Allah Dostlarının Sohbetleri

Allah dostlarının, insanların rûh ve kal­bi­ne te­sir mak­sa­dıy­la kul­lan­dık­la­rı en mü­him vâ­sı­ta­lar­dan bi­ri olan sohbet ve zikir meclisleri, ilâhî rahmet, huzur, rûhâniyet ve feyzin sağanak sağanak yağdığı dünyadaki cennet bahçeleridir. Zira nef­si­ni tez­ki­ye, kal­bi­ni tas­fi­ye et­miş bir kim­se­nin söz­le­rin­de, ya­şa­dı­ğı hâ­lin duy­gu­la­rı yük­lü­dür. Bu duy­gu­lar­la ve ih­lâs­la söy­le­nen söz­ler, mu­hâ­ta­bın ku­la­ğın­dan kal­bi­ne yol bu­la­rak, ha­yır­lı te­sir­ler hâ­sıl eder ve ebedî saâdete vesîle olur.

İbâdet vecdi içinde geçen sohbetler, Allah Rasûlü’nün sohbetlerinden bir akistir. Zira mânevî istifâdenin merkezi O’dur. Rûhî heyecanlarla dolu sohbetler, hep O merkezden teselsülen nak­lo­lan pa­rıl­tı­lar­dır.

Bun­dan do­la­yı bir kul, Rasûlullah’ın nû­run­dan bir Hak dos­tu vâ­sı­ta­sıy­la na­sîb al­sa, bu nûr, ay­nı mer­kez­den ol­du­ğu için, biz­zat Haz­ret-i Pey­gam­ber r’den alın­mış gi­bi­dir. Tıp­kı bir mum­la, baş­ka mum­la­rın ve­ya kan­dil­le­rin ya­kıl­ma­sı gi­bi... Kan­dil­le­ri ya­kan ve on­lar vâ­sı­ta­sıy­la et­ra­fı ay­dın­la­tan alev, ay­nı alev­dir. Kul, bu kan­dil­le­rin en so­nun­cu­suy­la da ay­dın­lan­sa, o zi­yâ, ilk ışık­la pa­rıl­da­dı­ğın­dan dâ­imâ ilk kay­na­ğı ak­set­ti­rir.

Nitekim kelâm-ı kibarda buyrulur:

“Samimî müslümanların sohbetinden Muhammed u’ın râyihası duyulur.”

Diğer bir ifâdeyle, Rasûlullah r’den sil­si­le hâ­lin­de mür­şid-i kâ­mi­lin gön­lü­ne ak­ta­rı­lan feyz, mü’minlere soh­bet yoluyla in­ti­kâl eder. Bu sâ­ye­de Peygamber Efendimiz’in ör­nek şah­si­ye­ti, mü­rî­de is­tî­dâ­dı nis­be­tin­de aksetmiş olur.

EN GÜZEL MANEVİ SOHBETLER

Bursevî Hazretleri şöyle der:

“Rasûlullah’ın sohbetinde bulunma fırsatı elden gittiyse de O’nun Sünnet-i Seniyye’siyle ve onun Sünnet’ini sevenlerle sohbet mümkündür. Bu, kıyâmete kadar devam edecektir. Büyüklerin sohbetinde bulunmanın ve müttakî kimselere yakın olmanın tesiri büyüktür.” (Rûhu’l-Beyân, VII, 102)

Allah dostlarının, insanların rûh ve kal­bi­ne te­sir mak­sa­dıy­la kul­lan­dık­la­rı en mü­him vâ­sı­ta­lar­dan bi­ri olan sohbet ve zikir meclisleri, ilâhî rahmet, huzur, rûhâniyet ve feyzin sağanak sağanak yağdığı dünyadaki cennet bahçeleridir. Zira nef­si­ni tez­ki­ye, kal­bi­ni tas­fi­ye et­miş bir kim­se­nin söz­le­rin­de, ya­şa­dı­ğı hâ­lin duy­gu­la­rı yük­lü­dür. Bu duy­gu­lar­la ve ih­lâs­la söy­le­nen söz­ler, mu­hâ­ta­bın ku­la­ğın­dan kal­bi­ne yol bu­la­rak, ha­yır­lı te­sir­ler hâ­sıl eder ve ebedî saâdete vesîle olur.

