Aile Nedir?

Aile ne demektir? Aile bireyleri kimlerden oluşur? İslam’da ve İslam ülkelerinde aile hukuku...

Aile, aralarında evlilik ve kan bağı bulunan koca, karı, çocuklar, kardeşler vb.nin oluşturduğu toplum içindeki en küçük bütündür.

AİLE NE DEMEKTİR?

Erkekle kadının meşrû evlilikle kurduğu yuvaya arapçada “el-usratu”, türkçede ise “aile” denir. Batı dilinde latince “familia” dan alınmış kelimeler aynı kavramı ifade eder. İslâm fıkhında aile ile ilgili esas ve hükümler “nikâh-talâk”, “munâkehât-mufârakât” veya “el-Ahvâlü’ş-şahsiyye” gibi başlıklar altında incelenir.

AİLE KİMLERDEN OLUŞUR?

Aile yuvası tarih boyunca sosyal ve ekonomik etkilerle kimi zaman genişlemiş, daralmış, ancak daima var olagelmiştir. Eskiden aile yalnız karı-koca ve çocuklardan ibaret değil, dede, nine, büyük dede, baba, çocuk, torun gibi usûl ve furû’dan başka kardeş, yeğen gibi civar hısımları da içine alan büyük bir topluluk idi. Kimi zaman bir aşiret, bir klân veya bir kabile başlı başına bir aileyi teşkil ediyordu. Mülkiyet aileye ait bir nitelik taşır ve aile başkanının kişiliğinde temsil edilirdi. Özellikle Fransız devriminden sonra aile yapısı ve anlayışında değişiklikler meydana geldi. Batı kaynaklı hukuka yönelen ülkelerde fertler arasında hukukî eşitlik prensibi kabul edildi.

İSLAM’DA AİLE

İslâm ise kendi mensuplarının kuracağı aile yuvasını, kendine özgü bir takım ilkelere bağladı. Çünkü aile bir toplumun çekirdeği olup, her fert aile yuvasının eğitim ve terbiyesinden geçer. Fertlerin ilk kültür ve gelenek hamurunu aileleri yoğurur.

Kur’ân-ı Kerîm’de kadın ve aile ile ilgili yüzden fazla âyet vardır. Yine bu konuda bağımsız bir cilt kitap olacak kadar da Hz. Peygamber’in hadisleri mevcuttur. Diğer yandan fıkıh mezheplerinin oluştuğu devirden itibaren de her mezhebin fıkıh ve fetva kitaplarında aile ile ilgili bölümler, o mezhebin hâkim olduğu bölgelerde “kanun” olmuştur.

OSMANLI’DA AİLE HUKUKU

Osmanlılar döneminde kaleme alınan bazı fıkıh metin kitapları, belli dönemlerde, kanun maddeleri gibi devlet tarafından uygulamada esas alınmıştır. Meselâ; Osmanlı Şeyhülislam’ı Molla Hüsrev’in (ö.885/1480) el-Gurer ve bunun şerhi ed-Dürer adlı eseri 17 nci yüzyıla kadar, hakimlerin elinde bir kanun kitabı gibidir. Bu tarihten sonra ise İbrahim el-Halebî’nin (ö.956/1549) Multeka’l-Ebhur adlı eseri, aile hukuku konusunda resmî bir kanun görevi yapmıştır. Bu durum 1917 M. tarihine kadar sürmüştür.[1]

Diğer yandan babası Anadolu Türklerinden, annesi Mısırlı olan Kadri Paşa’nın (ö.1306/1888), hazırladığı 647 maddelik “el-Ahkâmu’ş-Şer’iyye fî’l- Ahvâli’ş-Şahsiyye” adlı eser, yukarıda sözünü ettiğimiz el-Gurer ve el-Multeka adlı eserlerin evlenme, boşanma, miras ve benzeri aile meselelerinin kanun tarzında yazılmış şekli gibidir.[2] Miras ve vasiyyet bölümü gibi bir iki tadilat dışında Mısır’da İslâm toplumuna halen uygulanan kanun budur. Bu kanun metnini oluşturan altı bölüm başlığı şunlardır: a) Evlenme, b) Karı-kocanın hak ve görevleri, c) Boşanma, d) Nesep ve çocuklar, e) Vesayet, hacr, hibe ve vasiyet, f) Miras.

1917 Tarihli Osmanlı Hukuk-ı Âile Kararnâmesi (HAK):

Osmanlılarda ilk metin haline getirilen şer’î kanun 1876 tarihli Mecelle’dir. Mecelle tam bir medenî kanun olmayıp; şahıs, aile ve mirasla ilgili hükümleri kapsamıyordu. Bu konular yine fıkıh ve fetvâ kitaplarına bırakılmıştı. Bu durum ise özellikle hâkimler için zorluk arzediyordu. Bu eksikliği tamamlamak üzere özellikle evlenme ve boşanmaya ilişkin esaslar Hanefî mezhebi esas alınarak, ancak 21 kadar mesele, başta Malikîler olmak üzere diğer mezheplerden görüş alınarak hazırlanmıştır.

Hakuk-ı Aile Kararnamesi’nin baş tarafında, hazırlanış gerekçesi şu şekilde belirtilmiştir: “Mecelle’nin aile hukuku ile ilgili hükümleri kapsamaması yüzünden, ülkemizde bu konuda, değişik din ve milletlerden, her bir gruba kendi din ve mezheplerine ait hükümlerin uygulanması ve bu hükümleri şer’î hâkimlerin bilmemesi nedeniyle, gayri müslimlerin ruhanî reislerine yargı yetkisinin verilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Halbuki devlete ait olan yargı yetkisinin, ciddi bir kontrola tabi olmayan fert veya heyetlere verilmesi, birçok sakıncaları da beraberinde getirir.”

