Bebeğin İlk Gıdası

Bebek ilk doğduğunda neden ağlar? Anne sütü nasıl oluşur ve özellikleri nelerdir? Bebek ilk doğduğunda ne kadar emer? İnsanın varoluş serüveni ve bebeğin ilk gıdası...

Sanat harikası insanın nice hayret verici aşamadan geçerek “var oluşunu” ve ardından sarp yolları aşarak “dünyaya gelişini” tefekkürle seyretmeye çalıştık, birkaç senedir devam eden yazı dizimizle… Var oluşunun ilk ânından itibaren annesi ile câlib-i dikkat bir râbıtası vardır bebeğin... Göbeğinden anneye bağımlı olan bebek, ona mânevî olarak da bağımlıdır ve daha doğmadan anneler bebeklerini sevgileriyle sarmalamışlardır.

Anne rahminde devam eden hayatı boyunca bebek, göbek kordonundan emzirilmektedir ve doğumla beraber buradan kurulmuş olan temel beslenme sistemi, yerini ustalıkla bambaşka bir işleyişe bırakmaktadır. Saatler süren doğum faaliyeti pek çok meşakkati muhtevî zorlu bir süreçtir ve yüce Rabbimiz’in “ona yolu kolaylaştırması olmasaydı”[1] bebeklerin kemik çatıdan kurulmuş olan daracık yolları aşarak gün yüzünü görebilmeleri muhal olurdu.

Şimdiye kadar ona sahip çıkan kudret, bu defa da onu başıboş bırakmamıştır. Şefkatiyle dar geçitleri genişletip, kemikleri birbiri üzerinden kaydırarak, bebeği haftalardır gelmek için hazırlandığı dünyaya adım attırmıştır. Uzun bir yoldan gelmiş olan bebek ise, yorgun ve açtır.

Kâinâtın süsü ve gözbebeği olan insanın bir bebek olarak dünya dershanesine adım atarken yaptığı ilk iş, avazı çıktığı kadar bağırmak; yani ağlamaktır. Bu ağlamanın onun nefes alması ve hayatı olduğunu, içindeki şifreleri çözen âdeta bir parola mahiyeti taşıdığını ve bu çığlık ile artık bundan sonra yaşayacağı hayatı ile ilgili mühim kararlar aldığını, vücut sistemindeki işleyişin anne rahmindeki hüviyetinden çıktığının îlânı olduğunu önceki yazılarımızda özetlemeye çalışmıştık.

Bebeğin vücudunda birtakım mühim değişiklikler için düğmeye basan bu ağlama, anne vücudunda da uyarıcı bir tesire sahiptir. Aralarındaki râbıtadan ötürü anne yüreğinin bu ağlamaya kayıtsız kalması zaten düşünülemez, lâkin bebeğin dünyaya gelirken çığlık çığlığa ağlaması, anne bedeninde de bazı şifrelerin çözülmesine sebep olmaktadır.

Bebeğin ve eş’inin anne rahminden ayrılması ile annenin vücudunda aylardır yüksek seyreden bazı hormonların seviyeleri düşer. Bu düşüş, yeni bir işleyişin tetiğine basar. Haftalardır bebeğini dolaşım sistemi vasıtası ile besleyen anne, doğumdan sonraki beslenme için de bir yandan hazırlanmıştır. Göğüslerdeki süt kanalları gelişimini tamamlamış, uyarıcı hormonlar iş başı yapmak için beklemeye başlamıştır.

EMME REFLEKSİ NEDİR?

Hâmilelik boyunca damarlarda akan sıvı ile beslenen bebek, dünyaya geldiğinde, ne ağız ve damak gelişimi açısından, ne de sindirim sistemi açısından normal beslenmeye başlayabilecek durumdadır. Onu besleyecek gıda, anne rahminde aldığı gıdaya en yakın mahiyette ve sıvı olmalıdır. Aylardır rahim içinde parmaklarını emerek hazırlanmış olan bebek, kaşıkla yiyecek durumda değildir. Refleksleri ve dudak yapısı buna göre gelişmiş, sinir sistemi ağını buna göre örmüştür. Bebeğin ağız çevresine yakın bir yeri uyarıldığında hemen o tarafa döner ve dudakları ile emme hareketi yapmaya başlar. Buna “emme refleksi” denir.

Anne rahminde gelişen bu refleks, uzun süre devam eder ve bebeğin beslenmesinde en mühim adımı oluşturur. Ağız içinde diş bulunmaz, fakat tomurcuklarının yerleri kodlanmıştır. Bunların çıkışı lokmayı yiyip hazmedecek bir sindirim sistemine sahip oluncaya kadar ertelenir.

BEBEĞİN İLK GIDASI

Annenin şefkat dolu sînesi, bebeğini sevgiyle sararken, aynı bölgede yaratılan organları da âdeta birer beslenme fabrikası gibi iş görecektir. Hâmilelik boyunca buna hazırlanmış olan sistem, bebeğin anne vücudundan ayrılmasını müteakip kanda değişen hormon seviyeleri ve “bebeğin ilk çığlığı” ile devreye girecek ve “tavsiye edilen ideal süre”[2] tamamlanana kadar anneler emzirdikçe çalışmaya devam edecektir.