Bu sebeple, kal­bî me­zi­yet­le­rin in­ki­şâ­fı için sâ­lih ve sâ­dık­la­rın gü­zel hâl­le­rin­den feyz (mâ­ne­vî ener­ji) al­ma­ya gay­ret et­me­li­dir. Böy­le müs­bet in’ikâ­sın en gü­zel şek­li ise mâ­ne­vî soh­bet­ler­de ger­çek­le­şir.

Ömer bin Ab­dü­la­ziz Hazretleri şöyle demiştir:

“Me­dî­ne’nin fa­kih­le­rin­den Ubey­dullah bin Ab­dullah ile bir sohbet mec­lisinde bu­lun­mak, be­nim için bü­tün dün­ya­dan da­ha se­vim­li ve ha­yır­lı­dır. Onun gi­bi­ler­le otu­rup kalk­mak­la akıl nûr­la­nır, kalp hu­zu­ra erer, edep el­de edi­lir.”

DÜNYANIN SAFASI İKİ ŞEYDE

Câ­fer bin Sü­ley­man Hazretleri de şöyle buyurur:

“Kal­bim­de bir ka­tı­lık his­set­ti­ğim za­man, kal­kar he­men Hak dostlarından Mu­ham­med bin Vâ­sî’nin ya­nı­na gi­der, mec­li­si­ne ka­tı­lır, yü­zü­ne ba­kar­dım. Böy­le­ce kal­bim­de­ki ka­tı­lık gi­der, içi­me ibâ­det ne­şe­si ge­lir, tem­bel­lik üze­rim­den kal­kar ve bir haf­ta bu neşe ile ibâ­det eder­dim.”

Mâ­lik bin Dînâr -kud­di­se sir­ruh- buyurur:

“Şu iki şey hâ­riç dünya­da sa­fâ kal­ma­dı:

  • Kar­deş­ler­le ülfeti tâze tutmak ve soh­bet et­mek,
  • Te­hec­cüd na­ma­zı­na kalk­mak ve o feyizli vakitte do­ya do­ya zi­kir ve Kur’ân-ı Kerîm ile meş­gûl ol­mak.”

ZİKİR MECLİSLERİ

Ammâr bin İbrahim Hazretleri anlatıyor:

Bir velî zâtı, vefâtından sonra rüyâda gördüm. Dünyada iken insanlar ona; “miskîn: yoksul” diye hitap ediyordu. Zikir meclislerini çok severdi. Kendisine:

“–Merhaba, ey yoksul!” dedim. Bunun üzerine bana:

“–Hey Ammâr, artık yoksulluk gitti, zenginlik geldi.” dedi.

“–Mübârek olsun!” dedim. Bundan sonra bana:

“–«Cennete nasıl erdin?» diye sormayacak mısın?” dedi. Ben de sordum, şöyle cevap verdi:

“–Dünyadaki zikir meclislerine devam ettiğim için!”

Bundan sonra, bir hâfızın hâlini sordum; şöyle anlattı:

“–O yüksek dereceli makam kisvesini giydi. Ona; «Oku ve yüksel!» denildi.” (Ahmed er-Rifâî, Onların Âlemi, İstanbul 1994, s. 412)

Bu hâli Rasûlullah r şöyle haber vermiştir:

“Kur’ân’ı okuyup onunla hemhâl olan kimseye (âhirette) şöyle denilir:

«–Oku ve yüksel, dünyada nasıl tertîl üzere ağır ağır okuyor idiysen öylece oku, senin makâmın, okuduğun en son âyetin seviyesinde olacaktır.»” (Ebû Dâvûd, Vitr, 20/1464; Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18/2914; Heysemî, VII, 165-166)

Sohbet meclisleri de Kur’ân-ı Kerîm’in okunup hükümlerinin anlaşılmaya çalışıldığı ve Kur’ân ile hemhâl olunan zikir meclisleri mesâbesindedir.

SOHBETİN BEREKETİ

Ahmed er-Rifâî Hazretleri:

“Zik­rin kal­be yer­leş­me­si, soh­be­tin be­re­ke­tiy­le müm­kün olur.” buyurmuştur.

Ebu’l-Ha­san Şâ­zi­lî Hazretleri’nin bir ta­le­be­si, soh­bet­le­ri ter­k et­miş­ti. Bir ­gün Haz­ret, bu ta­le­be­siy­le kar­şı­laş­tı. Ona:

“–Ni­çin biz­den ay­rıl­dın, soh­bet­le­ri­mi­zi terk et­tin?” di­ye sor­du.

