Ahmed er-Rüfâî Hazretleri’nin Sohbeti

Ahmed er-Rüfâî (k.s.) nasıl sohbet ederdi? Hak dostlarından Ahmed er-Rüfâî Hazretleri’nin sohbetini istifadenize sunuyoruz.

Ahmed er-Rüfâî -rahmetullâhi aleyh- şöyle sohbet etmiştir.

SEVGİNİN HAKÎKATİ VE SEVGİYİ HAK EDENLER NEREDE?

Enes b. Mâlik radıyallâhu anh, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Birbirinize haset etmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız. Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinizin kusurlarını araştırmayınız. Şanı yüce olan Allâh’ın emrettiği şekilde kardeşler olunuz.”

Bu hadîs-i şerifin derûnunda, insanı hayretler içerisinde bırakan ilahî mârifetin sırları saklıdır. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem, bu hadisinde şeytânî bir sıfat olan hasedi terk etmeyi emretmiştir. Sonrasında nefsani bir sıfat olan buğz etmeyi (Allah için buğz etmek müstesna) terk etmeyi ve insanların kusurlarını araştırmaktan sıyrılmayı emretmiştir. Son olarak ise nefsi arındırma safhalarının en üstünü olan Müslüman kardeşleri arasında hiçbir fark gözetmemeyi emretmiştir. Bu aynı zamanda Allâh’ın da emridir. Zikredilen bütün bu hasletler, bir kul üzerinde toplanınca o kula ilahî mârifetin tecellisi ulaşır. Bu sırdan dolayı Hz. Ali radıyallâhu anh Efendimiz bunu şöyle ifade etmiştir: “Nefsini tanıyan, Rabbini tanır!”

Er kişi, başkasına husumette bulunmayıp Allah için kendi nefsine karşı husûmet besleyendir. Fütüvvet sahibi, îmân eden kimselere karşı övünüp böbürlenmeyendir. Dost ise, öyle müşfik bir yârdır ki, ona güvenip müsterih olursun.

Görüşmek için kendine öyle arkadaşlar seç ki, Onların kalbi yakut ve cevherden daha saf olsun. Öyle ki, emanet ettiğin sırrını, mahşere dek saklasın. Kusuru sen işlediğin hâlde, tövbe ediyormuşçasına kendisi mazeret beyân etsin. Sen onun gözünden kaybolup uzaklaşırsan sabırsız bir iştiyakla yerinden ayrılıp seni aramaya başlasın.

Allah için kardeşlik, insana bazı görevler yükler. Kardeşlikten dolayı bir hak meydana gelir. Öyle ki kişinin, yanındayken de uzaktayken de kardeşinin hakkını muhafaza edip menfaati için çalışması lâzımdır. Sizler de benim kardeşlerim, görüştüğüm arkadaşlarımsınız. Size, Hüdâ’ya taatı ve Mevlâ’yı murakabeyi tavsiye ederim. Öyle ki, sizin için nezd-i ilâhide mahcup olmayalım.

Dost, sana ayıplarını gösteren ve seni günahlarından sakındırandır. Kardeşin de, sana Hak yolunu gösterendir. Allah ile sohbeti sahih olan kişi, Kitâbullah’ı büyük bir edeple okur, Kur’an’ın emirlerine ittibâ eder ve onun ahlakıyla ahlâklanır. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem ile sohbeti sahih olan da, onun edep ve ahlakıyla ahlâklanır, getirdiği Şerîat ve Sünneti’ne tâbi olur. Sohbeti Allâh’ın velîleri ile olan kişi ise, Allah dostlarının sîret ve yollarına koyulup onların edebiyle edeplenir. Bu yolların herhangi birinden ayrılıp da kendi nefsine hoş gelen şeylere uyanlar, insanları helâke sevk edenlerin yoluna tâbi olmuştur. Mutlu son, müttakîler için hazırlanmıştır.

Evliyâullah hazerâtı, Allâh’ın lütfuyla öyle bir hâle ulaşırlar ki, onların yaptıkları sadece Allah için olur. Almaları vermeleri oturup kalkmaları, fakr ve gınâları, bir şeye bağlanmaları veya terk etmeleri hep Allah’la olur. Her hususta hudutları tâyin eden Şerîat’tır. İnsan her ne konuşursa konuşsun, onu yazan iki melek, her an yanında mevcuttur.

