Allah'ın Varlığı ve Birliği Nedir?

Allah'ın varlığı ve birliği nedir? Allahın varlığının akli delilleri nelerdir? Kuran'da Allah'ın varlığına dair delilleri nelerdir?

Allah inancı insanda fıtrî (yaratılıştan) olduğu için, insan çevreden olumsuz bir şekilde etkilenmiş olsa bile, Allah’ın varlığını ve birliğini kabullenmesi gerekir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ’dan bahseden ayetlerin çoğu O’nun varlığını ve birliğini bildirir. Tevhid inancı yani Allah’ın ortağı ve benzeri olmadığı vurgulanır. Kur’an’da Allah’ın varlığı konusu, insan için bilinmesi tabii, zorunlu ve apaçık bir gerçek olarak kabul edilmiştir. Fıtratı bozulmamış bir insanın normal olarak Yaratanını bulacağı ifade edilmiştir.

Ancak her toplumda çeşitli sebeplerle Allah’a inanmayanlar veya şüpheleri olanlar bulunabilir. İşte böyleleri için Allah’ın varlığının aklen ispat edilmesi gerekir. Bu da öncelikle Allah’ın varlığının ve birliğinin akli delillerinin öğrenilmesi ile mümkün olur. Ayrıca Kur’an ayetleri ve hadisler bu akli deliller için zengin bir kaynak oluştururlar.

İslam akaidine göre Allah birdir ve tektir. Bu bir oluş, sayı yönüyle bir birlik değildir. Çünkü sayı bölünebilir ve katlanabilir. Allah böyle olmaktan münezzehtir. O’nun bir oluşu, zatında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde; Rab oluşunda ve hakimiyetinde yegane oluşundan, eşi ve benzeri olmayışındandır. İhlas sûresinde Allah’ın bir olduğu, hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğurmadığı ve doğrulmadığı, O’nun hiçbir denginin bulunmadığı ifade edilmiştir:

Kâfirûn süresinde de ibadetin ancak Allah’a yapılacağı, Hz.Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem kâfirlerin taptıklarına önceden tapmadığı gibi, sonra da tapmayacağı açıkça bildirilir. Kur’an-ı Kerim’in pek çok sûresinde de Allah’ın birliği anlatılır ve eşi ve benzerinin bulunmadığı vurgulanır:

“Allah evlat edinmemiştir. O’nunla beraber hiçbir ilah da yoktur. Aksi taktirde her ilah kendi yarattığını sevk ve idare ederdi. Ve mutlaka onlardan biri diğerine üstünlük sağlardı. Allah onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir.”[1]

“ Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka İlahlar bulunsaydı, yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti...”[2]

Kainattaki düzen Allah’ın birliğinin en açık delilidir. Çoğunluğu Mekke’de nazil olan Kur’an ayetlerinin bir kısmı doğrudan tevhidi anlatır. Allah’ın birliğini ikrar etmek ve her çeşit ortağı O’ndan uzak tutmakla gerçekleşen tevhid, İslam dininin en önemli özelliğidir. Her türlü beşeri sıfatlardan uzak bir Allah inancı, İslâm’ı hem cahiliyye putperestliğinden hem Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerin sonradan bozulmaya uğramış şekillerinden, hem de diğer batıl dinlerden ayırır.

I. Allah’ın Varlığının Aklî Delilleri

Bir kısım İslam alimlerine göre insandaki yüce bir yaratıcıya inanma ihtiyacı, yaratılıştan olduğu için Allah’ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, hatta mantıkî ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Fıtratı bozulmamış olan, ruhu hastalanmamış her insan Allah’ın var ve bir olduğunu bilir ve anlar. Yoksa Allah’ın varlığına dair deliller sadece insanı uyarmak ve içindeki şuurunu artırmak içindir. Nasıl ki, mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu onun yaratılışında gizlenmiştir. İşte insan da yaratılış özelliği (fıtratı) bozulmadıkça aklı ve vicdanı yardımıyla Yaratınını bulacaktır. Çünkü insan, kendi iç dünyasına ve dış dünyada Allah’ın varlığını ispat eden şeylere bakarak, Allah’ın varlığını bunlardan anlayabilecek özellikte yaratılmıştır. Zira insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah’ın varlığının açık bir delilidir.