Ta­le­be­si:

“–Bu za­ma­na ka­dar siz­den al­dık­la­rım ve öğ­ren­dik­le­rim ba­na ye­ter, ar­tık si­ze ih­ti­ya­cım kal­ma­dı.” ce­va­bı­nı ver­di.

Bu du­ru­ma üzü­len Şâ­zi­lî Haz­ret­le­ri, onu şöy­le îkâz etti:

“–Bak ev­lâ­dım! Eğer bir kim­se­nin, belli bir müddet içinde al­dı­ğı feyz ile ye­tin­me­si doğ­ru ol­say­dı, Haz­ret-i Ebû Be­kir Sıd­dîk t’ın, Haz­ret-i Pey­gam­ber r’den al­dı­ğı feyz ile ye­tin­me­si ge­re­kir­di. Hâlbuki o, hiçbir zaman kendisini sohbetten müstağnî görmedi, Allah Ra­sû­lü r ve­fât edin­ce­ye ka­dar O’ndan ay­rıl­ma­dı...”

YANMAYAN AŞIK MIDIR?

Îmânı aşkla yaşayan Yûnus Emre Hazretleri de, sohbetlerden alınacak feyzin, kişinin mânevî dünyasındaki ehemmiyetini şöyle ifâde buyurur:

Cânını aşk yoluna,

Vermeyen âşık mıdır?

Cehd eyleyip ol Dost’a,

Ermeyen âşık mıdır?

Dün gün riyâzat çekip,

Halvetlerde diz çöküp,

Sohbetlerde baş çatıp,

Yanmayan âşık mıdır?

GÖNÜL DERYALARINDAN İNCİLER

Cenâb-ı Hakk’ın, velî kullarına bahşettiği yüksek tasarruf ve meziyetleri, Mevlânâ Hazretleri şöyle dile getirir:

“Ehlullâh’ın yüreklerinden taşan mübârek sesler ve sözler, İsrâfîl’in sûru gibi dirilticidir. Onların gönülleri öyle bir gönüldür ki, âşıklar onların vâsıtasıyla mest olurlar. Onların gönülleri (öyle bir câzibe merkezidir ki) her düşünceyi ve sesi kendine çeker. İlhâmın, vahyin ve sırrın lezzeti de onlardır. Eğer velîlerin gönül nağmelerinden birazcık söylesem, bedenleri toprak olmuş canlar, mezarlarından doğruluverirler. Ey gâfil! Kulağını yaklaştır; velîlerin nağmeleri(ni duymaya gayret et! Zira o nağmeler) sana uzak değildir…

Onlar sıcak da söyleseler, soğuk da söyleseler, dediklerine kulak verip nasîhatlerini tut! Tut da şu dünyâ hâdiselerinin muhtelif tesirlerinden, sıcak ve soğuğundan, yani elem ve sürûrundan kurtul! Ki, yakıp kavuran cehennem azâbından âzâd olasın! Bil ki, o mübârek sözlerin sıcağı da soğuğu da ilkbahardır, hayat bahşedicidir. O sözler, kulluğun mayasıdır, özüdür. Uyanık ol; o sözler sâyesinde gönül deryâları incilerle dolar.”

SOHBETTEKİ SIRLAR

Ârif bir gönül, erenler sohbetine can atar. Zira sohbet, vuslatın en kestirme yoludur. Câhiliye insanını da mânevî olgunlukta zirveye ulaştıran, Hazret-i Peygamber’in bu sünneti, yani gönüllerden gönüllere âdeta mânevî bir cereyan hattı tesis eden sohbetleri olmuştur. Zira âdâbına riâyetle îfâ edilen hakîkî sohbette, kalpten kalbe nûr-i ilâhî ve feyz-i Rabbânî akışı vardır.

Bu bakımdan muhterem pederim Mûsâ Efendi -kuddise sirruh- da:

“Yolumuz sohbet yoludur!” buyurur ve sık sık sohbetin ehemmiyetinden bahsederdi.

Mûsâ Efendi Hazretleri, irşad faâliyetlerinin merkezine sohbeti yerleştirmişti. Hattâ âilesinden üç kişi bir araya gelse, onların fuzûlî konuşmalarına müsâade etmez; “Bir sohbeti hak ettik!” buyurarak sohbet yaparlardı. Hattâ hastahanede kaldıkları bir gecenin seherinde, refâkatçileriyle yaptıkları üç kişilik sohbet, unutulmaz hâtıralardan biri olmuştur.

