Âhirette Hesap Sorulacak İlk Amel

Âhirette hesap sorulacak ilk amel namazın önemi nedir? Namazın maddi manevi faydaları nedir? Her durumda neden namaz?

Namaz, îmânın kardeşi…

Ferdî ibâdetlerin zirvesi…

Âhirette hesap sorulacak ilk amel…

Namaz, huzûr-i kalp ve huşû ile kılındıkça kötülüklerden, çirkinliklerden bizi alıkoyacak bir kalkan aynı zamanda.

Beş vakit namaz; mevkût, yani vakte bağlı bir farz.

Namaz; farz beş vaktin dışında nâfilelerle de Allâh’a yaklaşma, O’ndan yardım isteme vesilesidir. Cenâb-ı Allah ile mülâkat, münâcât, husûsî bir buluşmadır.

Farz namaz; muhafaza edilmesi gereken, devamlılık içinde korunması gereken bir ibâdet. Hanımların husûsî durumu hâriç, hiçbir zaman tatile girmeyen, fâsılası olmayan dâimî bir vazife…

Bu sebeple, namazın kılınışında, güzel dînimiz; çeşitli hastalıklar, ortopedik rahatsızlıklarda kolaylıklar sağlıyor.

Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm- Efendimiz; bir hastayı ziyarete gittiğinde hastanın secdeye gidemediğini, secdeye gidemediği için de bir yastığı secde yapmak üzere alnına yaklaştırdığını ve o yastığa secde ettiğini görüyor. Efendimiz -aleyhisselâm- o yastığı atıyor. Ve şu net mesajı veriyor:

“Kılabiliyorsan ayakta namazını kıl!

Ayakta kılamıyorsan oturarak kıl!

Oturarak kılamıyorsan îmâ ile kıl!” (Buhârî, Taksîru’s-salât, 19)

Demek ki üç çeşit namaz var:

•Ayakta namaz: Bildiğimiz bütün rükünleriyle kılınan namaz.

•Oturarak Kılınan Namaz: Buraya dikkat. Namazın rükünlerinden olan «kıyam» yani ayakta durma vazifesini; tansiyonu düşen, ayakta durmakta zorlanan yaşlı ve hastaların terk etmesine izin verilmiştir. Böyle bir kişi, diz üstü veya bağdaş kurup oturarak namazını kılar. Rükûu oturduğu yerde kısmen eğilerek edâ eder. Secdeye gücü yettiği için secdeyi tam olarak edâ eder.

Secdeye gücü yeten kişi, ya ayakta ya oturarak namazını kılacak. Îmâ ile yetinmesi doğru olmaz. Ancak secdeye gücü yetmeyenlere îmâ yolu açık:

•Îmâ ile Kılınan Namaz: Bazı kişilerin ise, secde yapmaya gücü yetmiyor. Secdeye gitse orada kalıyor, kalkamıyor. Belini yahut dizini bükemiyor. Bunlar ise îmâ ile namaz kılıyorlar. Bunlar yerde oturuyor diye, kıldıkları namaz «oturarak kılınan namaz» olmuyor. Önemli olan, secdedir. Secdeyi îmâ ile edâ ediyorsa, bu namaz îmâ ile kılınmıştır. İster oturuyor ister yatıyor olsunlar, böyle namaza «Îmâ ile Namaz Kılmak» diyoruz. Bunlar rükûyu başlarıyla bir miktar eğilerek, secdeleri de, rükûdan daha fazla olmak şartıyla yine başlarıyla bir miktar eğilmek sûretiyle edâ ediyorlar.

Husûsî bir durum daha:

Kıyam ve Îmâ Bir Arada:

Bazı ortopedik rahatsızlıklarda, kişi dizini bükemediği için, mûtat ka‘de / oturuş ve secdeye güç yetiremiyor. Bu sebeple, sandalye veya tabure gibi yüksek bir yere oturursa rahat ediyor. Fakat bu kişi kıyamda yani ayakta durabiliyor. En azından namaza kıyamda başlayabiliyor. Hattâ rükû da yapabiliyor. Fakat bu kişi, secdeleri îmâ ile yapacak.

Bu durumda olan kişilere; «İllâ yere oturacaksın!» diye ısrar edenler oluyor. Bu ısrar doğru değil. Bu kişileri düz yere oturmaya zorlamak; kıyam ve rükûu tam olarak gerçekleştirebildiği hâlde, bu rükünlerden onları mahrum etmek olur.

Bu kişinin namazı zaten «Îmâ ile Namaz» sınıfında. Oturduğu yerin düz yer olmasıyla, yüksekçe bir yer olmasında fark yok. Bu kişilerin dizlerinde ortopedik rahatsızlık olduğu için; ayakta başladıkları namazın ilk rekâtinde yere otururlarsa, tekrar kalkamıyorlar, fakat sandalye, tabure cinsi yüksek bir yere otururlarsa, îmâ ile edâ etmek mecburiyetinde oldukları secdeden sonra tekrar ayağa kalkıp, müteâkip rekâtlerin kıyam ve rükûlarını hakkıyla edâ edebiliyorlar.

Dolayısıyla, bu kişilere;

“Dînimizde sandalyede namaz yoktur!” tarzında itirazlarda bulunmak doğru değildir.

