Âhirette Evlâdımızla Buluşabilecek miyiz?

Evlât sevgisi dünyada başlar, ama asıl âhirette tamamlanır. Peki biz, sadece onların dünyası için mi endişeleniyoruz; yoksa âhirette yanımızda olup olmayacaklarını da gerçekten düşünüyor muyuz?

Ömer bin Abdülazîz; devâsâ hudutlara ulaşan İslâm devletinin halîfesi olmasına rağmen, zühd ve riyâzat hâlinde yaşıyordu.

ÂHİRETTE EVLÂDIMIZLA BULUŞABİLECEK MİYİZ?

Evlatların Hakkı

Bir gün veziri kendisine şu teklifte bulundu:

“–Efendim, «Beytülmâl»den aldığınız tahsisâtın kâfî gelmediği görülüyor. Biraz daha fazlasını emir buyursanız da bir kısmını ihtiyaten biriktirip vefâtınızdan sonra evlât ve torunlarınızın zarûrî ihtiyaçları için bıraksanız?”

Halîfe şu muhteşem cevabı verdi:

“–Eğer benim geride kalan evlâtlarım sâlih kimselerden olurlarsa, onların sıkıntıya düşmelerinden korkmam. Zira Cenâb-ı Hak; «...Allah sâlih kullarının velâyet ve vesâyetini bizzat deruhte eder. (Zira Allah onların hâmîsi olur.)» (el-A‘râf, 196) buyurmuştur.

Cenâb-ı Hak, onların velîsi ve vasîsi olduktan sonra onların ileride karşılaşacakları hâllerden hiç endişe etmem!

Yok; sâlih değil de sefih kimseler olacaklarsa, böyleleri hakkında da yine Kur’ân-ı Kerim’de;

«Mallarınızı sefihlere vermeyiniz...» (en-Nisâ, 5) buyurulmuştur.

“Bu nehy-i ilâhîye rağmen sefih olacak çocuklarıma mal mı toplayacağım!” (Ebu’l-Ûlâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, II-III, 769-770)

Lokman Hakîm’den şöyle bir söz nakledilir:

“Mal o değildir ki; el için toplayasın, başkasına mîras bırakasın ve hesabını sen veresin!”

Rasûlullah Efendimiz en faydalı mîrâsı şöyle tarif buyurur:

“Hiçbir baba; çocuğuna, güzel ahlâktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33/1952)

Demek ki; Evlâtlara bırakılabilecek en kıymetli mîras, onları İslâm karakter ve şahsiyetiyle mücehhez kılabilmektir. Onlara âhiret mîrâsı bırakabilmektir. Eğer onlar da bu mukaddes mîrâsı, gelecek nesillere aktarabilirlerse, bu bir sadaka-i câriye olur ki, en büyük mânevî servettir.

Devrimizde; biyolojik olarak anne-baba olmak, kâfî gelmemektedir. Maalesef evlâtları; internet, televizyon, moda ve reklâmlar yetiştirmektedir. Nesillerin zihin ve gönül dünyaları; değişmekte, yabancılaşmaktadır. Hâsılı şeytan, evlâtlara ortak olmaktadır.

Bu sebeple, günümüzde, evlâtlara İslâm karakter ve şahsiyetini mîras bırakabilmek için daha fazla gayret lâzımdır.

Bize bir misal olarak Ashâb-ı Kehf de îmanlarını muhafaza etmek şuuruyla, birbirlerine şöyle telkinde bulunuyorlardı:

“Onlar (münkirler) eğer size muttalî olurlarsa / sizi ele geçirirlerse, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflâh olmazsınız.” (el-Kehf, 20)

Bugün de bir anne-baba; evlâdının îmânını, dînini korumak husûsunda böyle bir endişe taşımalıdır:

“Evlâtlarım, fâsık ve gafillerle ihtilât ederse, münkirlerle dolu mekânlarda onlarla fikrî ve zihnî beraberlik içinde bulunursa, îmânını muhafaza edebilir mi?” diye düşünmeli ve buna göre bir istikbal inşâ etmeye gayret etmelidir.

