Aile Yuvasında Huzur ve Saadet

Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocaefendi ile "aile yuvasında huzur ve saadet" üzerine yapılan mülakatı sizlerle paylaşıyoruz.

Rabbimizin örnek şahsiyet olarak lutfettiği Peygamber Efendimiz’in âile yuvası, bütün insanlık âlemi için en ideal bir yuvadır. Hiçbir kadın, efendisini; vâlidelerimizin Allah Rasûlü’ne olan sevgileri derecesinde sevemez. Hiçbir koca da hanımını; Allah Rasûlü’nün, mübârek hanımlarına olan muhabbeti seviyesinde sevemez. Hiçbir evlât, babasını; Hazret-i Fâtıma’nın, babasını sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da evlâdını, Allah Rasûlü’nün Hazret-i Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez. Yuvasında huzur ve saâdet arayan kişi, o mümtaz yuvanın rûhânî dokusundan hisse almanın gayreti içinde olmalıdır.

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi ile aile saadeti üzerine...

İlk insandan günümüze kadar pek çok âile kuruldu. Bu âileler içinde örnek alacağımız en ideal âile yuvasından bahseder misiniz?

Rabbimizin bütün insanlığa örnek şahsiyet olarak lutfettiği Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âile yuvası, her bakımdan en ideal ve örnek bir yuvadır.

O yuva, dünyanın öyle huzur ve güzellik dolu yuvasıydı ki, günlerce sıcak bir yemek pişmediği hâlde, burcu burcu saâdet kokardı. Üstelik o mukaddes yuvada hanımların odası, ancak başlarını sokacak bir mekândan ibâretti. Ancak o yuvanın en lezzetli rızkı; rızâ, sabır ve teslîmiyetti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âile hayatında uyguladığı terbiye usûlü, onların kalplerini sonsuz bir bağlılık, hürmet ve muhabbetle doldurmuştu.

Hiçbir kadın, efendisini; vâlidelerimizin Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan sevgileri derecesinde sevemez. Hiçbir koca da, hanımını; Allah Rasûlü’nün, mübârek hanımlarına olan muhabbeti seviyesinde sevemez. Hiçbir evlât, Hazret-i Fâtıma’nın babasını sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da evlâdını, Allah Rasulü’nün Hazret-i Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her biri mü’minlerin anneleri makâmında olan hanımları arasında adâlete de son derece riâyet etmiştir. Bu hususta elinden gelen gayreti göstermiş, fakat mutlak adâleti temin etmenin zorluğunu da îtirâf ile Cenâb-ı Hakk’ın af ve merhametine ilticâ etmiştir.[1]

Âile hayâtının huzur ve saâdet ile devam etmesi için başka ne gibi hususlara dikkat edilmelidir?

Âile hayatında “müştereklik” dediğimiz “ortak paylaşma” duygusu, hayatın her ânında, rûhâniyet ve muhabbet iklîminde devam ettirilmelidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- âilenin bu muhabbet iklîmini şöyle tavsîf eder:

“Bir kimse geceleyin hanımını uyandırır da beraberce veya her biri kendi başına iki rekât namaz kılarlarsa, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve Allâh’ı çok zikreden kadınlardan yazılırlar.” (Ebû Dâvûd, Tatavvû 18, Vitir 13)

“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet etsin! Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah rahmet etsin!” (Ebû Dâvûd, Tatavvû 18, Vitir 13)

Bu hadîs-i şeriflerden anlaşılan nükte şu ki, insan cinsinin saâdeti şu iki şarta bağlıdır:

  1. Eşler arasında samimiyet,
  2. Birbirini takvâya teşvik.

Saâdet, kadın ve erkek kıymetlerinin korunması ile elde edilir. Hayat arkadaşlarının mesud günleri; ince ve derin hatıralar, samîmî neşeler, refah, huzur ve lezzet, hep nikâh gölgesinden temin edilir.

Ancak unutulmamalıdır ki, sevinç ve mutluluklar paylaşıldığı gibi; sıkıntı, keder, hüzün ve iptilâlar da paylaşılmalıdır. Taraflar, her zaman ve bilhassa mânevî hususlarda birbirlerine destek vermeli, birbirlerini yıkayan iki el gibi olmalı ve birbirlerine en yakın tesellî kaynağını, yine kendileri teşkil etmelidirler.

