“Ya Resulallah! Derimin Siyah, Yüzümün Çirkin Oluşu Benim Cennete Girmeme Mani midir?” Hadisi

“Ya Resulallah! Tenimin siyah, fiziken de güzel olmamam benim cennete girmeme mani midir?” diye soran Sad Bin Eslem’e (r.a.) Peygamber (s.a.v.) Efendimizin verdiği cevap.

Enes İbni Malik’ten radıyallahu anh: Bir defa Rasûl-i Ekrem’in sallallahu aleyhi ve sellem huzuruna bir adam geldi ve şöyle dedi:

SİYAH TENLİ OLMAK CENNETE GİRMEYE ENGEL MİDİR?

– Yâ Resûlallah! Derimin siyah, yüzümün çirkin oluşu benim cennete girmeme mani midir?

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz cevaben buyurdular ki:

– “Hayır, derinin siyah yüzünün de çirkin oluşu, cennete girmene mani değildir. Ancak, canım kudret elinde bulunan Allah’a yeminle söylerim ki sen gerek Allah’a ve gerekse O’nun Rasûlü’ne inanmamışsın.”

Rasûl-i Ekrem’in sallallahu aleyhi ve sellem bu sözleri üzerine, adam şunları söyledi:

Seni peygamberlikle şereflendiren zâta yemin ederim ki bundan tam sekiz ay önce ben, Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet ettim. Benim bu şehâdeti yaptığım mecliste, siz de orada bulunan insanlara, gerekse bulunmayan insanlara, bir hitabede bulunmuş idiniz. Fakat ahâlî, sırf derimin siyah oluşu ve yüzümün çirkinliği dolayısıyla beni aralarından uzaklaştırmışlardı. Halbuki ben, Selemoğlu kabilesinin soylularından idim. Ne var ki dayılarımın siyahlığı bende galebe çalmış. Onun için derim siyahtır.

Onun bu sözleri üzerine, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bir etrafına bakındı. Birisini aradığı anlaşılıyordu. Aradığını göremeyince, etrafındakilere sordu:

Veheb oğlu Amr burada mı?

Allah Rasûlü’nün sorduğu bu zât, Sakif oğullarından birisi idi. Ve Müslümanlığı yakın bir zaman önce kabul etmişti. O sırada orada bulunmadığı için, Rasûl-i Ekrem’e sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verilmişti.

RASÛLULLAH KIZINIZI ZEVCE OLARAK BANA VERDİ

Hayır burada yok. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, o kara derili sahabiye dönerek:

– Onun evini biliyor musun? buyurdu. Adam dedi:

– Evet biliyorum. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şimdi onun evine git. Kapısını yavaşça çal, selâm ver içeri girince şöyle de:

Rasûlullah kızınızı zevce olarak bana verdi.”

Bahis mevzuu şahsın, sevimli, iffetli, güzel ve akıllı bir kızı vardı. Kara derili adam, Allah Rasûlü’nün bu talimatı üzerine hemen yürüdü. Doğruca mezkûr kişinin evine vardı. Önce yavaşça kapıyı çaldı. Selâm verdi. İçeridekiler Arapça konuşulduğunu duyunca sevindiler. Hemen kapıyı açtılar. Ne var ki adamın derisinin karalığı, yüzünün çirkinliğini görünce, neşeleri kaçtı sıkılmaya başladılar. Bu sırada adam söze başladı ve dedi ki:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kızınızı bana zevce olarak verdi.

Kara derili adamın bu sözleri, ev sahiplerini büsbütün çileden çıkardı. O kızgınlıkla onu oradan kovdular. Bu arada bazı hakaretler de yaptılar. Adam oradan çıktı. Doğruca Rasûlullah’ın yanına gitti. Ve hadiseyi aynen anlattı. Fakat o kovulduktan sonra ev sahibinin kızı babasına dedi ki:

Ey babacığım! Vahy seni rezil rüsva etmeden bir kurtuluş yolu ara. Eğer, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gerçekten beni ona zevce olarak vermişse, ben Allah’ın ve Rasûlü’nün benim için münâsip gördüğü şeye razıyım.

