Ahmed Bin Hadraveyh (k.s.) Kimdir?

Adı Ahmed bin Hadraveyh, künyesi Ebû Hâmid, nisbesi el-Belhî. Horasan erenlerinin “Fütüvvet” yoluna bağlı olanlarından. Ebû Türab en-Nahşebî ile Hatim el-Esamm’­ın sohbetinde bulundu. Hacc seyahati esnasında ِnce Bayezid Bistamî ile, sonra Ni­şâbur’da Ebû Hafs Haddâd ile görüştü. 240/854 yılında vefat etti.

Allah ile beraber olmak isteyenle “sıdk” sıfatına sarılmayı tavsiye eder, çünkü, “Allah sadıklarla beraberdir” derdi.

Fukaraya hizmet edenlerin üç çeşit ikrama nail olacaklarını müjdelerdi:

  1. Alçakgönüllülük,
  2. Hüsn-i edeb,
  3. Cömertlik.

Ebu Hafs’a sordular:

– Sûfî taifesi içinde gördüklerinin en ulusu kimdir?

Şu karşılığı verdi:

– Ben sûfîler içinde himmeti Ahmed bin Hadraveyh’ten daha yüce, hali ondan daha üstün ve sıdk esasına bağlı bir kimse görmedim. Ibn Hadraveyh olmasa, fütüvvet ve mürüvvet bilinmezdi.

ŞÖHRET AFETİ

O, isimsizlik yolunu seçenlerdendi, şöhretin afet olduğunu bilenlerdendi. Bu yüzden: “Velî kendine bir şekil verip yer aramaz. Velînin kendine mahsus bir ad ve sıfatı bulunmaz” derdi.

İbn Hadraveyh, kalplerin cevval olduğunu, daima ya Arş’ın etrafında ya da dünyanın bağ ve bostanlannda cevelân edip dolaştığını söylerdi. O’na göre kalpler bir takım kaplardı. Hak ile dolunca ondan taşan nur, organları kaplardı. Batıl ile dolunca da ondan taşan zulmet, organlardan da zahir olurdu. O’na göre gerçek hürriyet, ubudiyette (kullukta) idi. Kulluk, gerçek hürriyet ve nefsin esaretinden kurtulmaktı. Din hususunda da, dünya konusunda da zıdları bir arada bulundurmak imkansızdır, derdi.

Gafletten daha ağır bir uykunun olmadığını, şehvetten daha güçlü bir esaretin bulunmadığını ifade ederdi.

Ona göre gafletin azgınlığı olmasa şehvet insana hakim olamazdı.

Allah ile beraber olmak isteyenle “sıdk” sıfatına sarılmayı tavsiye eder, çünkü, “Allah sadıklarla beraberdir” derdi.

Fukaraya hizmet edenlerin üç çeşit ikrama nail olacaklarını müjdelerdi:

  1. Alçakgönüllülük,
  2. Hüsn-i edeb,
  3. Cömertlik.

Sabır ile rıza hakkında şöyle konuşurdu: Sabır darda ve zarurette kalanların azığıdır. Rıza ise ariflerin makamıdır. Gerçek sabır, şikayet etmeden ve sızlanmadan yapılan sabırdır.

Kendinden nasihat isteyen birine: “Nefsini mücahede ile öldür ki, müşahedeyle diriltebilesin” dedi.

O’nun telakkisine göre amellerin en faziletlisi sırrın masivaya yönelmekten korunmasıydı.

Gerçek sevgi, Allah Teâlâ’yı kalb ile tanımak, huzur ve saygı duygusu içinde dil ile O’nu zikretmekti. Masivadan himmet ve alakayı kesmekti. Çünkü masiva ile hoşnud olan aldanmıştı. Yol apaçıktı. Hakk zahirdi. Kur’ân ve sünnetin daveti duyulmuştu ve bu kafiydi. Bundan sonraki şaşkınlık sadece körlüktü.

