Ahmed Gazzi Kimdir?

Ahmed Gazzi Efendi kimdir? Kaynakların “zâhidlerin imamı, sâliklerin rehberi, şeriat sultanı, tarikat burhanı, ilahî sırların mahremi, ahyâr ve ebrârın seçkini, ârif-i billah” diye övdüğü Ahmed Gazzî Efendi’nin hayatını yazımızda okuyabilirsiniz.

Halvetî-Mısrî şeyhi, Bursa Gazzî Dergâhı’nın kurucusu olan Ahmed Gazzî’nin ayrıntılı hayat hikâyesi.

AHMED GAZZİ EFENDİ KİMDİR?

1054 (1644) yılında Gazze’de doğan Ahmed Gazzî’nin soyu baba tarafından Hz. Peygamber’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’a, anne tarafından ise Hz. Hüseyin’e ulaşır. Künyesi Ahmed b. Müferric b. İsa’dır. Köklü bir aileden gelen Ahmed Gazzî’nin dedeleri tarih boyunca bölgede söz sahibi bir konumda olmuşlardır. Nitekim Yavuz Sultan Selim, Gazze’nin fethinde son derece etkili olan Ahmed Gazzî’nin büyük dedesi Abdullah b. Hâşim’e birçok köyü temlik etmiş ve onu aynı zamanda bölgenin hac emiri olarak atamıştır. Bu sebeple Gazze’deki cami, medrese, imarethane gibi yapıların inşasında bu aile rol oynamıştır.

Yine günümüze ulaşan Şam’daki Derviş Paşa Cami bu aileye mensup Gazzî Derviş Paşa tarafından inşa edilmiştir. Ahmed Gazzî’nin babası ise eğitimini Kahire Ezher’de tamamlamış ve burada uzun yıllar ders vermiş bir müderristir.

Ahmed Gazzî ilk eğitimini Gazze’de aldıktan sonra on iki yaşında ilim tahsili amacıyla Kahire’ye gitmiş ve Ezher’deki eğitiminin ardından burada hadis hocalığı yapmıştır. Bu esnada sûfîlerin yollarına meylederek Mısır’daki tarikat şeyhleriyle görüşmüş, sohbetlerine katılmış ancak aradığı mürşidi bulamamıştır. Bir gece Ezher’de Hızır makamı adı verilen yerde seher vaktinde yaptığı dua sonucu gönlüne doğan “Senin nasibin Rum tarafındadır” hitabı ile ertesi gün Kahire’den ayrılarak deniz yoluyla Marmara’ya oradan Edirne’ye ve sonrasında da İstanbul’a gelmiş fakat bu şehirlerde aradığı mürşidi bulamadığına kanaat getirince 1087 (1676) yılının sonlarına doğru Bursa’ya geçmiştir.

Şehre yerleşerek Ulucami’de Beyzâvî tefsirini okutmaya başlayan Ahmed Gazzî, camideki derslerinin yanı sıra Molla Fenârî ve Orhan medreselerindeki tedris vazifesiyle Bursa ulemâsı ve meşâyıhıyla tanışma imkânı bulmuş, onların sohbet meclislerine katılarak mürşid arayışını sürdürmüştür.

1099 (1687) yılında hacca giden Ahmed Gazzî, dönüş yolunda yaşadığı bir olayın ardından aradığı mürşide dair bir ipucu bulabilmiştir. Kendisinin aktardığına göre bu hadise şöyle gerçekleşmiştir: Hacıların bindiği gemi Cidde sahilinden ayrılarak Kızıldeniz’de ilerlerken karanlık bir gecede büyük bir fırtına çıkar. Herkes hayatından ümit kesmiş bir halde korku ile sonlarının ne olacağını beklerken Ahmed Gazzî geminin güvertesinde bir kenarda Kehf Suresi’ni okumaya başlar. Bu esnada deniz tarafından nurani bir zat zuhur edip “Korkma Şeyh Ahmed korkma! Gemidekilere kurtulacaklarını müjdele!” diye seslenir.

Hemen gemidekilere “Ey ümmet-i Muhammed korkmayın necat bulacağız” diye müjdeyi verir. Fakat gemidekiler kendisine inanmayıp aklını yitirdiğine hükmederler. O zaman Ahmed Gazzî kendisinden başka kimsenin bu zatı görmediğini anlar. Bir müddet sonra fırtına tamamen durur ve gemidekiler rahata kavuşurlar. Ahmed Gazzî de kurtuluşunu müjdeleyen bu zatın aynı zamanda mürşidi olduğuna kanaat getirerek yeniden karşısına çıkacağı ümidiyle Bursa’ya döner ve tefsir dersine kaldığı yerden devam eder.

Nihayet 26 Ramazan 1103 (11 Haziran 1692) tarihinde Limni Adası’ndaki sürgünden dönen Niyâzî-i Mısrî ile tanışma imkânı bulur. Ahmed Gazzî her zamanki âdeti üzere Ramazan ayının son on günü Ulucami’de hünkâr mahfilinin altında itikâfa çekilmiştir. Öğlen civarı dışarıdan dervişlerin yüksek sesle zikrettiklerini duyar. Bir müddet sonra zikir, caminin içini dolduracak kadar yakınına gelir. Bunun üzerine yerinde duramayarak itikâf mahallinden ayrılıp dışarıya çıkan Ahmed Gazzî mihrap hizasında Niyâzî-i Mısrî ile karşılaşır.