Kızının bu sözleri üzerine uyanan baba, hemen kalktı. Doğruca Allah Rasûlü’nün yanına geldi ve ona yakın bir yere oturdu. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce kendisine hitaben buyurdu ki:

– Rasûlullah’ın kararını reddeden sen misin?” Adam dedi ki:

Evet yâ Rasûlallah! Ben bu işi yaptım. Ancak şimdi Allah’tan mağfiret talep ediyorum.Onu red edişimin sebebi, kendisinin yalan söylediğini sanmam idi. Madem ki doğrudur. Siz bizim kızımızı ona zevce olarak veriyorsunuz. O halde biz de kabul ediyor kızımızı ona zevce olarak veriyoruz. Allah’ı ve Rasûlü’nü darıltmaktan yine Allah’a sığınırız.

Kızın babasının bu sözleri üzerine dörtyüz dirhem mehir ile nikâh kıyıldı. Nikahtan sonra Allah Rasûlü damada yani Sa’d b. Eslem’e buyurdu ki:

Hemen kalk, zevcenin yanına git, mehrini ver. Damat Allah Rasûlü’ne cevaben dedi:

Yâ Rasûlallah, seni hak peygamber olarak gönderen zâta yeminle söylerim ki benim dünyalık hiçbir şeyim yok, gidip kardeşlerimden istemem lâzım. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem cevaben buyurdular ki:

Öyle ise zevcenin mihrini, mü’minlerden üç kişiden temin edelim.

Şimdi sen önce Affan oğlu Osman’a Benden kendisine selâm et ve ondan iki yüz dirhem para al. Oradan Avf oğlu Abdurrahman’a uğra, iki yüz dirhem de ondan al. Daha sonra Ali’ye var. Benden selâm et ve iki yüz dirhem de ondan al.

Allah Rasûlü’nün bu talimatı üzerine Sa’d hemen kalktı. Doğru Affan oğlu Osman’ın evine gitti. Meseleyi ona anlattı. Affan oğlu Osman, ona istenilen meblağdan daha fazlasını verdi. Onu alan Sa’d Selemî oradan Avf oğlu Abdurrahman’a geçti. Meseleyi ona da anlattı. Aynı şekilde o da istenilen meblağın üstünde para verdi. Daha sonra Ali’ye gitti. Allah Rasûlü’nün iradesini ona da anlattı. O da aynı şekilde istenenin fevkinde para verdi. Bunları alan Sa’d Selemî, hemen çarşıya koştu. Karısı için bir şeyler aldı. Gözlerinden neşe ve sevinç akmaktaydı. Bu neşe ve sevinç içinde tam eve dönmek üzere bulunduğu sırada, kulağına bir ses geldi.

Ey Allah’ın süvarileri! bininiz savaş var. Meğer düşman ordusu hücuma hazırlanmaktaymış. Bunun üzerine Allah Rasûlü’nün tellâlı da İslâm askerlerine durumu haber vermek için bu şekilde bağırmaya çıkmış.

Rasûlullah’ın tellâlının nidasını duyan Sa’d Selemî’ye bu sefer de başka bir neşe oldu. Hemen başını göğe kaldırarak şöyle dedi:

Ey Allahım! Ey göklerin ve yerlerin ilâhı! Ey Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem ilâhı!.. Bugün bu paraları Allah’ın Rasûlü’nün ve mü’minlerin sevdiği yolda harcayacağım. Ve hemen bir at, bir kılınç, bir mızrak bir de kalkan aldı. Bu arada beline bir kuşak bağladı. Başına da bir tülbent geçirdi. Öyle ki, bu başını tamamen örtmüştü. Sadece gözleri görünüyordu. Daha sonra atına atlayarak doğruca askerlerin toplandığı mahalle Muharib muhacirlerin yerinde yer aldı. Beklemeye başladı. Bu vaziyette onu gören muharipler kendi aralarında şöyle konuşmaya başladılar.

Tanımadığımız bu atlı kim acaba? Onların kendi aralarındaki bu sözleri duyan Hazret-i Ali, kendilerine hitaben dedi ki:

Bırakın onu, kim bilir, belki de dinimizi öğrenmek için Bahreyn yahud Suriye taraflarından gelmiş. Bu gün ise kendi arzusuyla size yardımcı olmayı düşünen biridir. Ümit ederim ki size faydası dokunur.

