Anadolu Alimlerinin Özellikleri

Anadolu alimlerinin özellikleri nelerdir? Anadolu’da yetişen alimlerin güzel hasletleri.

Anadolu insanı vasfı, sadece halk ve avâmın husûsiyeti değildi. Bu rûhâniyet içinde yetişen ilim sahiplerinde şu güzel hasletler vardı:

ANADOLU ALİMLERİNİN GÜZEL HASLETLERİ

Hayata tatbik edilen ilmin heybet ve vakarı...

Hakikaten Osmanlı bakiyesi âlimlerin toplumda büyük bir nüfuz ve mehâbetleri olurdu. Bu hâl; onların ilmiyle âmil, fazlıyla kâmil şahsiyetler olmasından neş’et ederdi. Menfaatler karşısında başlarındaki sarıklar asla yamulmazdı. Dünya menfaati o sarıkları lekeleyemez ve kirletemezdi.

Kur’ân-ı Kerim’de ağır bir şekilde kınanan;

«Az bir menfaat» karşılığında, Allâh’ın âyetlerini ve ahidlerini satan sözde ilim adamları gibi asla olmadılar.

Takvâları sayesinde sözleri çok tesirli olur, halk üzerinde muhabbetle ve hürmetle karşılık bulan bir nüfuzları olurdu.

Ehl-i sünnet hassâsiyeti...

O ruhla yetişen âlimler; sözün maskarası olmaz, şâz, şüpheli ve karışık fetvâların peşinde koşmaz, İslâm’ın ana caddesinde yürür, sağlam görüşleri, yaşayarak tebliğ ederlerdi.

Takvâ ciddiyeti...

Anadolu’daki Sünnet-i Seniyye anlayışı; Peygamberimiz’den aktarılan sünnetleri, mendup ve müstehapları asla hafife almadan tatbik etmek ve kerâhetlerin de her türlüsünden uzak durmak mâhiyetinde idi. Bilhassa âlim zâtlar, bu hususta hiç taviz vermezlerdi.

Sahâbe-i kiram hazretleri de, Peygamber Efendimiz’den gördükleri sâlih amelleri tatbik edeceklerinde;

“–Bu farz mı, vâcib mi, yapmak mecburî mi?” diye sormaz, Efendimiz’e ittibâ etmenin şevkiyle bir ömür, o tatbikatı devam ettirirlerdi.

Günümüzde birtakım çevreler tarafından bid‘at diye gösterilmeye çalışılan; kandil geceleri, mevlidler, musafaha vb. birçok faydalı ve güzel tatbikat, aslında Anadolu dervişinin bu ittibâ hassâsiyetiyle aktarılmış güzîde hasletleridir. Kimilerince zayıf da görülse, bu ruh; çok kuvvetli bir gönül irtibatıyla, selef-i sâlihîne ve tamamıyla Hazret-i Peygamber’e bağlıdır.

  • Halktan asla kopmayan cemiyete hizmet aşkı...

Batıda görülen fildişi kuleye çekilip, halktan uzak bilgiçlik taslama hastalığı, bizim diyarın ilim çevrelerinde asla görülmezdi.

Âlimler beş vakit cemaatte idiler. Vaaz, sohbet ve hasbihâl meclislerinde halkı irşâd hâlinde idiler. Halkın her türlü içtimâî merasimlerinde baş köşede bulunarak, hem bir feyiz ve bereket kaynağı hem de yanlış âdet ve modaların topluma sızmasına mâni olan bir murâkabe mekanizması vazifesi görürlerdi.

Meselâ; düğünlerde, velîme kazanının kapağını bir âlim veya fâzıl zât açardı.

Aile fertleri, bir geçimsizlik yaşasalar, mahkemeye, kadıya gitmeden önce dergâhlara ve sohbetlere koşarlardı. Orada güzel bir telkin dinleyip sükûnet ve sabır bulurlardı.

Ahîlik teşkilâtı, günümüzdeki meslek odalarının mânevî bir otoriteyle birleştirilmiş şekli idi. Mesleğe kazandırılacak her yeni fert, İslâm ahlâkı ile mücehhez hâle getirilirdi. Uymayanlara da müeyyideleri vardı.

  • Zâhirde kalmamak...

Mâzîmizdeki medreseli, dergâh ehliyle karşılıklı muhabbet ve hürmet duygusu içinde olurdu. İlim ehli zâhirde kalmaz, tekke ehli de zâhiri küçümsemezdi. Bu şuuru, Anadolu insanı, büyük mezhep imamlarından tevârüs etmiştir:

Bir gün, Hak dostlarından İbrahim bin Edhem’nin yolu İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri’ne uğramıştı.

Ebû Hanîfe Hazretleri’nin etrafındaki talebeler İbrahim bin Edhem’e küçümseyen, garipseyen gözlerle baktılar. İmâm-ı Âzam Hazretleri onların bu hâlini sezdi ve İbrahim bin Edhem’e;

“–Buyurun efendimiz, meclisimize şeref veriniz!” diye seslendi. İbrahim bin Edhem Hazretleri mahcup bir edâ ile selâm verip oradan ayrıldı.

Talebeler; dünya çapında zirve bir hukukçu olan İmam Ebû Hanîfe’nin, bir dervişe gösterdiği ihtiram ve iltifâta şaştılar ve hikmetini öğrenmek için sordular:

“–Bu zât, sizlerle kıyas edildiğinde efendilik ve büyüklük sıfatına ne bakımdan lâyıktır? Sizin gibi bir zât ona nasıl; «Efendimiz» der?”

İmâm-ı Âzam Hazretleri, kendisinin yüksek tevâzuunu da ifade eden şu muhteşem cevabı verdi:

“–O; dâimî bir sûrette Allah ile meşgul, biz ise işin zâhiriyle...”

Şair Fuzûlî’nin dediği gibi:

Aşk imiş her ne var âlemde,

İlm bir kîl u kāl imiş ancak...

İmâm-ı Şâfi de tasavvuf büyüklerinden Şeybân-ı Râî’nin önünde talebe gibi diz çökerdi. Kendisine;

“–Ey İmam! Sen nerede, Şeybân nerede? Bu hürmetin sebebi nedir?” denilince de;

“–Bu zât, bizim bilmediğimizi bilir...” cevabını vermişti.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Anadolu Dervişinin Gönül Dünyası, Yüzakı Yayıncılık

İslam ve İhsan

SADELİK, KANAATKÂRLIK VE KARDEŞLİK ÖRNEKLERİ

Sadelik, Kanaatkârlık ve Kardeşlik Örnekleri

ANADOLU'NUN İSLAMLAŞMASINDA ETKİLİ OLAN ALİMLER VE SUFİLER HANGİLERİDİR?

Anadolu'nun İslamlaşmasında Etkili Olan Alimler ve Sufiler Hangileridir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.