İslam bilginlerinin çoğuna göre insan, kendi varlığı ve kainat üzerinde tefekkür ederek Allah’ın varlığına dair deillere ulaşabilecek akla ve şuura sahiptir.

 “O’nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder.”[3] ayeti, Allah’ın duyularla doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini ortaya koymaktadır. Fakat duyular, asıl Allah’ı tanıyacak olan akla ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir, kainatın ahenk ve düzenidir. İnsan aklı ile bu işaret ve  delillerden hareketle Yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bir ayette:

“İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki, Allah’ın, gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun...”[4] buyrulmuştur. Alimlerin hem dış dünyanın gözlemlenmesi, hem de bizzat insanın kendi yaratılışının incelenmesi sonucu ortaya koydukları Allah’ın varlığını ispat eden deliller şunlardır:

Fıtrat Delili: Yaratılışı bozulmamış ve acziyetinin farkında olan her insan, sonsuz kudret sahibi bir yaratıcıyı kabul eder. Allah’ın varlığına inanmak insanda tabii bir duygu ve şuur halidir. İnsandaki Allah şuurunun oluşumu fıtri olduğundan sağlıklı her insanda doğuştan vardır.

Bu fıtrat duygusuyla Allah’a inanmaya Kur’an şöyle davet eder:

“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[5]

 “İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için ) bize dua eder. Fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider...”[6]

Hudûs Delili: Kelam bilginlerinin meşhur bir delilidir. Âlemin ve ondaki varlıkların sonradan var olduğu gerçeğinden hareketle âlemin bir var ediciye bir yaratıcıya muhtaç olduğu, bu düşünceden hareketle de Allah’ın varlığını ispatlayan bir delildir. Çünkü bu kainatta her varlık, sonradan meydana gelmiştir ve var olmayı da kendi istememiştir. Onların bir zaman ve mekanda var olmasını isteyen bir var edici (yaratıcı) olmalıdır. O da Allah’tır.

“İnsan düşünmez mi ki daha önce o hiçbir şey olmadığı hâlde biz kendisini yaratmışızdır.”[7] ayeti hudûs delilinin anafikrini ifade eder.

İmkân Delili: Bu delil daha çok İslam âlimlerinin, alemin ‘‘vacip’’ (varlığı zorunlu) değil, ‘‘mümkin’’ (varlığı da yokluğu da mümkün) bir varlık olduğu ve var olmak için bir sebebe ihtiyaç duyduğu esasından hareketle Allah’ın varlığını ispat ettikleri bir delildir.

“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar ?”[8] ayeti, imkan deliline bir örnektir.

Nizam Delili: Bu delil ile, tabiatta cereyan eden olaylarda duyularla idrak edilebilen büyük ahenge ve şaşmaz düzene bakılarak, alemdeki bu düzenin, her şeyi bilen ve her şeye güç yetiren bir yaratıcının eseri olduğu ifade edilir. Bu delile gaye, hikmet, itkan ve inayet delili adı da verilir.

“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı ?”[9] ayetlerinde nizam delilinden misaller bulmak mümkündür.

Nizam delili aynı zamanda Allah’ın eşinin, denginin, benzerinin olmadığı, O’nun tek olduğunu (tevhid) da gösterir.

“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka İlahlar bulunsaydı, yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti...”[10]

Allah’ın Varlığına Dair Akli Delillere Örnekler:

Günümüzde Allah’ın varlığına dair ileri sürülen deliller, genellikle materyalizmin tesadüf iddiasının ve evrimciliğin[11] reddedilmesini hedef almaktadır.

