Aklın 'bilme-bulma-anlama' Gücü

Büyük İslâm âlimi, tarihçi ve sosyolog İbn-i Haldun "Akıl sağlam bir terâzidir. Ama onunla Allâh’a ve âhirete âit meseleleri, peygamberlik hakîkatlerini, akıl ötesi hakîkatleri ölçemezsiniz. Bu boş bir gayret olur ve bir kişinin, «Ne kadar hassas tartıyor!» diye kuyumcu terazisinde dağları tartmak istemesine benzer. Terazinin sağlamlığına bir şey denilemez ama onun gücünün bir sınırı vardır. Aynı şekilde aklın «bilme, bulma, anlama» gücünün de bir sınırı vardır, onun dışına adım atamaz." diyor.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’ne göre akıl ve ilham; Allâh’ın zât ve sıfatlarını lâyıkıyla kavrayabilmekten, yakînî bilgiye ulaşmaktan, hakîkatleri kusursuz ve tam olarak bilmekten ve idrak kapasitesinin ötesindeki bilgilere ulaşmaktan âcizdir. Akıl ve ilhâmın elde ettiği neticeler ve ortaya koyduğu bilgiler; şüphe, tereddüt, hatâ, noksanlık ve yanılma tehlikelerinden hiçbir zaman tam olarak arınmış olamaz.

O hâlde hayat ve kâinâtın mânâsını doğru bir şekilde anlamak ve Allah Teâlâ’yı aslî hakîkatine uygun bir şekilde tanımak; ancak mutlak hakîkatler menbaı olan vahiyden feyizlenmiş peygamberler vâsıtasıyla olabilir. Nasıl ki aklın kâbiliyeti ve kavrama gücü görme ve işitme gibi duyuların ötesinde ise, aynı şekilde peygamberliğin kâbiliyet ve salâhiyeti de aklın ötesindedir. Allâh’a tâzîm, ibadet, ilâhî emirlere itaat ve O’nu tanımanın en doğru yolunu ancak peygamberler gösterebilir.

AKILLA HAKİKATE ULAŞILABİLİR Mİ?

Aklı, hakîkatlere ulaşmada sonsuz kudret sahibi bir varlık zannederek her şeyi onunla ölçüp tartan feylesoflar, Allâh’ı tanıma hususunda gülünç hatâlara düşmüşlerdir. Nasıl ki saf ve mücerred akıl diye bir şey yoksa, nefsânî arzular ve dış tesirlerin doğru-yanlış yönlendirmelerinden âzâde, saf bir ilhamdan da söz edilemez. Hattâ bu, Ankâ Kuşu’na benzer, düşüncede vardır, hakîkatte ise yoktur. Hakîkatlerin içe doğduğunu iddiâ eden İşrâkîler ile bâzı riyâzatlarla sadece nefislerini arındıranlar da, aynı şekilde vehim, şüphe ve cehâletin tuzağına dûçâr olmuşlardır.

Aklın, katıksız, kusursuz ve saf olması imkânsızdır. Zira akıl; kanaatlerden, îman hâline gelmiş düşüncelerden ve dış tesirlerden müteessir olur. Hırs, öfke, heves gibi zaaflardan; unutma, dalgınlık ve hatâ gibi kusurlardan kurtulamaz. Onun ulaştığı pek çok hüküm, bu dış renklerle boyanmış ve karışmış olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple akıl, hatâsız bir kaynak değildir, bilâkis kifâyetsizdir. Buna karşılık peygamberlere vahiy getiren melek, bütün bu kusurlardan uzaktır ve hiçbir menfî tesire açık değildir. Bu sebeple yanılmaz ve kusursuz kaynak, sadece peygamberliktir. Peygamberlik olmadan gerçek nefs tezkiyesi de mümkün değildir.[1]

AKLIN GÜCÜNÜN DE BİR SINIRI VARDIR

Büyük İslâm âlimi, tarihçi ve sosyolog İbn-i Haldun bu hususta şöyle der:

“Akıl sağlam bir terâzidir. Ama onunla Allâh’a ve âhirete âit meseleleri, peygamberlik hakîkatlerini, akıl ötesi hakîkatleri ölçemezsiniz. Bu boş bir gayret olur ve bir kişinin, «Ne kadar hassas tartıyor!» diye kuyumcu terazisinde dağları tartmak istemesine benzer. Terazinin sağlamlığına bir şey denilemez ama onun gücünün bir sınırı vardır. Aynı şekilde aklın «bilme, bulma, anlama» gücünün de bir sınırı vardır, onun dışına adım atamaz.”[2]

Felsefe ve benzeri yollar, peygamberlerin tebliğ ve irşâdı olmadan, kendi gayretleriyle hakîkati anlamak iddiâsındadırlar. Fakat bu hakîkatler, Allâh’ın kendilerine peygamberlik lûtfettiği müstesnâ kullarının aracılığı olmadan öğrenilemez. Onlar, bütün insanlık için Allâh’ın en büyük nîmetidir. Peygamberlerin, Allâh’ın zât ve sıfatları hakkında hiçbir karşılık beklemeden verdikleri o muhteşem ilmin bir zerresini bile insanlar, binlerce senelik felsefî düşünce, araştırma, inceleme, müşâhede ve nefsi arındırma yoluyla elde edemezler. “...İşte bu, Allâh’ın bize ve bütün insanlara bir lûtf u keremidir, fakat insanların çoğu şükretmezler.” (Yûsuf, 38)[3]

DİPNOTLAR

[1] Bkz. İmâm-ı Rabbânî, a.g.e, II, 150, no: 266; III, 239-242, no: 23; Ebû’l-Hasan en-Nedvî, a.g.e, s. 203-204, 227.

[2] İbn-i Haldûn, Mukaddime, s. 473.

[3] Ebû’l-Hasan en-Nedvî, a.g.e, s. 211-212.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.