ZAHİDE HÂTÛN

Hanımı Fâtıma, Belh sultanının kızıydı. İçinde tevbe arzusu uyandığında Ahmed’e elçi gönderip kendisini babasından istemesini teklif etti. Ahmed, önce cevap vermedi. Bunun üzerine Fâtıma tekrar, “Ben senin rehber olduğunu sanmıştım. Sen ise rehzen (yol kesici) imişsin” diye Ahmed’e elçi tekrar gönderdi. O da onu babasından istetti. Babası da Fâtıma’yı onunla nikahlamaya gönülden razı oldu. Fatıma, zühd yaşayışına meraklı, alayiş ve gösterişten hoşlanmayan zahide bir hanımdı. Eşine bu konuda yardımcı oldu. İkisinin menkıbeleri bu yüzden dillere destan oldu. Kocasıyla birlikte Bayezid Bistami’nin sohbetlerinde bulundu. Bayezid onu takdirle överek şöyle derdi: “Kadınlar libası içinde bir er görmek isteyen Fâtıma’ya baksın!”

İbn Hadraveyh ile hanımının şu kıssaları meşhurdur:

Ahmed bin Hadraveyh, hacc dönüşü Yahya bin Muaz’ı Belh’e davet etmek istedi. Hanımıyla bu davette yapılacak ikram konusunu istişare etti. Fâtıma şöyle konuştu:

– Bu davette, bir çok koyun ve sığır kesmeli. Şu kadar malzeme almalı; buhurlar, şamdanlar, miskler ve diğerleri tam tekmil olmalı. Arkasından yirmi tane eşek kesmeli.

İbn Hadraveyh bunu duyunca şaşaladı ve sordu:

– Hepsini anladım da bu yirmi eşek neyin nesi, onu anlayamadım. Fatma dedi ki:

– Kerem sahibi birine ikramda bulunan bir mükrimin ikram ve ihsanlarından mahallenin köpekleri de nasiplerini almalıdır.

HIRSIZIN NASİBİ

İbn Hadraveyh’in evine bir gün hırsız girmişti. Hırsız her tarafı karıştırdığı halde götürecek birşey bulamayınca çıkıp gidiyordu ki, arkasından seslendi:

– Delikanlı al şu kovayı doldur, abdest al ve namaz kıl. Belki sabaha kadar evime bir şey getiren olur da, ben de onu sana veririm, dedi.

Genç hırsız şaşkınlıkla kovayı aldı, su doldurdu, abdest aldı. Sabaha kadar namaz kılmaya devam etti. Sabahleyin ağanın biri bir kese altın gönderdi. Şeyh hırsıza seslenerek:

– Al şunu, bir gece namaz kılmanın karşılığı budur, dedi. Bunun üzerine genç, hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla ağlayarak tevbekâr oldu. Ve İbn Hadraveyh’in müridleri arasına katıldı.

İbn Hadraveyh her işte Hakk’ın rızasını arayanlardandı. Nitekim dervişin biri ona misafir olmuştu. İbn Hadraveyh onun için yetmiş mum yaktı. Derviş bu durumdan sıkılarak:

– Tasavvuf resmiyet ve tekellüf müdür ki bu kadar sıkıntıya giriyorsun? dedi. O da:

– Öyleyse bunlardan hangisi Hakk rızası ile yakılmamışsa söndür, dedi. Derviş sabaha kadar su ve kum taşıyarak bu mumları söndürmeye çalıştı ise de başaramadı. İbn Hadraveyh ertesi gün dervişe: “Bundan daha acayib şeyler görmek ister misin?” dedi. Birlikte yürüdüler. Bir kilisenin  yanından geçerken orada oturan hıristiyanlar onları içeri çağırdılar. O, yanındaki dervişle birlikte içeri girdi. Kilisedekiler bir müddet sonra sofra kurup İbn Hadraveyh ve dervişi davet ettiler. İbn Hadraveyh:

– Hakk dostlarının hakk düşmanlarıyla birlikte yemek yemesi yakışık almaz, dedi. Onlar da:

– O halde bize Hakk’ı öğret, dediler. O da onlara İslam’ı telkin edince orada bulunanlardan yetmiş tanesi müslüman oldu. İbn Hadraveyh o gece rüyasında şöyle bir hitap duydu: “Sen bizim için yetmiş mum yaktın. Biz de senin için yetmiş gönlü iman ateşiyle yaktık.”

