Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki Ahiret İnancının İslâm Akidesi Açısından Değerlendirilmesi

Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki ahiret inancının İslâm akidesi açısından değerlendirilmesi...

İslâm’da ahirete iman, Allah’ın emriyle İsrafil’in (a.s.) kıyametin kopması için Sur’a ilk defa üflemesinden ikinci defa üflemesine ve ondan sonra cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmesine kadar geçecek olan zaman şeklinde tarif edilmektedir. Buna göre ahiret, Sur’a üfürülme, insanların yeniden diriltilmeleri, herkese dünyada işlediklerinin yazılı olduğu amel defterlerinin verilmesi, amellerin değerlendirilmesi, dünyadaki işlediklerinden dolayı herkesin hesaba çekilmesi, şefaat, sırat,  cennet ve cehennem hayatı gibi safhaları ihtiva etmektedir.

Ahirete iman, İslâm’ın esaslarından biri olup genellikle Allah’a imanla birlikte zikredildimiştir. Ahiret inanmayan kimse, Kur’an ayetlerini inkar ettiği için dinden çıkmış olur: “Kim Allah’ı, O’nun meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, tam manasıyla o sapıtmış olur.”[1]

Ahiret ve ahirette gerçekleşecek durumlar, duyular ötesi konular olduğu için gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerle ve akıl yoluyla tam olarak açıklanamaz. Bu konudaki tek bilgi kaynağı vahiydir. Sur’a üfleme, amel defteri ve amellerin tartılması gibi ahirete ait hususların iç yüzünü ve gerçek mahiyetini ancak Allah bilir. Müslümanlar ise bunların varlığına inanmakla yükümlüdürler.

İslâm dini ahiret inancına çok büyük önem vermiştir. Bu nedenle nerdeyse Kur’an’nın her suresinde ahirete imandan söz edilmektedir.

Ahirete iman, ilahî adalete inanmanın bir gereğidir. Zira bu dünya ilahî irade tarafından bir imtihan yeri olarak belirlenmiştir. Bütün davranışların nihai hesabının görüleceği yer bu dünya değildir. Zaman zaman görüldüğü gibi herkes işlediği suçun cezasını bu dünyada çekmemekte, böylece bir takım haksızlıklar meydana gelmektedir. Oysa ahirette durum böyle olmayacaktır. Hiçbir şey gizli kalmayacak, hak/adalet yerini bulacak, Allah kötüleri cehennemle cezalandıracak, iyileri ise cennetle mükafatlandıracaktır. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Yoksa biz iman edip salih amel işleyenler,i yeryüzünde bozgunculuk yapanlarla bir mi tutacağız? Yoksa ehl-i takva olanları yoldan çıkanlarla bir mi kabul edeceğiz?” [2] Ancak yine de Allah Teala, kendi rahmetinin bir tecellisi olarak, dilerse azabı hak etmiş olan bir kulunu da  bağışlayabilir.

İnsanoğlunda bir ebedilik ve sonsuzluk duygusunun var olduğu bilinmektedir. Yüce Allah, insanın fıtratında bulunan bu duyguyu ahirete imanla takviye etmekte, ebedi hayata imanla, gönülleri tam bir olgunluğa ulaştırmaktadır.

İnsanın ölümüyle onun ahiret hayatı başlamış olmaktadır. Bir hadis-i şerifte kabrin ahiret duraklarının ilki olduğu bildirilmektedir.[3] Kabir hayatı kıyametin kopmasına kadar sürecektir.

Ahiret hayatının kıyametten sonraki şekli ise kıyametin kopması, insanların mahşer yerine toplanması, orada insanların hesaba çekilmesi, daha sonra ebedi hayatın başlaması gibi safhalardan oluşur.

Kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilemez. Ancak hadislerde kıyametin bir takım küçük ve büyük alametlerinden bahsedilmiştir. Bu alametlerden bir kısmı, dini emirlerin ihmal edilmesi, yasakların açıkça işlenmesi ve genel ahlakın bozulmasıyla ilgili olayları ifade eder ki bunlar küçük alametlerdir. Diğer grubu ise Deccal’in[4] çıkması, Hz. İsa’nın dünyaya dönüşü, kainatın düzeninin bozularak güneşin batıdan doğup doğudan batması gibi mevcut tabiat kanunlarının bozulması oluşturur ki bunlara büyük alametler denir.

İslâm, diğer dinlerdeki ölümden sonraki hayatla ilgili Kur’an’a ters düşmeyen düşünceleri reddetmez. Ancak ölü ruhlarının hayalet,  hortlak vs. gibi bu dünyada serbestçe dolaştıkları ve insanlara musallat oldukları şeklindeki yanlış inanışları kabul etmez.

İslâm göre, günah veya sevap kapısı ölümle kapanır. Ancak hayatta iken hayırlı evlat yetiştirenlerin, geriye faydalı ilim bırakanların ve insanlığın yarına hayırlı eser ve tesis yapanların sevapları sadaka-i cariye olarak devam eder ve amel defterlerine kaydedilir. Aynı şekilde insanlığa günah yolu açanların açtıkları bu yolda günah işlendiği sürece kendileri de aynı günahı işlemiş gibi kabul edilir ve o günahın aynısı onların amel defterlerine kaydedilir.

İslâm’a göre, ölümle fizik ötesi gerçeği yaşamaya başlayan günahkar insanların dünyaya geri dönüp salih amel işleme istekleri kabul edilmez. Bu durum ayette şöyle bildirilir: “Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman ‘Rabb’im beni geri dünyaya döndür ki ayrıldığım dünyada salih amel işleyeyim’ der. Buna Yüce   Allah şöyle karşılık veri: Hayır asla! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Çünkü onların önlerinde dirilecekleri Kıyamet gününe kadar sürecek olan bir perde (berzah) vardır.”[5] Ayette ifade edilen berzah,  sözlük anlamı itibarı ile engel manası taşımaktadır. Dini anlamda ise, ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar geçen süreyi ifade eden bir terimdir.

İslâm, vücudu terk eden ruhun başka bir bedene girip tekrar dünyaya geldiği görüşünü, yani tenasüh ve reenkarnasyon inancını da kabul etmez. Bu tür bir inanç yukarıda zikredilen ayette kesinlikle reddedilir.[6]

2-Yahudilikteki Ahiret İnancının Kısa Değerlendirilmesi

Daha öncede ifade ettiğimiz gibi yahudilikteki ahiret inancı ilk dönemlerde açık ve net olmayıp daha sonraki dönemlerde biraz açıklık kazanmıştır. Buna göre; öldükten sonra ruhun ebedi olarak yaşayacağına, insanların mahşere toplanıp hesap vereceğine, daha sonra iyilerin cennetle mükafatlandırılıp kötü kimselerin ise cehennemle cezalandırılacağına inanılmaya başlanmıştır.

3-Hıristiyanlıktaki Ahiret İnancının Değerlendirilmesi

Hıristıyanlıkta ahiret inancının vaftiz ve günah çıkarma ile yakından ilgisi vardır. Zira vaftiz ve günah çıkarma işlemiyle bir nevi insanoğlunun ahirete ait hesap yükümlülüğü ortadan kaldırılmış olmaktadır.

Hıristiyanlığa göre anne-babasından dünyaya gelen her insan, günahkar olarak doğar. Bu anlayışa göre her insan Hz. Adem ile Havva’nın cennette işlediği günahtan sorumlu tutulmaktadır.[7] Çünkü bütün insanlar onların neslinden çoğalmıştır.

