köyünde iskân edildi.

Bekir Hâki o tarihte Tokat müftüsü olan Hacı Osman Efendi’nin derslerine devam ederek icâzet aldı. Bundan sonra İstanbul’a gitmek istediyse de o sıralarda talebe-i ulûmun İstanbul’a gitmesine izin verilmediğinden bu arzusunu ancak 1912’de gerçekleştirebildi. Tokat’ta çok iyi yetişmiş olan Bekir Hâki Efendi, gerek disiplinli çalışması gerekse zekâsı sayesinde, talebelik hayatının bundan sonraki bölümünde girdiği her seviyedeki imtihanı üstün derecelerle kazanmıştır.

İSTANBUL’DA HUKUK TAHSİLİ

İstanbul’un Süleymaniye semtindeki Yoğurtçuoğlu Medresesi’ne yerleşerek Fatih dersiâmlarından Muharrem Lutfi Efendi’nin derslerine devam etti ve Haziran 1912’de ondan icâzet aldı. Aynı yıl İstanbul’da ilk defa açılan Medresetü’l-vâizîn imtihanını kazandı. 28 Haziran 1913’te Meclis-i Kebîr-i Maârif’te açılan imtihanı birincilikle kazandığı için Maârif Nezâreti tarafından Üsküp Dârülmuallimîni Edebiyyât-ı Fârisiyye hocalığına tayin edildiyse de bazı sebeplerden ötürü bu göreve gidemedi. 1914 yılında açılan “ruûs imtihanı”nı üstün başarı ile kazanarak müderris unvanını aldı ve 27 Eylül 1914 tarihinden itibaren Beyazıt Dârülhilâfet-i Aliyye Medresesi ikinci sınıf birinci şube sarf ve lugat müderrisliğine tayin edildi. Bir yandan da Mekteb-i Kuzât’a yazılarak 26 Haziran 1915’te buradan mezun oldu, böylece nâib (kadı) olma hakkını kazandı.

14 Mayıs 1917’de Muhallefât-ı Umûmiyye Kassamlığı dördüncü sınıf kâtipliğine, 18 Ağustos 1918’de Dârülhikmet-i İslâmiyye ikinci sınıf kâtipliğine, 22 Eylül 1920’den itibaren de İstanbul Kadılığı ikinci sınıf kâtipliğine tayin edildi. 15 Kasım 1920’de ise önceki memuriyeti olan Dârülhikmet-i İslâmiyye ikinci sınıf kâtipliğine tekrar getirildi. 12 Ağustos 1922’de Mahmud Paşa Mahkeme-i Şer‘iyye ikinci sınıf kâtipliğine tayin edildi. 28 Kasım 1923’te İbtidâ-i Dâhil Medresesi ferâiz ve intikal müderrisi, 26 Ocak 1924’te ise Sahn Medresesi belâgat-ı Arabiyye müderrisi oldu. 4 Kasım 1924 tarihinde tevhîd-i tedrîsat kanunu ile medreseler lağvedilince görevine son verilen ve çok yetersiz olan dersiâm maaşıyla geçinmek zorunda kalan Bekir Hâki Efendi İstanbul Barosu’na bağlı olarak dokuz yıl avukatlık yaptı.

DİYANET İŞLERİ GÖREVİ

Soyadı kanunundan sonra Yener soyadını alan Bekir Hâki Efendi, 15 Haziran 1939’dan 1949’a kadar İstanbul Müftülüğü müsevvidliği yaptı. Bu tarihte kendi isteğiyle emekli oldu; daha sonra üç yıl kadar Süleymaniye Kütüphanesi’nde tasnif işinde çalıştı ve 1953’te buradan da ayrıldı. Aralık 1954’te tekrar memuriyete dönerek altı yıl süreyle Eminönü müftülüğü yaptı. 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen Diyanet İşleri başkanlığına getirilince Bekir Hâki Efendi 15 Haziran 1960’ta vekâleten, on beş gün sonra da asâleten onun yerine tayin edildi. Fakat dönemin İstanbul valisi ile ezanın Türkçe okunması konusunda ağır bir tartışma yapması üzerine 2 Mayıs 1961’de görevinden alınarak İstanbul Müftülüğü raportörlüğüne getirildi. Bunun yanı sıra Ağustos 1961’den itibaren İstanbul merkez vâizliğine başladı. Bu dönemde Şehzadebaşı ve Fâtih camilerinde verdiği vaazlara kalabalık ve seçkin bir cemaat devam etmiştir.

Raportörlük görevinden Nisan 1964’te ayrılan Bekir Hâki Efendi Aralık 1965’te yeniden İstanbul müftülüğüne vekâleten tayin edildi ve 11 Kasım 1966’ya kadar bu görevde kaldı. Bundan sonra Ocak 1972’ye kadar İstanbul merkez vâizliğine devam etti. İlerlemiş yaşının da etkisiyle bu tarihte resmî görevlerden ayrıldı. 4 Mart 1975’te doksan üç yaşında vefat etti ve Edirnekapı Kabristanı’na defnedildi.

45 yıllık memuriyet hayatında Mahkeme kâtipliği, dersiamlık, Süleymaniye Kütüphanesinde Musannif, İstanbul Müftü Müsevvidliği, İstanbul Merkez vaizliği, Eminönü Müftülüğü,  İstanbul Müftülüğü, İstanbul Müftülüğü Raporatörlüğü, Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliği ve Yüksek İslam Enstitüsünde hocalık gibi pek çok görevde bulunmuştur.

ŞAHSİYETİ

Üstün bir zekâ ve güçlü bir hâfızaya sahip olan Bekir Hâki Efendi medrese sisteminin gereği olarak İslâmî ilimlerin her dalıyla ilgilenmişse de özellikle hadis ve Arap edebiyatı alanlarında otorite sayılmış, Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Kendisi rindmeşrep ve mahviyetkârdı. Bundan dolayı son derece mütevazi bir hayat yaşadı. Son devir Osmanlı Âlimlerinin çoğu gibi ne yazık ki o da eser vermemiştir.

Herkesi kendine hayran bırakacak kuvvetli bir hafızası olan Bekir Haki Efendi, talebelik yıllarında girdiği her türlü imtihanı yüksek derecelerle kazanmıştır. Ayrıca okuduğu her şeyi aklında tutabilecek bir hafızaya sahiptir. O’nun bu yönüne hayran kalanlar bunun sırrını sorduklarında, “Ezberlemek için değil, okuduğumu haz duyarak okuyorum, o da hâfızama nakşediliyor…” cevabını vermiştir. Ayrıca Bekir Hâki Efendi, hadis ve siyer ilimlerinde otorite sayılmıştır. Kendisine, Kütüb-i Sitte ve Müsned kitaplarında mevcut herhangi bir hadîs-i şerîfin başından bir iki kelime okunduğu vakit, hadisi sonuna kadar ezbere okur, rivayetler arasındaki farkları anlatır ve o mevzuda geniş bilgi verirdi. Oldukça mütevazı bir hayat yaşamış ve herhangi bir eser kaleme almamıştır.

Kaynak: Mahmut Kaya, Diyanet İslam Ansiklopedisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.