Çünkü hayat, her zaman pembe bulutların üzerinde devam etmez. Hayatın inişi-çıkışı, fırtınaları, virajları ve engebeleri olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır. İnsanlar için gelecek günler, meçhul ve sürprizlerle doludur.

Kader, bir sırr-ı ilâhîdir. Bu bakımdan en büyük güç ve destek kaynağı, öncelikle Allâh’a bağlılık ve îmandır. İkinci büyük destek de birbirleriyle kaynaşmış ve tek bir yürek hâline gelmiş olan eşlerdir.

Dikkat etmelidir ki, eğer çaresiz ve bitkin insanlar, başlarına gelen büyük musîbet ve felâketlerde âile içinden beklediği desteği bulamazlarsa, daha büyük yıkımlara ve çöküşlere mâruz kalabilirler. Ya da âile dışında tesellî arayışlarına girerler ki, bu da âileyi çöküşe götüren ilk adımı teşkil edebilir.

Ancak rûhen olgunlaşmış, anlayışlı fertlerden oluşan yuvalarda ise, başlarına gelen bâdireler, âilenin sağlamlığı ölçüsünde kolaylıkla bertarâf edilir. Âile sağlamlığı, rûhî olgunluğa paralel olarak bilhassa karşılıklı geçim ehli olmaya bağlıdır.

Günümüzde evlilik dışı ilişkiler ve zinâ, kimi çevrelerce revaçta tutulmaya çalışılmakta, kadın ve âilelerin iffet ve nâmusu küçük görülmektedir. Âile fertlerinin bu hususta nelere dikkat etmesi gerekir?

İslâm’a göre nikâh ve âile müessesesi; nesil yetiştirmek, evlât terbiyesi, neslin muhâfazası ve insanlık haysiyetinin korunması bakımından muazzam ve vazgeçilmez bir değerdir.

İslâm bu değere o kadar ehemmiyet verir ki, onu yok etmeye kasteden çürük ve sefil münâsebetleri tamamen reddeder. Bu itibarla nikâh dışı rezâletlerin en kötüsü olan “zinâ” fiilini, en ağır bir haram olarak yasaklar. Zira o çirkin hâl; nikâhın zarâfetine, güzelliğine ve meşrûiyetine çılgınca bir saldırış ve nesli yok eden en acımasız bir cinâyettir. Nikâh gibi bir saâdet ve huzur dünyasını, fuhşun murdarlığına değiştirmek kadar ahmaklık ve cehâlet olamaz.

Fazîletli bir millet ve memleketin sokakları, rezâlet manzaralarına terk edilemez. Meydanlar ahlâksızlığın harman olduğu yerler değildir.

Bir hanımın en paha biçilmez ve en kıymetli varlığı, onun iffetidir. Kadınlık şeref ve haysiyetini korumak, ancak iffet sâyesinde mümkündür. Yüce dînimiz, kadının iffetine çok fazla ehemmiyet vermiştir. Meselâ Meryem vâlidemiz, iffeti sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’de medhedilmiş ve onun ismi tam 34 yerde zikredilmiştir. Kur’ân’da isminin bu kadar zikredilmesi, başka hiçbir kadına nasîb olmamış bir şereftir.

Bu da gösteriyor ki, bir kadını en değerli yapan husus, iffettir, iffettir, iffettir. Lâkin, hanımlık haysiyetini yitirirse, eğlence, oyuncak ve en sefil bir varlık olur.

Hazret-i Fâtıma annemizin bir sıfatı da “Betül”dür. Yani dâimâ temiz ve tertemiz…

Bunun için İslâm, tesettüre ehemmiyet vermiştir. Çünkü tesettür, kadını hem fizikî, hem de rûhî olarak muhâfaza altına alan bir kalkan mesâbesindedir. Kadın, tesettürden sıyrıldığı takdirde kadınlığına has nice meziyetleri yitirmektedir. Lâkin mütesettir, iffetini muhafaza eden, vakarlı bir hanım, hayat boyu bir iffet âbidesi olarak ömür sürer.

Tesettür emri, İslâm’da kadına verilmiş olan yüksek mevkî ve kıymetin de mühim bir tezâhürüdür. Nitekim değerli hazineler, en güzel şekilde muhâfaza edilir; tutup da hırsızların gözleri önüne serilmez. İşte müslüman kadın, kendisine verilen yüksek kıymet sebebiyle yabancı bakışların yıpratıcı ve incitici tesirinden tesettür sâyesinde muhafaza edilmek istenmiştir. Tesettürün en büyük hikmetlerinden birisi de budur.