Evlâtlarımıza, gerçek hayatın âhiret olduğunu tâlim etmeliyiz. Esas diplomanın Allah rızâsı olduğunu idrâk ettirmeliyiz. Bu dünyaya kariyer yapmaya değil, mârifetullah tahsili yapıp takvâ ile yaşayarak âhireti kazanmaya geldiğimizi öğretmeliyiz.

Nesil Endişesi

Bütün peygamberlerdeki nesil endişesi böyledir:

Hazret-i İbrahim de duâsında şöyle niyâz etmiştir:

“Rabbim beni ve zürriyetimi namazı hakkıyla kılanlardan eyle!” (İbrâhîm, 40)

Hazret-i İbrahim’in Hazret-i İsmail’i aleyhisselâm yetiştirmesi de, bir babanın evlâdını terbiyesine güzel bir nümûnedir.

Onlar baba-oğul birlikte Kâbe’yi inşâ ettiler. Birlikte duâ ettiler. Birlikte mescidi temizlediler. Kurban emredildiğinde, Hazret-i İsmail aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk’ın emrine tam teslîmiyet gösterdi.

Nesil endişesi, bütün peygamberlerde vardır.

Zekeriyyâ aleyhisselâm; evlâdı olmadığı için, kendisinden sonra Âl-i Yâkub’un fesâda uğramasından korkarak, Allâh’ın râzı olacağı bir vârisinin olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz etti. Yahya u dünyaya geldi. Hazret-i Yahya, ideal bir Müslüman genç nümûnesi oldu.

Yine bütün canlılarda nesil endişesi vardır. Necip Fazıl bu hakikati şöyle ifade eder:

“Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.”

Fakat bir mü’minin nesil endişesi, İslâmî olur. Yani evlâtlarına İslâm karakter ve şahsiyetini mîras bırakmak şeklinde tezâhür etmelidir. Evlâtların sadece dünyasını düşünen bir nesil endişesi, hayvanlar seviyesinde bir içgüdüden ibarettir. Bu duyguyu bertaraf etmek için muhtelif âyetlerde;

“Mal ve evlât fitnedir (insanın imtihanıdır.)” (el-Enfâl, 28 vb.) buyurulmuştur.

Lokman Aleyhisselâm’ın Çocuk Terbiyesi

Cenâb-ı Hak; evlât yetiştirme, aileyi irşad hususlarında bize Lokman aleyhisselâm’ı da misal vermektedir. Peygamber veya hikmet ehli, sâlih bir insan olduğu bildirilen bu zâtın adı, Kur’ân-ı Kerim’de, tavsiyelerinin yer aldığı sûrenin de ismi olmuştur.

Lokman aleyhisselâm ve nasihatlerini okuyup tefekkür edelim:

“Andolsun Biz Lokman’a; «Allâh’a şükret!» diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.” (Lokmân, 12)

Peygamberlerin üç vazifesinden, ikincisi tezkiye, üçüncüsü ümmete Kitap ve hikmeti tâlim etmektir. Demek ki hikmet için, tezkiye zarûrîdir. Bu sebeple ancak tezkiye olmuş gönüllere Kitap ve hikmet tâlimi gerçekleşir ve bu seviye, fazîletin zirvesini teşkil eder.

Hikmet; eşyanın bâtını, hâdisâtın, vukuâtın sır ve hakikat tarafıdır.

Mesnevî gibi, Hak dostlarına ait eserlerde, ilâhî tâlimatların hikmet tarafına çok yer verilir.

