Allah Katında Kıymetin Ölçüsü

Bir kimsenin zengin olması, Allah Teâlâ’nın ona mânevî olarak kıymet verdiği mânâsına gelmez. Aynı şekilde bir kimsenin fakir olması da, asla onun Allah katında değersiz olduğunu ifade etmez. İşte Allah (c.c) katında kıymetin ölçüsü...

Her şeyi dünyalıkla ölçen gafil insanın bunu böyle telâkkî etme hatasına düştüğü, şu âyet-i kerîmelerde beyan buyurulmaktadır:

“İnsan;

Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde der ki:

«–Rabbim bana ikrâm etti, (değerli kıldı.)»

Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise der ki:

«–Rabbim beni önemsemedi.»(el-Fecr, 15-16)

Bu, gafletin getirdiği câhilâne bir anlayıştır.

Hâlbuki Cenâb-ı Hak, bunları imtihan için verdiğini bildirmektedir.

Bir başka âyet-i kerîmede; insanlar arasında hayatın sürprizlerinin farklı olduğu, yani dünyaya geldikleri millet ve toplumların, maddî şart ve imkânların çeşit çeşit olduğu bildirilir. Devamında ise bu farklılıklar içerisinde Hak katındaki kıymet ölçüsünün sadece «takvâ» olduğu şöyle beyan buyurulur:

“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabîlelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

Bu âyet-i kerîme, Medine’de bulunan bir köle hakkında nâzil olmuştur:

Herkesin talip olduğu bu güçlü kuvvetli köle, hizmetindeki kişiden tek bir şey istiyordu:

Namazları Allah Rasûlü ile birlikte cemaatle kılmak.

Rasûlullah Efendimiz; bu hizmetkâra çok alâka gösterir, mescide geldiğinde mutlaka onu gözleriyle arardı. Öyle ki bu hizmetkâr hastalandığında, ashâbıyla ziyaretine gitti. Vefât ettiğinde ise, defnine kadar her şeyiyle alâkadar oldu. Muhâcir ve ensar, bu köleye gösterilen ihtimâma hayret ettiler ve bu âyet nâzil oldu. (Vâhidî, s. 411-412)

Demek ki, Allah katında da, Rasûlullah Efendimiz nezdinde de, en kıymetli husus;

Vecd içinde secde ederek, Peygamber Efendimiz’le beraber olmak. Hayatın her safhasını Rasûlullah Efendimiz’le tanzim ederek, Cenâb-ı Hakk’ın râzı olacağı bir kul olabilmek.

Yine Rabbimiz şöyle buyurur ki;

(Rasûlüm!) Sana; odaların ötesinden (kabaca, nezâketsizce) seslenenlerin çoğu, akletmeyen (câhil) kimselerdir.” (el-Hucurât, 3-4)

Demek ki;

Rasûlullah Efendimiz’in kıymetini bilememek, O’nu tanımamak, O’ndan mahrum kalmak en büyük cehâlettir, nâdanlıktır.

Diğer taraftan;

İnsanın dünya hayatında; servet, evlât, güç ve kuvvet gibi şeylere istekli olması, nefsin bir husûsiyetidir. Yani imtihan gereği konulmuş nefsânî câzibelerdir.

Mü’min; bu hususta dünya hayatına aldanmamalı, nâil olamadığı nimetler için mahzun olmamalı, Allah katındaki kıymeti, takvâ ve ukbâ ölçüsüyle değerlendirmelidir.

Herkesin mes’ûliyeti ayrıdır.

Çünkü her ferdin mes’ûliyetinin hudutları, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetler ve imkânlar çerçevesindedir.

Sahâbe-i kiram; İslâm nimeti ve sahâbe olma lutfunun bedelini ödeyebilmek için, dünyanın her tarafına tebliğe koştu. Semerkant’a gitti, Çin’e gitti. İnsanların bulunduğu her yere şevk ile gitti.

Zira Cenâb-ı Hak buyurur:

“Sonra o gün (kıyâmet günü), nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?” (et-Tekâsür, 8)

Peygamberler dahî bu mes’ûliyetten âzâde değildir. Rabbimiz buyurur:

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri sorguya çekeceğimiz gibi, gönderilen peygamberlere de mutlaka soracağız.” (el-A‘râf, 6)

Peygamber Efendimiz de bu sebeple, Vedâ Hutbesi’nin sonunda üç sefer;

“–Tebliğ ettim mi?” diye ashâbına sormuş, onlar da;

“–Evet yâ Rasûlâllah! Tebliğ ettin!” diye cevap verince, yine üç sefer;

“–Şahit ol yâ Rab!” buyurmuşlardı. (Buhârî, Meğâzî, 77)

Demek ki;

Asıl meselemiz; dünyada daha fazla nimete kavuşmak değil, nâil olduğumuz nimetlerin şükrünü edâ edebilme gayretinde olmaktır.

Cenâb-ı Hak da, îkaz buyurur:

“…Hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olabilir. Yine sevdiğiniz bir şey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (el-Bakara, 216)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Kasım, Sayı: 177

 

İslam ve İhsan

“EY ALLAH’IN RESÛLÜ! İNSANLARIN EN HAYIRLISI, ŞEREFLİSİ KİMDİR?” HADİSİ

“Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların En Hayırlısı, Şereflisi Kimdir?” Hadisi

ALLAH KATINDA İSMİNİZ HANGİ SIFATLA GEÇİYOR?

Allah Katında İsminiz Hangi Sıfatla Geçiyor?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.