Hıristiyanlıkta Tanrı, bütün insanlığı bu asli günahtan kurtarmak için biricik oğlu İsa’yı yeryüzüne göndermiş ve İsa da çarmıha gerilerek insanları bu günahtan temizlemiştir. Başka bir ifade ile Tanrı, insanlığın günahına keffaret olarak oğlu İsa’yı kurban etmiştir.[8]

Bugün Hıristiyanlığa yeni giren ve yeni doğan çocuklar vaftiz edilmektedirler. Vaftiz, kişiyi suya daldırmak, batırmak, onun üzerine su serpmek suretiyle takdis edilmesi demektir. Bu aynı zamanda Hıristiyanlığın en önemli ayinlerinden biridir. İnsanlar vaftiz edilmekle asli suçtan kurtulmuş ve temizlenmiş sayılırlar. Yine bu vaftizle vaftiz edilenin, İsa’nın manevi vucuduna iştirak ettiğine ve kutsal ruhla yeniden doğduğuna inanılır. Vaftizsiz ölenin, asli suçtan temizlenmediği için günahkar olarak bu dünyadan ayrıldığı kabul edilir.

Hıristiyanlıkta ayrıca günah itirafı adı verilen başka bir ayin daha vardır. Buna göre günahkar günahlarını itiraf eder. Papaz, affetme yetkisine sahip olan Kilise adına suçunu itiraf eden kişinin günahlarını bağışlar. Kişi, ne kadar günahkar olursa olsun pişman olur, tevbe  eder ve günahını itiraf ederse tüm günahları affolunur.[9] Böylece kişi günah işlemekle kaybetmiş olduğu vaftiz özelliğini yeniden kazanmış olur. Bazı durumlarda papaz keffaret olarak ceza da takdir edebilir.[10] Onlar bu affetme yetkisini İncil’in şu ifadelerine dayandırırlar:

“İsa onlara, "Size esenlik olsun!" dedi. "Baba beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum." Bunu söyledikten sonra onların üzerine üfleyerek, "Kutsal Ruh'u alın!" dedi. "Kimin günahlarını bağışlarsanız, bağışlanmış olur; kimin günahlarını bağışlamazsanız, bağışlanmamış kalır.” dedi[11]

İslâm’da asli günah inancı diye bir anlayış söz konusu değildir. Doğan her çocuk İslâm fıtratı üzere günahsız olarak dünyaya gelir. İslâm, hıristiyanların iddia ettiği gibi Hz. İsa’nın kendini insanlık adına kurban ettiği inancını kabul etmez. Yukarıda da ifade edildiği gibi Kur’an’a göre Hz. İsa  çarmıha gerilmemiş, Allah onu kendi katına yükseltmiştir .[12]

İslâm’a göre herkes kendi günahından kendisi sorumludur. Hiçbir kimse diğerinin günahını yüklenemez. Bu durum ayette şöyle ifade edilir: “Kim hidayet yolunu seçerse onu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim de doğruluktan saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.”[13]

İslâm’a göre günahtan kurtulmanın çaresi tevbe etmektir. Allah dilerse tevbe edenin tevbesini kabul eder. Dolayasıyla hiçbir insan Hz.  Adem ile Havva’nın işlediği günahtan sorumlu değildir. O, ancak kendi işlediği günahların hesabını verecektir. Aynı şekilde Hz. İsa’nın tüm insanların günahına keffaret olarak kendini feda etmesi ve insanları sorumluluktan kurtarması doğru değildir. Kaldı ki Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi diye bir hadise de vuku bulmuş değildir.

Ayrıca İslâm’da bir başkasının araya girerek kişinin günahını affetmesi diye bir inanç da yoktur. Herkes kendi günahından sorumludur ve hiçbir kimse de masum/günahsız değildir. Dolayısıyla hıristiyan din adamlarının günahkarların günahını bağıslaması ve kendilerini masum görmeleri İslâm’ın sorumluluk anlaşı ile uyuşmamaktadır. Akıl ve mantık açısından bakıldığında bile her insanın kendi günahından sorumlu tutulması gerekir. Böyle olması daha adil, daha ahlaki ve makuldür.