Rivâyete göre Lokman aleyhisselâm’ın oğlu ve hanımı şirk üzere idi. Hazret-i Lokman, kendisine lutfedilen hikmetin bir şükrânesi olarak merhamet ve nezâket dolu bir üslûpla yılmadan onlara nasihat etti. En sonunda onlar da bu rahmet üslûbu karşısında Müslüman olup hidâyetle şereflendiler. (Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, Lokmân, 13)

İşte bu nasihatler şöyle başlar:

“Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti:

«–Yavrucuğum! Allâh’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür!»” (Lokmân, 13)

Bu âyet-i kerîmeden şu hisseleri çıkarabiliriz:

  • Nasihatin Ehemmiyeti

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“(Rasûlüm) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!..” (en-Nahl, 125)

Bu âyette nasihatin, muhataba göre üç seviyesi bildirilmiştir:

1) İdrak seviyesi yüksek olanlara hikmetle öğüt ver.

2) Halk ve avam seviyesinde olanlara, güzel mev‘izeler ve vaazlarla nasihat et.

3) İtirazcılarla da güzelce münâzarada bulun.

Vaaz ve nasihatten vazgeçmemek îcâb eder. Gönüllerdeki hidâyet Allah’tandır. Biz O’nun icâbet saatini bilmediğimiz için, her fırsatı ganîmet bilerek, müracaat ederiz. Asla ümit kesmeyiz. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.” (ez-Zâriyât, 55)

  • Yumuşak Üslûp

Hazret-i Lokman, evlâdına; «Yavrucuğum!» diye hitâb etmektedir. Yumuşak hitap, gönül kilitlerini açar, kalpleri kabule hazırlar.

  • Şirk En Ağır Günahtır

Şirk; kula bütün nimetleri ihsan ve ikrâm eden Cenâb-ı Hakk’a, O’nun yoktan yarattığı bir varlığı eşit tutma gaflet ve hamâkatidir. Şirk üzere öleni Cenâb-ı Hak affetmeyecek, ona hiç kimsenin şefaati de fayda vermeyecektir.

Mânevî şirke de dikkat etmek îcâb eder. Riyâ ve nefsânî arzuların put hâline getirilmesi, birer gizli şirktir.

Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmuştur:

“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allâh’a ortak koşmalarıdır. Bu sözümle onların aya, güneşe veya puta tapmalarını kastetmiyorum. Beni korkutan şey, Allah’tan başkası için yaptıkları amelleri ve gizli arzularıdır (gösteriş duygularıdır).” (İbn-i Mâce, Zühd, 21)

Âyet-i kerîmede de şöyle buyurulmuştur:

“(Ey Rasûlüm!) Nefsânî arzularını ken[1]disine ilâh edinen kimseyi gördün mü?..” (el-Furkān, 43)

Meselâ; Yaptırdığı cami ve benzeri hayrâta henüz hayattayken kendi adını vermek, böyle bir tehlikeye götürebilir.

Ancak; vefâtından sonra evlâtları isim koyabilir. Bu da, hayır-duâya vesile ve hayra teşvik edici olur.

Yahut nâil olduğu bir mânevî hâli, kendine nisbet ederek arz-ı endâm etmeye çalışmak da böyledir. Bunlar -Allah korusungizli bir şirk olur.

Mekke’nin fethini müteâkip Arap Yarımadası’ndaki bütün kabîleler, fevç fevç İslâm’a girmeye başladılar. Cenâb-ı Hak; bu fetih ve muzafferiyetten, nefis ve enâniyete pay çıkarılmaması için, Nasr sûresini indirerek şöyle buyurdu:

“(Zaferi Allâh’a izâfe ederek) Rabbini hamd ile tesbîh et ve (bu hizmette vâkî olabilecek kusurların için) O’ndan bağışlanma dile / istiğfâr et!”

Bu idrâk içinde; Hayır, hasenat, talebe yetiştirmek ve benzeri muvaffakiyetleri, kendimize asla izâfe etmemeli, her birinin Cenâb-ı Hakk’ın lutfu olduğunun idrâki içinde olmalıyız.