“Zaruretler, kendi miktarlarıyla ölçülür.” prensibi sebebiyle, kişinin zarureti, hastalığı, engeli, hangi rüknü yerine getirmesine mâni oluyorsa, ne kadar engel oluyorsa, ona tanınacak ruhsat da o kadardır. Sadece secde edemiyor olduğu hâlde, o kişiyi, kādir olduğu kıyam ve rükûdan men etmek doğru olmaz.

Sıhhati elveren bir mü’min, elbette namazı kemâli üzere edâ etmeli. Hafif bir yorgunluk, basit bir diz ağrısı gibi mazeretlerle, kıyamdan vazgeçmek, rükû ve secdede îmâ ile iktifâ etmek, bir mü’minin vicdanına sığmaz. Bazen çoluk çocuk bile bu nevi ruhsatlara heves edebiliyor. Bazen; «Öyle de olur böyle de olur…» zannedip sandalyeye ilişiverenler oluyor.

Secde etme imkânı olduğu sürece; secdenin hazzını, tadını yaşamaya gayret edelim. Âlemlerin Rabbi, Allah Teâlâ’nın huzûrunda secdeye kapanmanın o muazzam lezzetine hep beraber varmaya çalışalım. Çünkü bir gün gelecek, hakikaten o lezzetten mahrum kalacak insan. Yani hasta olmasa bile ölümle mahrum kalacak. Bu dünya hayatının çilesine, kahrına sadece secdeden dolayı katlanılır. O secdenin hakkını vermeye gayret edelim. Cenâb-ı Allah kıldığımız namazlarımızı kabul eylesin. Bütün ibâdetlerimizi kabul eylesin.

Elbette bu ruhsatlardan istifade edebilmek için, insanın dayanılmaz bir acı raddesine gelmesi şart değildir. Mühim olan, ibâdet huzurunu bozmayacak derecede bir sıhhat ve afiyet seviyesini temin etmektir.

Mü’min; ızdıraplar içinde kıyamda durmaya, acılar içinde kıvranarak secde etmeye zorlanmaz, zorlanmamalıdır. Efendimiz’in bildirdiği ruhsatla amel etmeli, huzurlu olduğu hâl ile namazını tamamlamalıdır.

Sandalye ve taburelerin mescidlerde, saf düzenini bozduğu şikâyetleri dile getirildi. Hattâ Diyanet İşleri Başkanlığı bir tarihte bunları kaldırttı. Camilerde âdeta sabit hâl almış, gerilerde dizi dizi sandalyeler medeniyet tarihimiz açısından da rahatsız edici görüldü. Malûm kiliselerde sandalye düzeninde oturularak âyin takip edilir. Camilerin buna benzer manzaralara çevrilmesi tabiî ki kabul edilemez.

Ancak, sıhhat sebebiyle sandalye veya tabure ile namaz kılmak mecburiyetinde olan mü’minlerin kalbinin kırılması ve âdeta camiden kovulurcasına bir muâmeleye tâbî tutulması da kabul edilemez.

Umûmî dünyada, engellilere ne kadar kolaylıklar sağlandığı ve «erişebilirlik» özelliklerinin her sahada nasıl gitgide artırıldığı unutulmamalı. Camilerimizde de cemaatimize işin doğrusu öğretilmeli, güzellikle ve hoş muâmele ile davranılmalı.

Unutmamalı ki;

Camiler Allâh’ın evidir. Bizler vazifeli de olsak, o evlerde ev sahibi değiliz. Birer misafiriz.

Kaldı ki;

Geride bulunan sandalyelerin, camideki saf düzenini bozduğundan şikâyet ediyorsak, müezzin mahfili gibi geride saf tutulan yerlerin de aynı durumda olduğunu kabul etmeliyiz. Geride duvar dibinde sandalyeli amcaların saf tutmasını, saf düzenine aykırı buluyorsak, müezzin mahfilinde duranların da ister bir kişi, ister yanına bir iki kişi olsun, saf düzenine aykırı durduklarını da görmeli ve düzeltmeliyiz. Sandalye dizileri kilise havası veriyorsa, protokol gibi görünen husûsî mahfiller de aynı havayı vermektedir. İkisine de aynı hassâsiyet gösterilmelidir.

Cenâb-ı Hak namazlarımızı kabul buyursun. Bizlere sıhhat ve afiyet versin, huzûrunda kıyamda durmaktan, secdelerde Zâtını tesbih etmekten cüdâ eylemesin. Âmîn…

Kaynak: Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM, 12 Haziran 2022, Yüzakı Dergisi

İslam ve İhsan

NAMAZIN ÖNEMİ, FAZİLETİ VE FAYDALARI

Namazın Önemi, Fazileti ve Faydaları

NAMAZIN FAZİLETİ İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Namazın Fazileti ile İlgili Ayet ve Hadisler

NAMAZIN SIRLARI VE FAZİLETİ

Namazın Sırları ve Fazileti

MÜSLÜMAN İÇİN NAMAZIN KIYMETİ VE ÖNEMİ DAİR ÖRNEKLER

Müslüman İçin Namazın Kıymeti ve Önemi Dair Örnekler

NAMAZIN RUHA VE BEDENE FAYDALARI

Namazın Ruha ve Bedene Faydaları

NAMAZIN, NAMAZ KILMANIN VE NAMAZA DEVAM ETMENİN ÖNEMİ NEDİR?

Namazın, Namaz Kılmanın ve Namaza Devam Etmenin Önemi Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.