Allah'ın Sevdiğini Sevmek Kullarına Vaciptir

Allah'ın sevdiğini sevmek kullarına vaciptir o zaman sahabeyi sevmenin fazileti ve faydaları nelerdir? Peygamber Efendimiz (s.a.v) sahabe efendilerimize ne için "gökteki yıldızlar gibidir" demiş ve onları sevmemizi tavsiye etmiştir? Dr. Murat Kaya anlatıyor...

Enes (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“(Kâmil) imanın alâmeti Ensâr’a muhabbet beslemek, münâfıklığın alâmeti de Ensâr’a buğzetmektir.” (Buhârî, Îmân, 10)

HADİS BİZE NE ANLATIYOR?

Ensâr-ı kirâm, Fahr-i Kâinât (s.a.v) Efendimiz’e ve İslâm’a ilk giren Muhâcirlere sînelerini açtılar, onlara evlâd u ıyallerinden daha ileri muâmelede bulundular, uğurlarında mal ve canlarını îsâr ettiler, dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak sûretiyle onları barındırıp her türlü yardımda bulunarak İslâm’ı aziz kıldılar, yücelttiler. Ensâr-ı kirâma, bu paha biçilmez faziletleri sebebiyle buğzedenlerin, mü’min görünseler de kalben kâfir olduklarında şüphe yoktur.

Bununla birlikte, bu mânâda bir buğzdan sakındırmak yalnız Ensâr için değil, bütün sahâbe hakkında sözkonusudur. Nitekim Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Hz. Ali (r.a) Efendimiz’i ancak mü’min olanların seveceğini ve ona ancak münâfık olanların buğzedeceğini haber vermişlerdir.[1]

Umûmen ashâb-ı kiramın fazileti hakkında da:

“Onları seven, bana olan muhabbeti sebebiyle sever. Onlara buğzeden, bana buğzu sebebiyle bunu yapar.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Menâkıb, 58/3862)

Yukarıdaki hadis-i şerifte mevzubahis olan muhabbet ve buğz, işte bu cihetten olan, yani Allah’ın Rasûlü’ne, dînine ve muhâcirlere hizmet ettikleri için duyulan sevgi ve öfkedir. Yoksa bir kimsede, bu cihetten olmaksızın, muhâlefeti gerektiren ârızî bir durum sebebiyle bir sahâbî hakkında -maâzallâhi teâlâ- geçici bir süreliğine muhabbetsizlik eseri zuhûr etse, bununla o ne münafık olur ne de kâfir. Nitekim sahâbe arasında muhârebeler olmuşken hiçbiri diğerine nifâk isnâd etmemiştir. Onların arasındaki çekişme ve harpler birer ictihad neticesinde idi. İctihan edenlerin de kimi hakka isabet etmiş, kimi de edememişti.

Bununla beraber sahâbe devri geçtikten sonra artık, onlarla çekişmeyi ve onlara karşı muhabbetsizliği gerektirecek ârızî ve dünyevî sebepler defteri kapanmış; onları medheden âyetleri unutturacak ve “Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır.”[2] berât-ı İlâhîsini geçici bir süreliğine de olsa dürecek hiçbir vesîle kalmamıştır. Bu sebeple ashâba buğzetmeyi mezheb edinen fırkaların dalâlette olduğunda şüphe yoktur. Bunların bu hadîs-i şerîfin tehdîd ve inzârına muhâtab olmalarından pek ziyâde korkulur.[3]

CENÂB-I HAK ASHÂB-I KİRÂM HAKKINDA NE BUYURUYOR?

Cenâb-ı Hak ashâb-ı kirâm hakkında şöyle buyurur:

“…Benim için hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Ben’im yolumda eziyete uğrayanların, cihada gidenlerin ve bu uğurda öldürülenlerin günahlarını bağışlayacağım, onları altından nehirler akan Cennetlere koyacağım. Bu onlara Allâh tarafından lûtfedilen bir mükâfattır. Mükâfâtın en güzeli böyle Allâh’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 195)

“Muhâcirler ile Ensâr’ın en ilerisinde bulunanlara ve sonra bunların izini ihlâs ile tâkip edenlere gelince, Allâh onlardan râzı oldu, onlar da O’ndan râzı oldular. Hem onlara, içinde ebediyen kalacakları, altından ırmaklar akan Cennetleri âmâde kıldı. İşte en büyük saâdet budur.” (et-Tevbe, 100)

“Muhammed Allah’ın rasûlüdür. Onun yanındakiler ise kâfirlere karşı çok çetin, kendi aralarında gâyet merhametlidirler. Onların cemaatle rükû ve secde ederek Allah’tan lütuf ve rızâ istediğini görürsün. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki meselleri ise şöyledir: Bir ekin, filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirip kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş ve bu hâliyle çiftçilerin hoşuna gitmektedir. Allah (onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle) kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan iman edip sâlih ameller işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (el-Feth, 29)

İMÂM MÂLİK (R.A) ASHAB-I KİRAM HAKKINDA ŞÖYLE DEMİŞTİR:

İmâm Mâlik(r.a) şöyle demiştir:

“Muhammed (a.s)’ın ashabına öfkelenip kin besleyen kimse kâfirdir; zira «Allah (onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle) kâfirleri öfkelendirir»[4] âyet-i kerimesi bunu göstermektedir.”[5]

(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberi’ne yardım eden fakir Muhâcirler içindir. İşte sâdık olanlar bunlardır.