Tasavvufta en mühim mesele, enâniyetin ve benliğin bertaraf edilmesidir. Bunun için nefsi terbiye eden nice mücâhede usûlleri tatbik edilmiştir.

Bu cümleden olarak; İbrahim bin Edhem’e tâc u tahtı terk ettirildi. Aziz Mahmud Hüdâyî’ye, kadılıktan el çektirildikten sonra, kaftanıyla çarşılarda ciğer sattırıldı. Yûnus Emre Hazretleri, eşikte terbiye edildi. Hâlid-i Bağdâdî gibi büyük âlimlere tuvalet temizlettirildi. Buna benzer usûllerle, nefsin kibrini ve enâniyetini kıracak nice hizmetler yaptırıldı.

  • Anne-Baba Hakkı

Lokman aleyhisselam’ın nasihatlerinin arasında; Cenâb-ı Hak, iki âyet-i kerîmede, anne-baba hakkını ve hudutlarını beyan buyurmuştur:

“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için); «Önce Bana, sonra da ana-babana şükret!» diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Bana’dır.” (Lokmân, 14)

Âyet-i kerîme, bilhassa ihtiyarlayan anne-babalara nasıl bir şefkatle muâmele edilmesi gerektiğini şöyle bildirir:

“Rabbin; sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine; «Üf!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (el-İsrâ, 23)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle nakleder:

“Bir adam Rasûlullah’a gelerek;«–Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?» diye sordu. Rasûlullah;

“–Annen!” buyurdu. Adam;

“–Ondan sonra kimdir?” diye sordu.

“–Annen!” buyurdu.  Adam tekrar;

“–Ondan sonra kim gelir?” diye sordu.

“–Annen!” dedi. Adam tekrar;

“–Sonra kim gelir?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem;

“–Baban!” cevabını verdi. (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)

Diğer bir rivâyete göre babadan sonra da; “–Sana en yakın olan akraban.” buyurdu. (Müslim, Birr, 2)

Sâliha anneler, ömürlük bir teşekküre ve duâlara lâyıktır.

Heyhat! Câhiliyyenin arttığı devrimizde, kadınlar annelikten soğutuluyor ve uzaklaştırılıyor. Câhiliyyede kız evlâtların diri diri gömülmesi gibi, devrimizde de kürtaj kasaplığı var. Evlâtlar ana rahminde katlediliyor. Annelik, rahatı bozacak diye; türlü bahanelerle çocuklar bertaraf ediliyor. Bunlar vicdanların kuruduğuna, merhametin kalplerden söküldüğüne alâmettir. Zira bir kedi bile, yavrularına karşı merhamet doludur. Günümüzün maddî ve seküler hayatı; insanı gaddarlaştırdı, egoistleştirdi.

Câhiliyyedeki insana ve günümüzdeki insana bu cinâyetin fâciasını göstermek ve fark ettirmek üzere Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu;

“Diri diri toprağa gömülen kıza hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda; (her nefis, ilâhî huzûra ne getirmiş olduğunu bilecek ve kendisini bekleyen âkıbeti görecektir.)” (et-Tekvîr, 8-9)

Aynı vicdansızlığın bir yansıması olarak, evlâtlar da, yaşlandıklarında anneleriyle babalarıyla yaşamayıp, onları bakımevine gönderiyor.

Bunlar fâcialardır. Hâlbuki; bakıma muhtaç bir anne veya baba, belki de bir evlât için, âhiret sermâyesidir.

Dünyaya getirilecek ve güzelce yetiştirilecek bir evlât, belki de anne-babasının yaşlılığında âdetâ bir baston olacak, âhirette de belki de sadaka-i câriye olacaktır.