Mantık kuralları içinde kalmak şartıyla kâinatın var oluşunda göz önünde bulundurulabilecek üç ihtimal vardır:

  1. Kâinat kendiliğinden var olmuş, kendi kendisini yokluktan varlığa çıkarmıştır.
  2. Kainat tesadüfen meydana gelmiştir.
  3. Bu kainatı yaratan ve ondaki düzeni sağlayan bir yaratıcı vardır. O da Allah’tır.

 Bizim ispatlamak istediğimiz ihtimal üçüncüsüdür. Ancak ilk iki ihtimalin yanlışlığını ortaya koymamız gerekir.

Birinci İhtimal: Kâinatın oluşumunda böyle bir ihtimalden söz etmek, mantık dışıdır.

Çünkü, sebep-sonuç kanununa göre, her sonucun bir sebebi, her eserin bir müessiri her yaratılanın bir yaratıcısı vardır. Kâinat da var olduğuna göre, onu da var eden bir sebep vardır. Kainatın kendi kendine var olması, ressam olmadan çok güzel bir tablonun kendiliğinden ortaya çıkması, işci ve ustalar olmaksızın binanın kendi kendine ortaya çıkmış olması gibi, aklın ve mantığın kabul edemeyeceği bir düşünce biçimidir.

Kainatın var olmak için bir başka sebebe ihtiyaç duymadığı ihtimalinin ne kadar çürük ve mantık dışı olduğunu, Kur’an-ı Kerim şu ayette bildirir:

“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar”[13]

İkinci İhtimal: Kainatın tesadüfen meydana gelmesi ihtimali de en az birincisi kadar akıl ve mantık dışıdır. Çünkü yeryüzünü, insanları, hayvanları, bitkileri ve diğer varlıkları meydana getiren şeyin tesadüf olması mümkün değildir. Milyonlarca seneden beri, bir milimetre bile sapmadığı yörüngesinde dünyayı döndüren bir irade vardır. Çok büyük olmalarına rağmen güneşi ve gezegenleri bir yörünge üzerinde birbirleriyle çarpışmadan, dehşet verici bir süratle hareket ettiren şeyin tesadüf olmasını hangi akıl kabul edebilir? Onlarca trilyon hücreden oluşan insanın bedenin organların harika bir şekilde çalışması ve bunlar arasındaki irtibat, düzen ve ahengin tesadüfe bağlanması elbette mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim tesadüfü reddederken, yaratılış hakikatini insanlığın idrakine şöyle sunar:

 “Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.”[14]

Üçüncü İhtimal: İlk iki ihtimalin yanlışlığı ortaya konulunca artık akıl için üçüncü ihtimali kabullenmekten başka çıkar yol yoktur. O da, bu kainatı yaratan ve ondaki düzeni sağlayan sonsuz ilim ve kudret sahibi bir Yaratıcının var olmasıdır yani O’nun varlığına inanmaktır. Bu yaratıcı da yüce Allah’tır. Bir ayette şöyle buyrulur:

“ ... Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? ..”[15]

Akaid ve kelam âlimleri, alemin yaratıcısı olan Yüce Allah’ın birliğini ispatlamak için de çeşitli deliller kullanmışlardır. Bu delillerden biri şudur:

Bir an, sonsuz irade ve kudrete sahip iki ilâhın (tanrının) var olduğu düşünelim. Bu iki ilah kainatı yaratma konusunda aralarında; ya anlaşacaklar, ya da anlaşmazlığa düşeceklerdir. Eğer anlaşmazlarsa, iki sonsuz irade ve kudret arasında çatışma meydana gelir. Kainatı ikisi de kendisi yaratmak isteyeceğinden ikisi de yaratamaz dolayısıyla, o zaman da alem oluşmaz veya iki tane kainat oluşması gerekirdi. Halbuki şuan bir kainat vardır. Eğer bu iki ilah, aralarında anlaşmışlarsa, bu anlaşma, bir mecburiyet sonucu olur. Zira her ikisi de bazı isteklerinden vazgeçmek zorunda kalacak. Bu durumda her iki ilahın da bir yönüyle eksik iradeli veya aciz kalması söz konusudur. Her iki ilah da tam olarak kendi istediği gibi bir kainat yaratamayacaktır. Dolayısıyla iradesi eksik veya aciz bir varlığın ilah olması sözkonusu değildir. Çünkü ilah demek, sonzuz iradeye sahip dilediğini dilediği zaman yapacak sınırsız bir kuvvet ve kudrete sahip varlık demektir . İlah âciz olamaz. Bütün bu ihtimaller imkansız olunca, alemin yaratıcısı olan tek bir yüce ilahın yani Allah’ın birliği de zorunlu olur.