Ve onlardan evvel yurdu hazırlayıp îmâna sahip çıkanlar içindir ki onlar, kendilerine hicret edenlere muhabbet beslerler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir kaygı duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde bile olsalar onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.

Ve bunların ardından gelenler içindir ki onlar şöyle derler: «Rabbimiz! Bize ve bizden önce gelip geçmiş îmanlı kardeşlerimize mağfiret buyur, gönlümüzde îman edenlere karşı kin tutturma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!».” (el-Haşr, 8-10)

Böylece Allah Teâlâ, ashâb-ı kirâma hakâret eden ve onlarda kusur arayanları müslüman saymadığı, onları âyette zikredilen üç grubun dışında tuttuğu için, bu gibilerin fey’den (savaşmaksızın gayr-i müslim tebaadan alınıp müslümanlara verilen ganimetten) hiçbir pay alamayacağını beyân etmiştir.[6]

Sahabeye buğzeden ve sövenleri, bu âyetlerde bahsedilen ganîmetten mahrum bırakan âlimlerin, onları dinden çıkmış kabul ettiği anlaşılmaktadır.[7]

RASÛLULLAH EFENDİMİZ (S.A.V) ŞÖYLE BUYURMUŞLARDIR:

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra onları tâkip edenler, sonra da onları tâkip edenlerdir…” (Buhârî, Fedâilu Ashâbi’n-Nebî, 1)

“Ensâr’ı ancak mü’min olan kimse sever ve onlara ancak münâfık olan kimse buğzeder. Kim Ensâr’ı severse Allah da onu sever, kim de onlara buğzederse Allah Teâlâ da ona buğzeder.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 4)

“Sizlere Ensâr’a iyi muâmele etmenizi tavsiye ederim. Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım ve eminlerimdir. Üzerlerine düşen vazîfeleri hakkıyla yapmışlardır. Hizmetlerinin karşılığı ise henüz tam olarak ödenmemiştir. (Âhirette fazlasıyla ödenecektir.) Bu sebeple onların iyilerine iyilikle muâmele edin, kötülük yapanlarını da affedin!” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 11)

“Allâh’a ve âhirete îmân eden kimse, Ensâr’a buğzetmesin!” (Tirmizî, Menâkıb, 25/3906)

“Ashâbımın hiçbirine sövmeyiniz! Sizden biri Uhud dağı kadar altın infâk etse, onlardan birinin bir müdd’üne,[8] hattâ onun yarısına bile ulaşamaz!” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 5; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 222)

“Ashâbıma sövmeyiniz! Ashâbıma sövmeyiniz! Nefsim yed-i kudretinde olan Zât’a yemîn ederim ki sizden biri Uhud dağı kadar altın infâk etse, onlardan birinin bir müdd’üne, hattâ onun yarısına bile ulaşamaz!” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 221)

“Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Benden sonra onları hedef hâline getirip haklarında kötü söz söylemeyiniz! Onları seven, sırf bana olan muhabbeti sebebiyle sever. Onlara buğzeden, bana olan buğzu sebebiyle bunu yapar. Onlara eziyet eden, bana eziyet etmiş, bana eziyet eden ise Allah’a eziyet etmiş olur. Allah’a eziyet edeni ise, çok geçmeden Allah cezâlandırır.” (Tirmizî, Menâkıb, 58/3862; Ahmed, IV, 87; V, 54, 57)

“Ashâbımı bırakın, ashâbıma sövmeyin!” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, X, 21)

EBÛ SAÎD EL-HUDRÎ (R.A) ŞÖYLE BUYURUR:

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle buyurur:

Hâlid bin Velîd ile Abdurrahmân bin Avf (r.a) arasında bir hâdise olmuş ve Hâlid ona sövmüştü (hakâret etmişti). Buna muttali olan Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Ashâbımdan hiç kimseye sövmeyiniz! Sizden biri Uhud dağı kadar altın infâk etse, onlardan birinin bir müdd’üne, hattâ onun yarısına bile ulaşamaz!” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 222)

Efendimiz (s.a.v), sahâbî olan bir zâta, ashâbına sövmemesini emrediyor! O hâlde daha sonra gelen insanların, ashâb-ı kirâm hakkında ileri geri konuşmaları ne büyük bir haddi aşma ve günâhtır, düşünmek îcâb eder.