İslâm’ın ilk yıllarında; Allah Rasûlü’nün davetini aynı aileden bazı fertler kabul ediyor, bazıları etmiyordu. Böyle olunca, bazı anne-babalar, evlâtlarına karşı anne-babalık hukukunu istismâr etmeye çalıştılar. Meselâ;

Sa‘d bin Ebî Vakkas radıyallahu anh’ın on yedi veya on dokuz yaşında iken İslâmiyet’i kabul etmesi üzerine annesi, dîninden dönmediği müddetçe onunla konuşmamaya ve yemek yememeye ant içti; fakat Sa‘d dîninden dönmeyeceğini söyledi.

Mus‘ab bin Umeyr radıyallahu anh’ın zengin olan annesi de, dîninden dönmezse onu mîrâsından mahrum etmekle tehdit ediyordu.

Babası; Ebû Cendel radıyallahu anh’ı, hicret etmemesi için zincirlere vurmuştu.

İşte bu âyet-i kerîme böyle bir durumda yapılması gerekeni bildirir:

“Eğer onlar (anne-baban) seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme! Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak Bana’dır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” (Lokmân, 15)

  • Mahlûk İçin Hâlık’a İsyan Edilmez!

Kulluk Cenâb-ı Hakk’adır. Bu sebeple anne-baba; evlâdına Allâh’ın emirleri dışında bir zorlamada bulunursa, o zaman onlara itaat câiz değildir. Onun dışındaki itaatler mecbûrîdir.

Meselâ gafil anne-baba; kız evlâdına başını açmasını emrederse, bu noktada itaat edilmez. Onları dinlemedi diye evlât günahkâr olmaz. Bilâkis Allâh’a itaat ettiği için ecre nâil olur.

  • Allâh’a Yönelenlerin Yoluna İttibâ

Bu îlâhî tâlimatta, kalbin etrafından tesir alma husûsiyetine işaret vardır. Bu sebeple, sâlihlerle beraberlik ve fâsıklardan uzak durmak zarûrîdir.

Bir âyet ve hadîs-i şerif:

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119)

“Müşriklerle aynı yerde oturmayın, onlar ile bir araya gelmeyin. Kim onlarla aynı yerde oturur ve birlikte bulunursa, o onlardandır, bizden değildir.”(Hâkim, Müstedrek, II, 141)

Gazâlî Hazretleri buyurur:

“Zihnî beraberlikler, kalbî beraberliğe götürür. Bu da insanı helâke dûçâr eder.”

  • Dönüş Allâh’adır

Âhirete îman çok mühimdir. Müteâkip âyette, Lokman u’ın nasihatlerine dönülmektedir. O da, evlâdına tevhidden sonra âhiret ve tefekkür dersi vererek şöyle der:

“Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Lokmân, 16)

  • İhsan Şuuru

Rasûlullah Efendimiz ihsânı şöyle tarif buyurur:

“Allâh’a, O’nu görüyormuşçasına ibâdet et! Her ne kadar sen O’nu göremezsen de, O seni görmektedir.” (Bkz. Buhârî, Îmân, 37)

Hazret-i Lokman, evlâdına Allâh’ın kendisini ve yaptıklarını her zaman ve mekânda gördüğü şuurunu aşılamaya gayret etmektedir.

  • Tefekkür Îmân Anahtarıdır

Lokman aleyhisselam; evlâdını, âdetâ semâvat ve arzda tefekkür ettirerek dolaştırmaktadır.

Eserden Müessir’e, sebepten Müsebbib’e, sanattan Sanatkâr’a ulaştıran bir tefekkür...

Maalesef günümüzde müsbet ilimler; bu hikmeti verecek, bu tefekkürü kazandıracak şekilde okutulmuyor. Hâlbuki ilmi veren Allah’tır. Müsbet ilimler, Allâh’ın yarattığı kanunları tespitten ibarettir.

Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki sonsuz azamet ve kudret akışlarını evlâtlarımıza anlatmalıyız.