II. Kur’an’da Allah’ın Varlığına Dair Deliller              

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın varlığını çok açık bir gerçek olarak bildirir:

“Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Allah’tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?” [16]

Yine bir başka ayette de şöyle buyrulur:

“ ... Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? ..”[17]

Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın varlığı, birliği ve yüce kudretinin delillerini seyredebilmek için insanın tefekkür etmesi gereken bazı gerçekler şöyle bildirilmiştir:

  1. Büyük bir kudret, ilim eseri olan insanın yaratılışı, onun akla durgunluk veren vücut yapısı, organları ve fonksiyonları dikkate alındığında, bunların Allah’ın yüce varlığına işaret ettikleri görülecektir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de iki ayrı yerde şöyle buyrulmuştur:

“Andolsun biz insanı çamurdan (bir özden) yarattık. Sonra onu sağlam bir karargahda nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi embriyo (alaka) yaptık. Peşinden embriyoyu bir et haline getirdik. Bu bir parçacık eti kemiklere çevirdik, bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir.”[18]

  1. Bozulması ve aksaması olmayan mükemmel bir tabiat düzeni içindeki yer yüzünün, dağlar ve denizler göklerin ve yerin birbiriyle ahenkli olarak kusursuz yaratılışı Allah’ın varlığının delilidir. Yeryüzünün mevsimden mevsime değişik şekillere bürünmesi, yeryüzünün insanın barınması için elverişli olması, yer küreyi koruyan atmosferin, yerde ve gökte bulunan herşeyin insan emrine verilmiş olması Allah’ın varlığını, engin ilim ve kudretini göstermektedir. Bu konudaki ayetlerden birinde şöyle buyrulur:

“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki? Onu nasıl bina etmişiz ve nasıl donatmışız? Onda hiçbir çatlak da yok. Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türde (bitkiler) yetiştirdik. Allah’a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık).”[19]

  1. Bütün canlıların ana maddesini oluşturan su, suyun müjdeleyicisi ve bulutların sevk edicisi olan rüzgar, insanların pek çok ihtiyaçlarını gideren ateş vb.nin yaratılışı da Allah’ın varlığına işaret etmektedir. Bu tip ayetlere örnek olarak şunlar gösterilebilir:

“Gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.”[20]

“İnsan yediğine bir baksın. Şöyle ki: Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz yardık da oradan ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın istifadesi içindir.”[21]

  1. Ay, güneş, yıldız ve gezegenlerin bağlı bulunduğu değişmez düzen, gündüzün insanın geçimi için, gecenin de uyku ve dinlenmesi için yaratılmış oluşu, bütün bunlar ve bunların insanlara ve canlılara sağladığı faydalar, Allah’ın varlığının delileridir. Ayetlerde şöyle buyrulur:

“Sizin için geceyi örtü, uykuyu da istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma zamanı yapan O’dur.”[22]

“Gece onlar için bir ibret alametidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Güneş kendisi için belirlenen yerde döner. İşte bu aziz ve alîm olan Allah’ın takdiridir. Ay için de birtakım yörüngeler takdir ettik. Nihayet o eğri hurma dalı gibi olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir. Ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörünge de yüzerler.”[23]

 Bunların yanı sıra Kur’an’da insanın inat ve kibir engellerini aşabildiği, gaflet perdesinden kurtulduğu zamanlarda mutlaka Allah’a yöneldiği ve O’na yalvardığı birçok ayetle ifade edilmektedir. İnsanın yaratılışında bulunan bu temel özellik sebebiyledir ki Kur’an-ı Kerim insanları uyarmakta, Allah’ı hatırlatıp insanlara yol göstermektedir. Yine insandan kendi varlığı ve kainat üzerinde tefekkür etmesini yaratılıştaki hikmet ve incelikleri anlamasını beklemektedir.  