Bana, Şeyh Mansûr’a verilmeyen iki haslet verildi. O, âşık, ben ise mâşukum. Âşık yorgun, mâşuk nazlıdır. Bana hikmet verildiği hâlde, ona verilmedi. Ben öyle bir makama ulaştım ki, eğer kalbime itaat etmezsem, Allâh’a isyan etmiş olurum. Çünkü kalbime doğan şey, Allâh’ın emirlerine muvâfakat etmiştir. Bu ise, ubûdiyyet mertebesine ulaşmaktan ileri gelir. Bu durumu, “Kullarımın üzerinde senin bir nüfûzun olamaz” (Hicr, 42) âyeti güzel bir şekilde ifade etmektedir.

Allâh’ın düşmanı, ilâhi korumaya (hıfz-ı ilâhi) mazhar olan Hakk’ın kullarına nasıl tasallut edebilir ki? Ezelde kendisine şekâveti sebkat eden (öne geçen) kişinin vay hâline! Allah dostlarının ise ezelde saâdeti sebkat etmiştir. Onlar, temiz sırlara sahip olanlardır. Kahredici galibiyet, bunların tarafındadır. Onlar, nefislerini her nefeste muhasebe edenlerdir.

Her nefes aldıkça nefis muhasebesi yapmayan ve buna önem vermeyenler, bize göre ricallerin dîvânına yazılamazlar. Bu bol bereket ve nurların hepsi, cömertlik ve kerem deryası Hz. Muhammed Mustafa sallâllâhu aleyhi ve sellem’dendir. O çok merhametli ve bağışlayıcıdır. Biz, sıdk ile ona ittibâ edip getirdiği ilâhi emirlere itaat ettik. Böyle olmayanlar, tehlikeye çok yakındır.

Ey oğul! Kulun, Allah ile O’nun yarattıkları arasında olduğunu bil. Kul Hakk’ı bırakıp halka yönelirse Hak’tan uzak kalır. Terkedilmiş, mahrum kalmış ve harap olmuş bir insan hâline gelir. Halkı bırakıp Hakk’a yöneldiğinde ise, Allah onu kendine çeker ve onu kendine yaklaştırdıkça yaklaştırır. Nihâyet onu, ilâhî yakınlık derecesine ulaştırır. Allah Teâlâ bir kulunu sevdiği zaman, kulun kendine olan yakınlığı ve sevgisi derecesinde onu kıskanır. Kulun kendinden başka bir şeye iltifat etmesine tahammül edemez. Kul Allah’tan başka bir şeye nazar edecek olursa, Allah onu nazar ettiği o şeyle cezalandırır ve başına türlü türlü belâları yağdırır.

İblis, nefsine bakıp da Âdem hakkında, “Ben ondan daha üstünüm!” dediğinde lânetlenerek huzurdan kovuldu.

Firavun saltanatına bakıp da; “Mısır’ın sultanı ben değil miyim?” dediğinde boğuldu.

Kârun da zenginliğine bakıp “Bu zenginliği ben bilgimle kazandım” dediğinde Allah onu yerin dibine geçirdi.

Melekler de Allah için yaptıkları tesbih ve takdis hâllerine bakıp; “Bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip duruyoruz.” (Bakara, 30) dediklerinde Allah onları Âdem’e secde etmekle imtihan etti.

İşte bu yüzdendir ki her ‘Ben’ diyene, Allah ‘Hayır, Ben!’ diye cevap vererek onu aşağıların aşağısına gönderir. ‘Allâh’ım Sen’ diyeni de Allah, yücelerin yücesine çıkarır.

Gözün meyli ve kalbin meyli olmak üzere, iki türlü meyil vardır. Gözün meyli, Allah Teâlâ’nın habibi Hz. Muhammed Mustafa sallâllâhu aleyhi ve sellem’e vahyettiği şu âyetteki gibidir: “Sakın kendilerini denemek için faydalandırdığımız dünya hayâtının çekiciliğine gözlerini dikme!” (Tâhâ, 131) Sonra bir başka âyette Allah Teâlâ onu korumayı vaat ettiğini şöyle beyân etmiştir: “Seni esirgemeseydik az kalsın onlara birazcık meyledecektin.” (İsrâ, 74) Sonra Allah Teâlâ, Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’in mâsivâya yönelmeyi terk etmesini şu âyetinde övmüştür: “Onun gözü kaymadı, kalbi şaşmadı.” (Necm, 17) Bundan sonra Allah, Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’e her şeyi terk etmesini emir buyurdu. Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem tüm buyrukları yerine getirince bütün perdeler aralandı ve göreceğini gördü. Nitekim şu âyette bu sır şöylece ifade edilmektedir: “And olsun! Onu, önceden bir defâ da görmüştü.” (Necm, 13)