Şöyle buyururlardı:

“Allah Rasûlü r Hazretleri, ashâb-ı kirâm hazarâtını Mescid-i Nebevî’de, Suffe denen mahalde sohbetleriyle tekâmül ettirmişlerdir. Muhammed Bahâuddîn Nakşibend ve emsâli pîrân hazarâtı, sohbete çok ehemmiyet vermişler, büyük velîler bu mânevî dershanelerde yetişmişlerdir.

Sohbetlerde çok sır var. Hem rûhânî bakımdan hem de zâhirî bilgi bakımından. Sohbete devam eden kimse, kendisi farkına varmadan, mânen ve rûhen terakkî ettiği gibi, birçok tarihî, ictimâî, fikrî, coğrafî, dînî ve dünyevî bilgiler de elde etmiş olur. Bu sohbetlerde kalem-kâğıt kullanılmaz ama, bu ulvî kelâmlar Cenâb-ı Hakk’ın izni ile hâfızada kalır.

Sohbet; ivazsız, garazsız, dünyevî bir menfaate müstenid olmayıp sırf Allah rızâsı için yapılırsa, melekler ve rûhâniyet de o toplantıya iştirak eder. Bu sohbetler, mü’minler arasındaki ülfet, samimiyet, sevgi ve muhabbeti kuvvetlendirir. Sohbetlere gelemeyenler, ne kadar derslerini de yapsalar, karşılıklı muhabbet olmuyor. Sâlikler gece evrâdlarına devam etmekle beraber, sohbetlerini de ihmâl etmemelidirler. «Sohbet, diğer yapılan zikir ve evrâdın mütemmimidir.» denilmektedir. Yani diğer ibâdetlerin tamamlayıcısı mânâsındadır.

Herhangi bir kimse, evrâdını muntazam yapmak şartıyla, ihlâs üzere mânevî sohbetlere devam ettiğinde, kalbinde dünyâ hattâ ukbâ sevgisi bile kalmaz, tek Mevlâ sevgisi yer alır. Mevlâ’yı seven, dürüst, istikâmet ehli olur, dînî ve dünyevî vecîbelerini yerine getirir. Zira sohbetlerde, dünya kiri ve muhabbeti gönülden çıkar. Onun yerini Allah ve Peygamber sevgisi doldurur. Orada bulunan kimseler, geldiğinde ne kadar yorgun ve neşesiz olsalar da, meclisten ayrıldıklarında ne yorgunlukları, ne de neşesizlikleri kalır. Çünkü gönlünden dünya kederi ve yorgunluğu çıkmış, yerine Allah ve Peygamber sevgisi yerleşmiştir. Dinçtir, huzurludur. Bir kalbe Mevlâ muhabbeti girdi mi, her şey tamamdır, elhamdülillâh!”[2]

SOHBETLE MUHABBET

İmam Hatip Lisesi’nde okuduğum yıllardı. Ahmed Can isimli güzel bir gönül insanı tanıdım. Pakistanlı idi. Sâmi Efendi Hazretleri’ne meftundu. Rahmetli babam Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-’u da çok sever, yanından ayrılmak istemezdi. Türkiye’ye, Sâmi Efendi Hazretleri’ni ziyarete geldiğinde, bahçemizde bulunan misafirhanede kalırdı.

Gönlü öyle derin bir muhabbetle doluydu ki, sohbet olmadığı günlerde dahî Sâmi Efendi Hazretleri’ni görebilmek iştiyâkıyla yanıp tutuşur ve Hazret-i Pîr’in evinin etrafında dolaşır dururdu.

Velhâsıl, bütün Hak dostları ve sâlihler, sohbet meclislerine büyük bir ehemmiyet atfetmişler, evlâtlarının da bu mânevî menbâlardan kana kana içmesini arzu etmişlerdir. Zira mânevî sohbetlere îman heyecanı ve ibâdet vecdi içinde devam etmek, bir mü’min için en mühim âhiret sermâyelerinden biridir.

Dipnotlar

[1] Ebû Saîd Muhammed Hâdimî, “Risâletü’n-Nasâyıh ve’l-Vasâyâ’l-Mübâreke”, Mecmûatü’r-Resâil, s. 130-131, İstanbul ts., Matbaa-i Âmire.

[2] Bkz. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 46-47; VI, 64, 94-95; Allah Dostunun Dünyasından Hacı Mûsâ Topbaş Efendi ile Sohbetler, haz. Erkam Yayınları, s. 76.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ALLAH DOSTU KİMDİR VE NASIL OLUNUR?

Allah Dostu Kimdir ve Nasıl Olunur?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.