III. Allah’ın Varlığı Konusuna Temas Eden Hadisler

Peygamber Efendimiz’den Allah’ın varlığı ile ilgili olarak sonraki alimlere, imkan, hüdûs, gâye ve nizam delilleri konusunda ilham kaynağı olacak hadisler nakledilmiştir.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir gece sabaha yakın kalkmış, dışarıya çıkıp göğe bakmış ve şu ayetleri okumuştur:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken, Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler de: ‘Rabbimiz, bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi ateşin azabından koru(derler)’.”

 Peygamberimiz daha sonra eve dönü bir müddet istirahat ettikten sonra dışarı çıkmış, göğe bakarak aynı ayetleri okumuş ve abdest aldıktan sonra namaz kılmıştır.”[24]      

Yemen halkından bir grup, Hz.Peygambere gelerek, “Ey Allah’ın elçisi! Dinin hükümlerini öğrenmeye ve alemin ilk yaratılışının nasıl olduğunu sormaya geldik.” demişler. Peygamberimiz de

 “Allah vardı ve O’ndan önce hiçbir şey yoktu...”[25] cevabını vermiştir.

Bedir harbinden sonra müşrik esirlerin salıverilmesi konusunda görüşmeler yapmak üzere Medine’ye gelen Kureyş ileri gelenlerinden Cübeyr b. Mut’ım, henüz müslüman olmamıştı. Bir akşam namazında:

“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar.”[26] anlamındaki ayetleri okuyan Peygamberimizi dinledi. Bu âyetlerin manasının tesirinde kalan Cübeyr son derece duygulandı ve “O ayetleri dinlerken nerdeyse kalbim yerinden fırlayacaktı.” Dedi. Nitekim bu olay onun gönlünü İslam’a ısındıran bir kıvılcım olmuştur.[27]

Görüldüğü gibi Peygamberimizin hadislerinde Allah’ın varlığının akli ve nakli pek çok delilini bulmak mümkündür. Bu hadisler dikkatle incelenirse, imkan, hüdûs, nizam ve gaye delillerine kaynak ve örnek oluşturdukları görülecektir.

IV. Allah Sevgisi

Gerçek mü’min, Allah’ın güzelliğini ve büyüklüğünü kavrayan, lütfunu bekleyen, iyiliklerini ve nimetlerini bilen kimsedir. Bu idrakteki kul Rabbini sever, kalbi sürekli Allah’la meşgul olur, davranışlarında onun rızasını ve memnuniyetini kazanmayı hedefler.

Kul, Allah’a, peygamberine ve getirdiklerine inanmakla, Allah’ın emirlerini yerine getirmekle ve yasaklarından kaçınmakla Allah’a sevgisini gösterir. Gerçek iman, Allah’ sevgisini canından daha ileri tutan kimsenin imanıdır. Mü’min, Allah’a bu şekilde inanınca, onun sevgisi bütün söz, fiil ve davranışlarında ortaya çıkar. Yüce Allah Kur’an’da mü’minlerdeki Allah sevgisinin nasıl olması gerektiğini şöyle bildirir:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış verişler, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Rasulûnden ve Allah yolunda savaşmaktan, daha sevgili ise artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”[28]

Allah sevdiği ve kendisini seven mü’minler hakkında şöyle buyurur: “Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. Bunlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu, ilmi geniştir.”[29]

Allah’ı sevmek mü’minin en mühim özelliğidir. Allah sevgisini tadan kalp başka bir sevgiyi aramaz. Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 “Üç şey kimde bulunursa, o imanın zevkine ulaşır:

Allah ve Rasulünün kendisine her şeyden daha sevgili olması, kişinin ancak Allah için sevmesi, kâfirliğe dönmekten ateşe atılırcasına nefret etmesi.”[30]

Allah sevgisi, Allah’ın vermiş olduğu sonsuz nimetlerin idraki içinde olan kişinin hayatına yön verir, iyiye, doğruya ve güzele yöneltir. Allah’ı seven, O’nun emrine ve O’nun peygamberi olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat eder, hayatına bu doğrultuda yön verir. Ayeti kerimede buyrulur:

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’”[31]

Kur’an-ı Kerim’de mü’minlerin, Allah’ı sevmesinden söz eden ayetler bulunduğu gibi, Allah’ın da sevdiklerinden ve sevmediklerinden bildiren ayetler vardır. Allah, iyilik yapanları, tevbe edenleri, temizlenenleri, kendisine karşı gelmekten sakınanları, sabredenleri, tevekkül edenleri, adaletli davrananları ve kendi yolunda savaşanları sever. Haddi aşanları, bozguncuları, kâfirleri, zalimleri, kibirlenenleri , savurganları, hainleri sevmez. Allah’ın kulunu sevmesi kulu için mutluluk kaynağıdır. Çünkü bu sevgiyi O’nun yardımı ve koruması, kulunu başarılı kılması, lütuf ve ikramları takip eder.

Konuyu Peygamber Efendimizin duasıyla bağlayalım:

اَللَّهُمَّ إنِّي أَسْأَلُكَ حُبَّكَ وَحُبَّ مَنْ يُحِبُّكَ والْعَمَلَ الَذِي يُبَلِّغُنِي حُبَّكَ

“Allahım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim.”[32]

Dipnotlar:

[1] İbrahim sûresi, 10. ayet 

[2] Enbiya sûresi, 22. ayet 

[3] En’am sûresi,103. ayet 

[4] Fussilet sûresi,53. ayet

[5] Rum suresi, 30. ayet

[6] Yûnûs sûresi,12. ayet 

[7] Meryem, sûresi, 67.  ayet

[8] Tûr sûresi,  35. ayet

[9] Gaşiye, sûresi, 17. 20. ayetler

[10] Enbiya sûresi, 22. ayet 

[11] Materyalizm, maddeyi ezelî ve yegane gerçeklik sayan, ruhu ve dini inkar eden anlayış, maddecilik. Evrimcilik: Evrimi bütün canlı-cansız varlıkların esası kabul eden, evrendeki gelişme ve başkalaşımın oluşumunda ilahi irade ve yaratmayı inkar eden düşünce biçimi.

[12] Ateş

[13] Tûr, sûresi, 35-36. ayetler

[14] Ra’d sûresi, 14. ayet 

[15] İbrahim sûresi, 10. ayet

[16] Fatır suresi, 3. ayet

[17] İbrahim sûresi, 10. ayet

[18] Mü’minûn sûresi, 12- 14. ayetler

[19] Kaf sûresi, 9-10. ayetler

[20] Abese sûresi, 24-32. ayetler

[21] Furkân sûresi, 47. ayet 

[22] Kaf sûresi,  6-8. ayetler

[23] Yasin sûresi, 37- 40. ayetler

[24] Müslim, Tahâret. 15.

[25] Buhari, Tevhid, 22.

[26] Tûr sûresi, 35-36. ayetler

[27] Buhâri, Tefsir, sûre: Tûr.

[28] Tevbe sûresi, 24. ayet

[29] Mâide sûresi, 54. ayet

[30] Buhârî, İman, 9. 14.

[31] Ali İmran suresi, 31. ayet

[32] Tirmizî, Daavât 73, Tefsîrü’l-Kur’ân 39

İslam ve İhsan

İMAN VE İSLAM

İman ve İslam

İSLAMA İMAN NEDİR?

İslama İman Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • perfonmas ödevim için bakmıştımda biraz uzun makale ama güzel

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.