Mûsâ aleyhisselâm bir münâcatında: “Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim.” (A’raf, 143) deyince Allah Teâlâ ona şöyle cevap verdi: “Şu dağa bak!” Bu emrin ardından Mûsâ aleyhisselâm dağa bakar ve Yüce Allâh’ın: ‘Benden başkalarına baktığın sürece beni göremezsin’ hitâbına mâruz kalır.

Âriflerden biri Kâbe’yi tavaf ederken biri ona seslenir. Ne olduğunu anlamak için dönüp bakmak ister. Bunun üzerine gaipten bir ses gelir: “Bizden gayrıya bakan bizden değildir.”

Zünnûn-u Mısrî rahmetullâhi aleyh der ki: “Tevhide inanan bir kimse nefsini görmeye devam ederse, onun tevhîdi kendisini ateşten kurtaramaz. Namaz kılan kimse namazından gayrı bir şeye önem verirse, hakîki namaz kılanlar derecesinden düşer. Bir kimse bir hâlden başka bir hâle yönelirse, o hâl o kimseden gider ve hiçbir şey hissetmez olur.”

Bir Kudsî Hadis’te şöyle buyuruldu: “Kul namazda iken her hangi bir şeye bakarsa, Allah şöyle buyurur: ‘Kulum, baktığın benden daha mı hayırlı? Yüzünü benden çevirme yoksa sonra ben de yüzümü senden çeviririm.’”

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem: “Cibril dünya hazinelerinin anahtarlarını bana getirdi. Ben onlara, ne dönüp baktım ne de onları kabul ettim” buyurmuştur.

Büyük bir zâta nasıl sabahladığı sorulunca şöyle cevap verdi: “İki cihânın nimetlerinin ve dahi onlara meyletmemin yasaklandığı emriyle sabahladım.”

Ârif Seriyy-i Sakâtî rahmetullâhi aleyh anlatır: “Otuz yıllık bir arkadaşımı aramaktaydım; bir türlü bulamadım. Belki dağlarda bulurum düşüncesiyle dağları dolaştım. Nihâyet onu büyük bir kayanın üzerinde otururken buldum. Yanına yaklaşarak eteğini çekiştirdim; “Beni bırak git, çünkü Hak gayûr yani kıskançtır; seni kendisinden başkasıyla dost olduğunu görürse O’nun gözünden düşersin!’ dedi.”

Rabia Hatun rahmetullâhi aleyhâ bir gün Mekke’ye giderken aniden karşısına bir adam çıkar. Adam, Rabia’ya “Ey hâtun! Ben, bütün varlığımla sana bağlıyım (seni seviyorum)” deyince Rabia Hâtun şöyle karşılık verir: “Eğer doğru söylüyorsan ben de bütün varlığımla sana gönül veririm! Ancak, şu anda arkanda duran kız kardeşim, benden çok daha güzeldir!” der demez adam arkaya dönüp bakar ve Rabia’dan tokadı yer. Rabia Hatun: “Ey sahte kahraman benden uzak ol! Hem bizi sevdiğini iddia ediyorsun sonra da başkasına bakıyorsun. Senin sevgiden anlamayan biri olduğun ortada!” dedikten sonra sözlerine şöyle devam eder: “Konuşunca seni ârif sandım, sana yakınlaşınca âşık olduğu sandım. Seni deneyince yalancı olduğunu anladım. Senin üzerinde âriflerin saflığını ve mürüvvetini göremedim. Sende âşıkların yolunun ve iffetinin olmadığını çok geçmeden anladım.”

Adam saçına başına toprak saçarak feryat etmeye başlar ve şunları söyler: “Ben bir kulu sevdiğimi iddia edip bir anlık gaflet sonucu başımı çevirmemle bir tokat yedim! Allâh’ı sevdiğimi iddia eder de, kalbim ondan bir an çevrilecek olsa, kalbime inecek tokat nasıl olur? İşte bundan korkarım!”

Yahya bin Muâz rahmetullâhi aleyh bir münâcatında Allâh’a şöyle yalvarır:

“Allâh’ım! Sevgilisi Sen olan kalbe azap etme! Allâh’ım! Eğer azap edersen Seni sevene azap etmiş olursun, eğer sevindirirsen Seni seveni sevindirmiş, ihsanda bulunursan da Seni sevene ihsanda bulunmuş olursun!”