İslâm’a göre günahkar kimselerin ebedi olarak cehennemde kalması gibi bir akide mevcut değildir. Günahkar olan şahıs cehennemde günahı kadar azap gördükten sonra Allah’ın kendisini bağışlamasıyla cennnete girer. Ancak iman etmeyen kimseler için cehennem azabı ebedidir. Halbuki Hıristiyanlıkta günahkarların ebedi olarak cehennemde azap göreceklerine inanılır ki bu  İslâm inancıyla bağdaşmaz.

Görüldügü üzere Hıristiyanlıktaki ahiret inancı ile İslâm’daki ahiret inancı ana hatları ile müşterektir. Bunlar kıyametin kopması, ölülelerin dirilmesi, mükafaat ve ceza, cennet ve cehennem gibi mefhumlar her iki dinde de mevcuttur. Her iki dinde de Hz. İsa’nın Kıyametten önce yeryüzene gönderileceğine inanılır. Ancak bu inanç, Hıristiyanlıkta temel inanç esaslarından biri kabul edilmiş ve daha da ötesi Hz. İsa’ya kurtarıcı mesih gözüyle bakılmış ve kendisi tanrılaştırılmıştır.

Hıristiyanlıkta İsa’nın bir bulut içinde gökten inerek insanlar hakkında hüküm vereceğine, iyileri cennete, kötüleri cehenneme göndereceğine inanılmaktadır. Yine İsa’dan önce yaşayıp onu tanımayanların cehenneme gideceğine iman edilmektedir. Müslümanlar da Hz. İsa’nın Kıyametten önce gönderilip insanları hidayete davet edeceğine inanmakla birlikte hıristiyanların ona verdikleri “Kurtarıcı Tanrı” rolünü reddederler.

Hıristiyanların en büyük hatalarından biri de onların İslâm’ı batıl bir din olarak kabul etmeleri ve müslümanları ebedi olarak cehennemlik görmeleridir. Kur’an-ı Kerim, İslâm dini gönderilmeden önce yahudi ve hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih amel işleyenlerin kurtuluşa ereceklerini haber vermiştir.

Ancak Yüce Allah, İslâm dinini gönderdikten sonra herkesin bu dine iman etmesini istemiş ve bunun dışında başka bir dini kabul etmeyeceğini bildirmiştir. İslâm’ın son ve cihanşumul bir din olması da bunu gerektirir. Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur:

“Kim İslâm’dan başka bir edinirse bilsin ki o din ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedeceklerden olacaktır.”[14]

Dipnotlar:

[1] Nisa, 4/136.

[2] Sad, 38/28.

[3] Tirmizi, Zühd, 5.

[4] Deccal: Hadislerde bildirildiğine göre, yahudi asıllı, yaratılışı kusurlu, sağ gözü kör, sol gözü de yerinden fırlamış gibi dışarıda olan, çocuk sahibi olmayan, peygamberlik ve ilahlık iddiasında bulunup bir takım olağan üstü haller gösterecek olan kimsedir. Kıyamet alameti olarak gönderilecek, bazı insanlar kendisine inanacak, fakat Allah müminleri onun fitnesinden koruyacaktır. Buhari,  Fiten, 26; Müslim, Fiten 20; Ahmed b. Hanbel, III, 79.

[5] Müminün, 23/99-100.

[6] Ekrem Sarıkçıoğlu, Dinler Tarihi, s. 357, 359.

[7] Tekvin, 3/24.

[8] Romalılara Mektup, 3/23-26.

[9] Hıristiyan mezheplerinden olan Protestanlığa göre Kilise mensuplarının günah çıkarma yetkisi yoktur.

[10] G. Tümer-A. Küçük, age., s. 268, 269.

[11]Yuhanna, 20/21-23.

[12] Nisa, 4/156-159.

[13] İsra, 17/15.

[14] Al-i İmran, 3/85.

Kaynak: Dr. Erdoğan Baş, Salih İnci, Ana Hatlarıyla Yahudilik  Hıristiyanlık ve İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM NEDİR?

İslam Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.