Bu esnada Sa’d Selemî de savaş talimleri yapıyor, kılınç sallıyor, mızrak dürtüyordu. Bir müddet bu işe devam edip, yorulunca atından indi. Kollarını dinlendirme hareketi yapmaya başladı. Daha sonra kollarının yenlerini sıvadı. Bu sırada Allah Rasûlü de ordusunun başına gelmiş bulunuyordu. Onun kara derili kollarını görünce:

– Sen Sa’d mısın? diye sordu. O da:

– Evet ya Rasûlallah. Anam babam sana feda olsun! cevabını verdi. Allah Rasûlü de buyurdular ki:

– Ceddine seadet!

ALLAH’A VE RESULÜ’NE OLAN SEVGİN NE KADAR YÜCE!

Derken iki ordu savaşa tutuştu. Sa’d bütün gücü ile hiç durmadan kılınç sallıyor, mızrak vuruyordu. Öyle ki onun herbir kılınç sallayışı ile mızrak vuruşunda bir düşman askeri mutlaka tepelenmiş oluyordu. Bir ara:

– Sa’d düştü! diye bir ses işitildi. Bu sesi duyan Allah’ın Rasûlü hemen o tarafa koştu. Gerçekten Sa’d vurulmuş ve düşmüş idi. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hemen onu kucakladı. Bizzat kendisi yüzündeki tozu toprağı sildi. Bu arada şöyle buyurdu:

– Kokun ne kadar güzel, Allah’a ve Rasûlü’ne olan sevgin ne kadar yüce ey Sa’d!

Allah’ın Rasûlü bu esnada ağlıyordu. Ağlaması bir müddet devam etti. Daha sonra yüzlerinde bir gülümseme belirdi. Bundan sonra yanındakilere dönerek dedi ki:

Kâbe’nin Rabbına yeminle söylerim ki Sa’d,

“Havz’a gitti. Oradaki muhariblerden Ebû Lübâbe sordu:

HAVZ NEDİR?

Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah, Havz nedir?

Rasûlği Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular:

Havz, Rabbımın bana ihsan ettiği bir şeydir. Genişliği San’a ile Basra arası kadardır. Çevresi inci ve yakutlarla süslüdür. Suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Ondan bir defa içen ebediyyen bir daha susamaz.

Allah Rasûlü’nün sözü bittikten sonra, Ebû Lübâbe bu sefer de dedi ki:

Ya Resûlallah, biraz önce biz, senin evvelâ ağladığını, sonra da gülümsediğini ve sonra da yüzünü çevirdiğini müşahede ettik. Acaba bunun sebebi neydi?

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Lübâbe’nin bu sorusuna cevaben buyurdular ki:

– Sa’d Selemî’yi sevdiğim için ağladım, onun Allah katındaki derecesini ve yüksek mevkiini düşünerek sevindim ve gülümsedim. Daha sonra yüzümü başka tarafa çevirmeme gelince, bunun sebebi de onun hurîlerden müteşekkil zevcelerini o anda orada görmüş olmamdır. O huri zevceleri o anda oraya gelmişlerdi. Vücutlarının bazı kısımları ile zinet eşyaları görünmekte idi. Hayadan yüzümü başka tarafa çevirmek zorunda kaldım.”

Bunları söyleyen Allah Rasûlü, daha sonra etrafındaki muhariplere emretti.

ALLAH DAHA HAYIRLISINI NASİP ETTİ

Sa’d Selemî’nin, silahlarını ve kendisine ait diğer eşyasını alın. Doğruca zevcesinin evine götürüp teslim edin. Kayın babasına da deyin ki:

Allah, Sa’d Selemî’yi sizin kızınızdan daha hayırlı biri ile nikahladı. (Gafletten Kurtuluş Tenbihu’l-Gafilin 937, 941)

Kaynak: Sâdık Dânâ, İslam Kahramanları 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İLK SAHABİLER KİMLERDİR?

İlk Sahabiler Kimlerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.