Günümüzde gazete, dergi ve televizyonların tesiri hakkında neler söylemek istersiniz? Gençlerimizi ve çocuklarımızı bunların menfî tesirinden nasıl koruyabiliriz?

Maalesef bugün toplum, bir yangın yerine dönmüş durumda. Yavrularımızı bundan kurtaracak olan, şuurlu, idrâkli, hakikî annelik eğitimini almış bulunan genç kızlarımızdır.

Bugün bir memleketin istikbâlini görmek kerâmet değildir. Gençliğin temâyülleri, istikbâlin ayak sesleridir. Onun için yavrularımızı bir “kurtlar vadisi” hâline gelmiş olan müesseselerin şerrinden korumak zarûrîdir. Bugün medya da ekseriyet itibâriyle bu durumdadır.

Yavrularımız, bizler için -inşâallah- bir sadaka-i câriye olacaktır. Fakat onların hâlini umursamazsak, -Allah korusun- bir seyyie-i câriye olacak ve bizim âhiret felâketimiz hâline dönüşecektir.

Annenin mahâreti ve sanatı, yetiştirdiği evlâdında ortaya çıkar. Nasıl ki bir tamircinin sanatı, tâmir ettiği eşyada ortaya çıkmaktaysa, annelerin sanatı da yetiştirdikleri nesilde kendini gösterecektir. Bu bakımdan bilhassa annelerin, çocuklarını menfî tesir odaklarından korumak ve onları güzel ahlâk sâhibi, îmanlı bir nesil olarak yetiştirmek için evvelâ kendilerini kâfî derecede yetiştirmeleri îcâb etmektedir.

Efendim, günümüzün çok ciddî bir hastalığı da, anne ve baba namzetlerinin, keyfî olarak yavrularına kıymaları, daha anne karnında çocuğu aldırmaya çalışmalarıdır. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Gerçekten bâzı anne-babalar, bir zarûret olmaksızın sırf nefsânî rahatlık ve konforları için câniyâne bir şekilde çocuk aldırmaya teşebbüs etmektedirler. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen yarı vahşî câhiliye insanlarıyla âdeta vahşet yarışına girmişçesine, daha anne karnındaki mâsum bebekler bir hiç uğruna parçalanarak modern bir cinâyete kurban edilmektedir. Bu, en başta ilâhî lutfa karşı nankörlüktür. Ayrıca böyle yapanların, hayatın hangi sürprizlerine dûçar olacakları da meçhuldür. Bu cinayeti işleyenler, belki yarın hayatta yapayalnız kaldıklarında elinden tutacak olanın, o çocuk olacağını iyi düşünmelidirler. Veya vaktiyle kendi anne-babaları da onları istemeyip aynı âkıbeti onlar için revâ görselerdi, bugün onlar da hayatta olamayacaklardı. Bunları hesap etmelidirler.

Din ve îmandan mahrûmiyet sebebiyle hayatı sırf ten plânında yaşayan, egosunu ve nefsânî arzularını tatmin etmekten başka bir düşüncesi olmayan, insanlık şeref ve haysiyetine vedâ etmiş bencil bir neslin, nasıl felâket manzaraları oluşturduğuna, dünya tarihi sayısız defa şâhit olmuştur.

Fuhuş, narkotik ve mâneviyattan uzaklaşma felâketine dûçâr olan toplumların hâli, büyük ve dehşetli bir deprem felâketine uğramış memleketlerden daha beterdir. Böyle toplumlar, acıklı bir sahrâ hastanesine benzer.

Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

Sözlerimi şu niyâz ile tamamlamak isterim:

Bütün dünyada âile yuvalarının ahlâksızlık, ihmal ve muhabbetsizlik depremleriyle sarsıldığı şu demlerde, Rabbimiz, âilelerimizi sağlam temeller üzerinde inşâ edebilmeyi ve yaşatabilmeyi cümlemize nasip eylesin! Hânelerimizi; muhabbet, huzur ve saâdet tecellîleriyle dolu bir dünya cenneti kılsın! Âile cennetimizin kapısının da, cemâlullâha vuslatın tecellî edeceği ebedî cennetlere açılmasını lutfeylesin! Âmîn…

[1] Bkz. Ebû Dâvûd, Nikâh, 39; Tirmizî, Nikâh, 42.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.