Bu kararname ile Hristiyan ve Yahudi ruhanî reislerinin evlilik akdine, nikâhın feshine ve buna bağlı olarak karı-koca nafakasına, drahoma ve cihaza ilişkin anlaşmazlıklarda kaza yetkileri kaldırılmıştır.

İki kitap ve 157 maddeden ibaret olan Hukuk-ı Aile Kararnamesini; Mahmud Esad Efendi, Hafız Şevket Efendi, Said Bey, Ali Baş Hampa Efendi ve Mustafa Fevzi Efendi’den ibaret beş kişilik komisyon İslâm, Hristiyan ve Musevî aile hükümlerini dikkate alarak hazırlamıştır.[3]

Kararname ayrı bölümler halinde Hristiyan ve Musevilerin de evlenme, boşanma gibi aile mevzuatını kapsadığı için, çok hukuklu bir sistemin, tek yargı sistemi içinde yer almasının tipik bir örneğidir. Her din mensubunun kendi inancına göre ibadet ve amel yapabilmesi Osmanlı’nın bu son kanun metninde de bir daha vurgulanmıştır. İnancına uygun olarak evlenme ve buna göre boşanma, aile içi ilişkilerin yine bu inanca göre düzenlenmesi, yirminci yüzyıl toplumlarının ulaşmayı hedefledikleri bir özgürlük biçimidir.[4]

İstanbul’un 1918’de İngilizler tarafından işgali üzerine H.A.K. yürürlükten kaldırılmış ise de, Anadolu kesiminde 1926’da Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girinceye kadar uygulandığı söylenebilir. Daha sonra Türkiye’de hükümleri ilga edilen bu kararnamenin 1953 yılına kadar Suriye’de ve günümüze kadar da kısmen Lübnan, Filistin ve İsrail’de, yine 1951 yılına kadar Ürdün’de uygulandığı görülür. Günümüz Suriye, Ürdün ve Irak aile kanunları üzerinde Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi etkili olmuş ve onlar için bir model teşkil etmiştir.[5]

İstiklâl savaşı sonrasında Ankara hükümeti millî kökenli yeni bir Medeni Kanun hazırlamak üzere bazı komisyonlar kurmuştur. Aile Kanun tasarısını hazırlayacak olan bu komisyon 1923’te sekiz kişi ile çalışmaya başladı. Üyeler şunlardır: Sadeddin Beyefendi (başkan), Muammer Bey, Hafız Şevket Efendi, Mişon Vantura Efendi, Kemal Atıf Bey, Ahmet Samim Bey, Gönenli Mehmet Efendi ve Ömer Nasuhi Efendi. Bu komisyon H.A.K.’ne benzer bir tasarı hazırlamışsa da, meclise sunulan bu tasarı, 1924 Nisan ayında yeni Adliye Vekili Necati Bey tarafından geri alınmıştır.

11 Mayıs 1924’te yeni tadil komisyonları kurulmuş ve batıya yakınlaşmanın öngörüldüğü talimatnâme doğrultusunda çalışmaları istenmiştir. Ahval-i Şahsiyye komisyonu Hacı Adil Bey (başkan), Şevket Bey, Muammer Raşid Bey, Ahmed Samim ve Ömer Nasuhi (Bilmen) Efendi’den oluşmuş, ancak Ömer Nasuhi Bey sağlık nedenleri ile komisyondan ayrılmıştır. Komisyonun altı ay kadar çalışarak hazırladığı 142 maddelik aile kanunu tasarısında müslim-gayri müslim ayırımı kaldırılmış, batı hukukundan yararlanılmış, boşama yetkisi erkek ve kadına eşit olarak verilmiş ve çok kadınla evlilik hâkim iznine bağlanmıştı. 1 Aralık 1924’te adliye encümenine verilen tasarı, Türkiye için batı ülkelerinden medenî kanun alma hazırlıkları başladığından, görüşülmeden rafa kaldırılmıştır.[6]

Dipnotlar:

[1] Halil Cin-Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, Konya 1989, s. 54. [2] bk. Akgündüz, Külliyat, Diyarbakır 1986, s. 143 vd.; Halil Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya 1988, s. 7. [3] Cin, age, s. 292, 293; Akgündüz, age, 146 vd.; Mehmet Akif Aydın, İslâm-Osmanlı Aile Hukuku, İstanbul, 1985, s. 163 vd.; Cin-Akgündüz, age, s. 55 vd. [4] H.A.K. metni için bk. Ceride-i İlmiyye, Yıl: 4, Sy. 34, Sh. 1004; Takvîm-i Vekâyi, 31 Teşrin-i Evvel 1333. [5] bk. Aydın, age, s. 225 vd.; Cin-Akgündüz, age 59, 60. [6] bk. Ceride-i Adliye, 1340-41, s. 888-891, 953-957, 1033-1036, 1117-1123; Cin-Akgündüz, age, s. 60, 61; Aydın, age, 238, 239; H. Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul, 1983 s. 161 vd.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

AİLE HAYATININ ÖNEMİ

Aile Hayatının Önemi

NEDEN AİLE KURARIZ?

Neden Aile Kurarız?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.