Bebeğin sesi, annenin kulağına ulaşıp beyinde bunun kodları çözümlendiğinde, kana bırakılan hormonlar, damar ağına girerek annenin göğüslerine gelir ve süt salgısını başlatır. Süt bezlerinin etrafı zengin damar ağı ile çevrilidir. Anne kanından en değerli maddeleri seçip alan hücreler, bu bezlerin içinde muhtevası ona yakın olan yepyeni bir sıvı hazırlar. Bu sıvı ağızdan alınacağı için içiminin kolay, tadının da güzel olması gerekmektedir. Üzerinde uzun ve zorlu bir yolculuğun yorgunluğu olan bebeği hem yatıştıracak, hem de hayatının ilk günlerinde her mânâda besleyecek mahiyette olmalıdır. Elbette böyle söylememizin sebepleri vardır:

Bebek, anne rahminde her bakımdan muhafazalı bir yerdedir. Ortamın ısısı, temizliği, mikroptan arındırılması gibi işlemler en mükemmel şekilde yürütülmekte, hızla büyüyüp gelişmesi gereken bebeğe, var edilen sistemlerine en uygun diyet, ustalıkla hazırlanıp gönderilmektedir. Hem de var oluş sahnesine çıktığı ilk andan beri, gününe ve haftasına uygun kaloride ve muhtevada; zira hücreler için mühim olan beslenme, organ ve sistemlerin sağlıklı gelişimi ve hayatın devamı için şarttır.

Sanki anne rahminde bir beslenme uzmanı vardır ve ilk andan itibaren zigot için günlük diyet programları hazırlamaktadır. Buna uygun gıdaların ham maddesinin yapımı için anne vücuduna talimatlar yağdırmakta, sonra bunları seçip süzerek gelişmekte olan yavruya aktarmaktadır. Nerede olduğunu bilmediğimiz bu uzman kişi ya da kişiler, bebeğin doğumundan sonrası için de hazırlık yaptırmakta, süt bezlerini var olması gereken en münasip yerde geliştirerek etrafını gıda kanalları ile sarmaktadır. Ancak bebek doğana kadar kullanılmayacak olan bu bezlerin ve kanalların olgunlaşması sağlandıktan sonra belli bir aşamada beklemeye alınmaları gerekmektedir. Tâ ki bebek ağlayarak dünyaya gelip annesine sarıldığı âna kadar…

Ancak bebeğin adım attığı dünya, anne rahminde yaşadığı ortama hiç benzememektedir. Gürültülü, soğuk ve mikroplarla dolu bu ortama ağlayarak “merhaba” diyen bebeğin işi burada hiç kolay görünmemektedir. O belki de aylardır yaşadığı sıcacık, tertemiz ve güvenli evinin hasretiyle ağlarken, annesi imdadına yetişerek sımsıkı bağrına basar yavrusunu… Şefkatli sîne, kendisini sıcacık sararken bir nebze teskin etse de, aç karnını doyuracak, damağına uygun bir lezzete ihtiyaç duymaktadır.

Bu gıda, bebeğin sindirim sisteminin yabancılık çekmemesi için, anne rahminde iken beslendiği gıdasına benzer özellikte hazırlanmış olmalıdır. Uygun sıcaklıkta, mikroptan arındırılmış, lezzetli ve kalorisi tam da ihtiyacına göre düzenlenmiş… Hem öyle olmalı ki, her ağladığında ânında hazır edilmeli, ağrısı olduğunda bunu gidermeli, endişeli olduğunda sâkinleştirmelidir. Uykusu geldiğinde kolaylıkla uykuya daldırmalı, hem de ne içmek için, ne de hazmetmek için fazla güç sarf ettirmelidir.

Büyüyen bebeğin ihtiyaçlarını tespit edip, ona göre üretilerek muhtevası gün içinde, hattâ gün gün değişmelidir. Dudak yapısına uygun bir yol ile gelmeli, tat tomurcuklarını tatmin etmeli, sindirim sisteminde kolaylıkla ilerleyip, vücuttan kolaylıkla atılabilmelidir. Yani mineral yapısı böbreklerine yük bindirmemelidir. En sıcak havalarda bile suya kandırmalıdır. Bağırsak muhtevası ile dost bir yapıya sahip olmalı, onların çalışma ritmi ile de uyumlu olmalıdır.

İlk defa ağızdan alacağı bu sıvı, alerji yapmamalı, bunun için tedbir alınmış olmalıdır. Etrafta cirit atan mikroorganizmaların zararlı olanlarına karşı ve bebeklik çağında sıklıkla görülebilen ishal, solunum sistemi hastalıkları ve menenjite karşı koruma sağlamalı; yani bebeğin ilk aşısı olmalıdır. Bebeğin sinir sisteminin gelişimi için elzem olan maddeleri, ayrıca büyüme ve gelişmesi için en önemli olan proteinleri, kalori ihtiyacına cevap verecek karbonhidratları, muhteva yönünden zengin olmalıdır.

Bütün bunlara, hattâ daha da fazlasına cevap verecek mahiyette hazırlanmakta olan bebeğin eşsiz gıdasıyla ilgili özellikleri bir sonraki yazımızda paylaşacağımızı söyleyerek bu ayki yazımızı bitirelim. Ama yaratılışımız üzerine tefekkürümüz, satırları aşsın ve hiç bitmesin inşâallâh…

Dipnotlar:

[1] Bkz: Abese, 20. [2] Bkz: el-Bakara, 233; el-Ahkâf, 15.

Kaynak: Dr. Betül Nefise İnal, Şebnem Dergisi, Sayı: 166

İslam ve İhsan

YENİDOĞAN BEBEK NEDEN AĞLAR?

Yenidoğan Bebek Neden Ağlar?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.