Bayezid-i Bistâmî hakkında şöyle bir hikâye anlatılır:

Bir gün, Bayezid, sevgiden söz açmış, hayli derinlere dalmıştı. Bu esnada, Bayezid’in yanına bir kuş kondu. Bayezid konuşurken, kuş önünden geçip durdu. Bir müddet sonra, kuş gagasını yere vurmaya başladı. Vurdu, vurdu, vurdukça gagasından kanlar akmaya başladı ve o hâl içinde öldü!

Anlatıldığına göre âriflerden biri, bir gün sahtekâr bir adama rastladı. Adam kölesini sopayla dövüyor, köle ise dayak yerken gülümsüyordu. İnsanlar köleye “Efendin seni kamçılarken sen gülüyorsun; bu ne biçim iş!” dediklerinde şu cevabı verdi: “O’nun sevgisinin tatlılığından, dayağın acısını hissetmiyorum”. Ârif kölenin bu hâli ve sözleri karşısında kendini tutamayarak feryat etti ve bayıldı.

Yahya bin Muâz rahmetullâhi aleyh der ki: “Hüküm ve hududuna riâyet etmeden, nimetinin kadrini bilmeden O’nu sevdiğini iddia eden kimse muhabbetinde samimi değildir.”

Anlatıldığına göre, Abdülvâhid bin Zeyd rahmetullâhi aleyh’e bir adam gelerek “ İnsanı Allâh’a en çok yaklaştıran ve en çok mükâfata lâyık olan amellerden bana haber ver!” deyince şu cevabı aldı: “Allâh’ın sevdiklerini sevmendir.” Adam tekrar sordu: “Muhabbetin vasıflarını bana açıklar mısın?” Bunun üzerine Abdülvâhid bin Zeyd ağlamaya başladı ve adama “Tahammül edebilir misin” diye sordu. “İnşallah” cevabını alınca Abdülvâhid bin Zeyd ona, muhabbet ve onun hakîkatlerinden bir parça anlattı. Sözlerin tesiriyle adam bayıldı. Ayıldığı zaman “Sübhânallah! Buna ehil olan kimdir? Ya da muhabbetin hakîkatine ermeye kimin gücü yetebilir?” diye sordu. Abdülvahid bin Zeyd şöyle dedi: “Sevgilisine koşan kalblerin hızına ne şiddetli bir kasırga, ne de aniden çakan bir şimşek yetişebilir. Nihâyetinde (kalp) sevgilisine ulaşır.”

Büyüklerden birine “Sevenin bir alâmeti var mıdır?” diye soruldu. Şöyle cevap verdi: “Padişahlar bir yeri istilâ ettiklerinde orayı târumâr edeler. Muhabbet de buna benzer. Kalbe girdiği zaman bütün beşerî sıfatları ile birlikte nefis darmadağın olur ve muhabbetin kontrolü altına girer. Muhabbetin ateşiyle kalpte Allah’tan başka ne varsa hepsi yanar.”

Bir defasında büyüklerden birine: “Sevenlerin hâli neden çılgınların hâli gibidir?” diye soruldu. Şöyle cevap verdi: “Çünkü onlar, muhabbetin halâvetini zevk ettiler. Hakk’ın güzel dâvetinin harika seslerini duydular. O’nunla hayretler içinde kalarak, akılları ve kalpleri Hakk’a doğru kanatlandı. Heyhat! Nerede sevgi? Katıksız sevgi nerede? Sevginin hakîkatleri nerede? Sevgiyi hak edenler nerede? O’nu seven kimse, bir an olsun O’ndan ayrı kalmaya dayanamaz.”

Âşık, gündüzün insanlar arasında tek başına dolaşan bir gariptir. Gözleri tek ve bir olan sevgilisine kavuşma ümidiyle ışık saçar. Peygamberimiz Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’le beraber Allâh’a yürüyen o kutlu kervana ne mutlu!

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

AHMET ER-RUFAİ HAZRETLERİ KİMDİR?

Ahmet Er-rufai Hazretleri Kimdir?

AHMET ER-RUFÂÎ HAZRETLERİNİN OKUDUĞU SALAVAT

Ahmet Er-rufâî Hazretlerinin Okuduğu Salavat

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.