  • Namaz Terbiyesi

Hazret-i Lokman; tevhid şuurundan sonra ibâdet, tebliğ ve şahsiyet tavsiyelerine şöyle devam eder:

“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret! Doğrusu bunlar, azim gerektiren işlerdir.” (Lokmân, 17)

  • Evlâtlarımıza Namazı Aşılamalıyız

Hazret-i Lokman, evlâdına ilk ibâdet olarak namazı emrediyor. Âyet-i kerîmede de buyurulur:

“Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et!..” (Tâhâ, 132)

Rasûlullah Efendimiz de şöyle buyurur:

“Çocuklarınıza yedi yaşında iken namaz kılmayı emredin (tâlim edin). On yaşında namazı terklerinden dolayı cezalandırın.” (Tirmizî, Salât, 299)

Maalesef zamanımızda; “Çocuktur, gençtir, hevesini alsın!” diyerek evlâtlarının dînî eğitimini ihmâl eden ve gevşeklik gösteren anne-babalar olmaktadır. Unutulmamalıdır ki, nefs doymaz. Hevesini almaz. Bilâkis tiryaki olur. Bir daha bırakamaz.

Peygamberimiz, kızı Hazret-i Fâtıma ve damadı Hazret-i Ali’yi gece namazına kaldırırdı.

Namazı evlâtlarımıza emredebilmemiz için; bu vazifeye, onlara Kur’ân eğitimi vermekle başlamamız gerekir.

Kur’ân eğitimi, küçük yaşlardan itibaren îtinâ ile yerine getirilmesi îcâb eden bir vazifedir. Zira çocuğun kulakları Kur’ân’ın sesine, kalbi Kur’ân’ın dünyasına âşinâ olmalıdır. Rasûlullah buyurur:

“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (yani Kur’ân’ın feyziyle nurlanır.)” (Ali el-Müttakî, Kenz, I, 532)

Hazret-i Lokman, îman ve ibâdet nasihatlerinden sonra ahlâkî öğütlere başlıyor. Zira bir mü’minin; sözleri, yürüyüşü, duruşu, bakışı, her davranışı zarâfet ve nezâket içinde olmalıdır:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokmân, 18)

“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt! Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokmân, 19)

Hazret-i Lokman’ın, diğer peygamber ve sâlih zâtların nesiller husûsundaki en büyük endişeleri, âhirette evlâtlarından ayrı düşmektir.

  • Fecî Ayrılık

Zira bir kimse -ne kadar takvâ sahibi olursa olsun- küfür ve fâsıklık üzere ölmüş bir yakınını kurtarma salâhiyetine sahip değildir.

Nitekim Rabbimiz; Nûh aleyhisselam’ın dördüncü evlâdının, İbrahim aleyhisselam’ın babasının ve Lût aleyhisselam’ın karısının durumunu bildiriyor.

Yine Peygamber Efendimiz’in amcaları Ebû Tâlib ve Ebû Leheb’i bildiriyor. Bütün bu misal verilen şahıslar; îmân etmediler ve en yakınları olan peygamberlerin, onlara bir faydası olmadı.

Aile fertleri birbirlerini çok sever ve ayrı düşmek istemezler. Unutulmamalıdır ki en hazin ayrılık, kıyâmet gününde gerçekleşecektir. O gün ömürlerini takvâ istikametinde yaşayan gönüllere;

“Onlara merhametli Rabbin söylediği selâm vardır.” (Yâsîn, 58) hitâbında bulunulacaktır.

Fakat ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, mücrimlere ise şöyle seslenecektir:

“Ey mücrimler! Ayrılın bugün!” (Yâsîn, 59)

Çünkü onlar da kötü bir âkıbetin yolcusu olacaklardır. Bu ne hazin bir ayrılıştır.

Demek ki âhirette; ailemizden, evlâtlarımızdan, anne-babalarımızdan ayrı düşmemenin tek çaresi, hep beraber sâlih olmamızdır. Yani sırât-ı müstakîm üzere bir hayat yaşamamızdır.