Şeyh Mısrî dervişlerinin arasında tahtırevan üzerinde ilerlemektedir. Dervişlerine durmalarını işaret eder ve Ahmed Gazzî’ye dönerek “Şeyh Ahmed, gel bakalım (teâl)!” diye seslenir. Ahmed Gazzî de hemen elini öpmek için kendisine yöneldiğinde Niyâzî-i Mısrî’nin denizde kurtulmalarına vesile olan zat olduğunu anlar. Büyük bir sürurla elini öper ve birlikte tekkeye giderler.

Ahmed Gazzî’nin terbiyesiyle özel ilgilenen Niyâzî-i Mısrî, bir yıl gibi kısa bir sürede bu iştiyaklı dervişinin terbiyesini tamamlatarak Ulucami’de yapılan bir törenin ardından kendisine hilafet vererek “Mısrî gurûb edip Şeyh Ahmed tulû etti. Beni isteyen Şeyh Ahmed’i bulsun” sözleriyle yerine ser halife olarak tayin etmiştir.

Niyâzî-i Mısrî’nin 1104 (1693) yılında başlatılan Avusturya Seferi’ne katılmak için dervişleriyle birlikte gittiği Edirne yolculuğunda mürşidinin yanında bulunan Ahmed Gazzî, II. Ahmed’in fermanıyla yolculuklarının engellenip Limni’ye sürgüne dönüşmesi üzerine Niyâzî-i Mısrî ile gitmek istemiş ancak onun “Ahmed Efendi, dervişân ve fukarâ ve ahbâbı alıp Bursa’da olan zaviyemde terbiye-i fukarâya meşgul ol. Oğlum Ali ve sair tâbi olan dervişânım sana emanetullahtır, cümlesine benden selam eyle” emri üzerine geri dönmüştür.

Bir müddet sonra Mısrî Dergâhı’nı şeyhinin oğlu Ali Çelebi’ye bırakan Ahmed Gazzî, Pınarbaşı civarında inşa ettiği tekkisinde irşad faaliyetine devam etmiştir. Daha ziyade münzevi bir hayat yaşamayı tercih ettiği dergâhında takip ettiği âyin ve ders usulü ise şöyledir:

Beş vakit namaz dergâhtaki dervişler ve dışarıdan gelenlerle birlikte mutlaka cemaatle eda edilirdi. Her gün seher vaktinde (sabaha üç saat kala) Ahmed Gazzî hazretleri odasından çıkıp mescide gelir, teheccüd namazından sonra seher hizbine başlar, bu esnada dervişler ve muhibler de toplanırlar ve sabah namazına kadar tevhid zikri icra edilirdi.

Sabah namazı kılındıktan sonra Vird-i Yahya okunur, ardından halılar dürülüp kaldırılır, üç halka iç içe oluşturularak devran yapılırdı. Oldukça kalabalık bir derviş topluluğu ile yapılan bu zikrin sadası ve okunan ilahiler tüm mahalleye yayılır, etrafı manevî bir huzur kaplardı. Zikrin bitiminden sonra dua okunup işrak namazı kılınır, ardından yirmi otuz kadar büyük kaplarda çorba getirilir ve cemaate ikram edilirdi.

Akşam namazından sonra aynı kaplarda zerdeli pilav verilirdi. Zikir bitip çorbalar içildikten sonra cemaat dağılır geriye Ahmed Gazzî’den ders okuyanlar kalırdı. Bu esnada hariçten bu derslere katılanlar da vaktinde gelip yerlerini alır; nahiv, belâgat, hadis ve fıkıh usulünün yanı sıra tefsirden Beyzâvî tefsiri okunurdu. Bayram günlerinde bile bu dersler aksatılmaz, bayram namazından sonra ders meclisi kurulurdu.

İrşâd döneminde tekke ve tarikatlara karşı tavır alanlarla da mücadele eden Ahmed Gazzî, özellikle bunların öncülüğünü yapan Kadızâdeliler tarafından çeşitli itham ve iftiralara maruz kalmıştır. Nitekim Vânî Mehmed Efendi’nin torunlarından Ahmed Efendi İstanbul pâyesiyle Bursa Yıldırım Bayezid Han müderrisi olunca semâ ve devran zikri, ezan, mevlid ve Kur’ân’ın makamla okunması, makamla salavat getirilmesi, türbe ve kabir ziyareti, cemaatle nafile namaz kılınması gibi konuları bid‘at ve haram sayarak şehirde tartışmalar başlatmış, özellikle dönemin en etkili şeyhi Ahmed Gazzî’yi hedef alarak onu etkisiz hale getirmenin çarelerini aramıştır. Hatta öldürmeye teşebbüs etmişse de başaramamıştır.

Kaynakların “zâhidlerin imamı, sâliklerin rehberi, şeriat sultanı, tarikat burhanı, ilahî sırların mahremi, ahyâr ve ebrârın seçkini, ârif-i billah” diyerek övdüğü Ahmed Gazzî, doksan dört yıl gibi uzun bir ömrün ardından 6 Şevval 1150 (27 Ocak 1738) tarihinde seher vaktinde vefat etmiş, kalabalık bir cemaatin eşliğinde Ulucami’de kılınan namazının ardından tekkesine defnedilmiştir.

Kaynak: Abdürrezzak Tek, Altınoluk Dergisi, Sayı: 455

İslam ve İhsan

ORTAÇAĞ’A DAMGA VURMUŞ MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARI

Ortaçağ’a Damga Vurmuş Müslüman Bilim Adamları

İLKLERİ BULAN MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARIMIZ

İlkleri Bulan Müslüman Bilim Adamlarımız

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.