Birgün yanında “Allah’a koşunuz!” (ez-Zariyat, 51/50) âyeti okunduğunda şöyle demişti:

– Bunun anlamı her hususta koşup sığınılacak yerin Ulu Allah’ın katı olduğunu öğretmektir.

ALLAH SEVGİSİ

“Allah sevgisinin alameti nedir?” diye soranlara:

“- Böylelerinin kalbleri, Allah’ın zikriyle dolu olduğundan ne dünyaya, ne de ahirete aid hiçbir şey onların gönüllerinde yer tutmaz. Böyleleri Hakk’a hizmetten başka birşey arzu etmez. Hısım ve akrabalarının arasında bile olsa kendini garip sayar. Çünkü o, Allah’tan başka herşeye kendini yabancı görür.” derdi.

Anlatıldığına göre, Ahmed bin Hadraveyh, son nefesini vermek üzere iken müridlerinden biri yanına sokulup bir soru sordu. O, yaşlı gözlerle şu cevabı verdi:

– Yavrum, doksanbeş seneden beri çaldığım kapı açılmak üzere. Fakat bilemiyorum bu kapı bana mutluluk mu getirecek, yoksa bedbahtlık mı? Böyle bir anda senin soruna nasıl cevap verebilirim?

İbn Hadraveyh birinden yüzbin dirhem borç istedi. Borcu istediği adam:

– Sen dünyaya değer vermeyen dervişlerden değil misin? Ne yapacaksın bu kadar parayı? diye sordu. O şu karşılığı verdi:

– Birkaç lokma satın alır, bir fakirin ağzına koyarım ama hiç bir sevap beklemeden. Çünkü Hakk nezdinde dünya­nın tamamının değeri sivrisineğin kanadı kadar bile değil, yüzbin dirhemin esâmisi okunur mu hiç? Biz yaptığımızı Hakk rızası için yapmaya çalışırız, bizim sermayemiz o.

ضlüm dِşeğindeydi. Yediyüz dirhem borcu vardı. Alacaklılar etrafını sarıp oturmuşlardı. Şِyle bir yüzlerine bakıp dua etti:

– Allahım, sen mal sahipleri için rehini bir teminat yaptın. Benim canım, alacağıma mahsuben onlara rehindi. Şimdi ruhumu kabzediyor ve onların teminatlarını ellerinden alıyorsun, o halde benim namıma borçlarımı ِde­yiver! Bu sırada kapı çalındı. İçeri giren kimse, “İbn Had­raveyh’ten alacağı olanlar kimlerdir?” diye sordu ve hepsini ِdedi. Onun ruhu da Mele-i آlâ’ya uçtu gitti.

- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar

Sülemî, Tabakatu’s-sufiyye. s. 103-106; Hılyetü’l-evliya, X, 42; Sıfatu’s-safve, IV, 163-164; Kuşeyri, I, 103-104; Keşfu’l-mahcub, I, 322-324; Nefehatu’l-üns (trc. Lamiî Çelebi), s. 108; Şarani, et-Tabakatu’l-kübra, I, 70; İbnu’l-Mulakkin, Tabakatu’l-evliya, s. 37-39; el-Kevakibu’d-dürriyye, I, 198; Tezkiretü’l-evliya. s. 348-355. A’lamü’n-nübelâ, XI, 487-489.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

BENZER HABERLER

 

İslam ve İhsan

HASAN BASRİ HAZRETLERİ KİMDİR?

Hasan Basri Hazretleri Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.