Dünyada ve âhirette huzurlu bir toplum, mesut bir aile yuvasının sırları şu âyet-i kerîmede beyan buyurulmuştur:

“(Ve o kullar); «Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!» derler.” (el-Furkān, 74)

Cenâb-ı Hak takvâ üzere olan bir toplum istiyor. Huzurlu bir toplum, huzurlu ailelerden teşekkül eder. Aileyi inşâ ve ihyâ etmekte ise, sâliha hanımların vazifesi çok büyüktür. İstikbâlin annelerinin İslâm karakter ve şahsiyetiyle yetiştirilmeleri çok ehemmiyetlidir. Bu vasıfta yetiştirilen anneler, evlâtları için âdetâ «tek başına birer medrese» olurlar.

Eğer anne takvâ sahibi olursa, onun zürriyeti de takvâ sahibi olur. Zira nesli terbiye edip yetiştiren hanımdır.

Allâh’a kulluğumuz ve O’nun tâlimatlarına ittibâımız nisbetinde, Cenâb-ı Hakk’ın da yardımı tahakkuk edecektir: “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Sen’den yardım dileriz.” (el-Fâtiha, 5) sırrı tecellî edecektir.

Muhammed İkbal de bir şiirinde, Müslüman hanıma şöyle seslenir:

“Ey örtüsü nâmusumuzun perdesi olan Müslüman Kadını! Senin yüzündeki nur, îman kandilimizin sermâyesidir. Yaratılışındaki saflık; Hak’tan bize rahmettir, dînimizin kuvvetidir, ümmetimizin varlık esasıdır. Evlâdımız sütten kesilir kesilmez, ona kelime-i tevhîdi ilk öğreten sensin. Senin muhabbetin, bizim hâlimizi, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzim eder.

Ey dînî nimetlerin kendisine emânet edildiği İslâm kadını! Hak dînin kor ateşi, senin nefesinden alev almıştır. Bu asır ikiyüzlüdür, hilekârdır; dışı süslüdür ancak, içi kokuşmuştur. Bu asrın harâmîleri din yolundaki kervanların yolunu keser. Bu asrın basîreti kördür; Hakk’ı tanımaz.

Ancak insanlıktan çıkmış kişiler bu asrın nefsânî zincirlerine teslim olabilirler. Asrın gözünü, ihtiras ve kan bürümüştür; acımasız bakar. Kirpikleri âdetâ pençe kesilmiştir de, eline geçirdiğini kendine râm eder. Bu asrın tuzağına düşen kişi, kendisini hür sanır. Asrın elinden zehir içmiştir de hâlâ kendini diri zanneder.

Toplum fidanının âb-ı hayâtı sensin. Ümmetin emânetini koruyan muhafız sensin. Fıtratındaki ulvî hasletleri aklınla keşfet! Hazret-i Fâtıma, senin için bir nümûnedir; ondan gözünü ve gönlünü ayırma! Tâ ki, senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin; gülistan, eski mevsimi getirsin.”

Niyâzımız şudur: “Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl (müslüman eyle!) Neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar!..” (el-Bakara, 128)

Aile ve toplumumuzu takvâ ile ihyâ eyle!..

Neslimizden; kâfir, fâsık ve gafil getirme yâ Rabbî!.. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ailede İki Cihan Saadeti, Yüzakı Yayıncılık

İslam ve İhsan

HAYIRLI EVLAT YETİŞTİRMENİN ÖNEMİ

Hayırlı Evlat Yetiştirmenin Önemi

HEM DÜNYADA HEM ÂHİRETTE HAYIRLI BİR NESİL YETİŞTİRMEK İÇİN NE YAPMALIYIZ?

Hem Dünyada Hem Âhirette Hayırlı Bir Nesil Yetiştirmek İçin Ne Yapmalıyız?

ÇOCUĞUN HAYIRLI EVLAT OLMASI İÇİN OKUNACAK DUA

Çocuğun Hayırlı Evlat Olması İçin Okunacak Dua

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.