 HZ. ÖMER'İN OĞLUNA SİNİRLENMESİ

Bir defasında Abdullah b. Ömer (r.a), Mıkdâd (r.a)’e ağır konuşmuştu. Hz. Ömer (r.a) bunu duyunca oğluna:

“–Eğer senin dilini koparmazsam, nezir borcum olsun!” dedi.

Hz. Ömer’in ciddi olduğunu görenler araya girerek oğlunu bağışlamasını rica ettiler.

Hz. Ömer (r.a):

“–Bırakın, dilini koparayım da bundan böyle Allâh Rasûlü’nün ashabından kimseye dil uzatamasın!” dedi. (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, XII, 660/36009)

“–Bırakın, dilini koparayım da benden sonra tatbik edilecek bir sünnet olsun, Allâh Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in ashâbından birine söven biri olursa hemen dili koparılsın!” buyurdu. (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, XII, 669/36023)

ASHÂB-I KİRÂM'IN MANEVİ SEVİYESİ

İslâm hukûku metodolojisinin en önemli sîmâlarından Karâfî (v. 684) şöyle der:

“Bazı usulcüler şöyle demiştir: «Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in, ashâbından başka hiçbir mûcizesi olmasaydı, bu O’nun nübüvvetini ispata kâfî gelirdi.” (Karâfî, el-Furûk, IV, 1305)

Ashâb-ı kirâm arasında cereyân eden hâdiseler ise ictihad farkından kaynaklanmıştır.

Diğer bir husus da ashâb-ı kirâm, aynı seviyede oldukları için birbirlerini tenkid etmeleri normaldir. Daha sonra gelen insanların ise sahâbe derecesine çıkma imkânı olmadığı için onları tenkid etme veya aralarında hüküm verme hakkı yoktur.

Ashâb-ı kirâmın birbirine bakışı da son derece insaflı idi. Hz. Ali’ye, kendisine karşı savaşan Cemel ehli hakkında:

“‒Onlar müşrik midir?” diye soruldu. Ali (r.a):

“‒Onlar şirkten kaçtılar.” buyurdu.

“‒Onlar münâfık mıdır?” diye soruldu. Ali (r.a):

“‒Münâfıklar Allah’ı zikretmezler, ancak pek az hatırlarlar. (Hâlbuki bunlar öyle değildir.)” buyurdu.

“‒Öyleyse onlar nedir?” diye soruldu. Ali (r.a):

“–Bunlar bize karşı taşkınlık eden kardeşlerimizdir.” buyurdu. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 535/37763)

ALLAH'IN SEVDİĞİNİ SEVMEK KULLARINA VACİPTİR

Ensâr’ı, kendilerine hicret edenleri sevip onlara kucak açtıkları ve mallarıyla canlarıyla her türlü fedâkârlıkta bulundukları için sevmeliyiz.

Ashâb-ı kiramı, Allah Teâlâ onları sevdiği için sevmeliyiz. Zira âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerden, Allah ve Rasûlü’nün ashâb-ı kirâmı çok sevdiği anlaşılıyor. Allah’ın sevdiği kimseleri sevmek ise kullar üzerine vaciptir.

Bugün biz ashâb-ı kirâma çok şey borçluyuz. Zira onlar, Peygamber Efendimiz’in önüne mallarını, canlarını ve her şeylerini koyarak misli görülmemiş bir fedâkârlığa imzâ attılar. Bu sâyede Kur’ân, Sünnet ve İslâm nîmeti bizlere kadar geldi. Bu emsalsiz iyiliğin hakkını ödeyebilmemiz mümkün değildir. Dolayısıyla ashâb-ı kirâmı sevmek, onlara hürmet göstermek ve her fırsatta dua etmek boynumuzun borcudur. Onları tenkîd etmek bizim haddimize değildir. Sahâbeye karşı yaptığımız her saygısızlık ve tenkîdin zararı mutlaka bize dokunacaktır.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Müslim, İman 131; Tirmizî, Menâkıb, 20/3736.

[2] Bkz. el-Mâide, 119; et-Tevbe, 100; el-Mücâdele, 22; el-Beyyine, 8.

[3] Ahmed Naîm Efendi, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 33-34.

[4] el-Fetih, 29.

[5] M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, İstanbul: Tahlil Yayınları, 2012, II, 395

[6] Kâdî Iyâz, Şifâ, trc. M. Yaşar Kandemir, İstanbul 2012, III, 540.

[7] Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, II, 93; M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 394.

[8] 1 müdd, bâzı âlimlere göre 530 gr., bâzılarına göre de 832 gr. ağırlığında bir ölçü birimidir. Buna göre başkalarının Uhud Dağı kadar altın infak etmesi, ashâb-ı kiramın yarım müdd buğday, arpa veya hurma infakına bile denk olamaz.

İslam ve İhsan

SAHABENİN PEYGAMBER SEVGİSİNE ÖRNEKLER

Sahabenin Peygamber Sevgisine Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.