Veda Hutbesinin Neresindeyiz?

Peygamber Efendimizin hadislerinde ve özellikle de veda hutbesinde neyi yapmayın dediyse bugün tüm bu günahlar fazlasıyla yapılmaktadır. Müslümanların malları, canları, namusları kolayca heder edilebilmekte, hatta bazı Müslümanlar şüpheli/faizli kaynaklardan elde ettikleri kazançlar ile hayır işleri yapmaya kalkmaktadırlar.

Tebliğ ve irşad ile geçen 23 senenin sonunda Peygamber Efendimiz (s.a.v) Veda Haccında ümmetini toplu halde son kez görmüş ve insanlık tarihi açısından büyük öneme sahip Veda Hutbesini irad etmiştir. Veda hutbesinde adı üstünde hem sahabesi ile vedalaşmış hem de onlara ileride ümmetinin içine düşebileceği meseleler hakkında uyarılarda bulunmuştur.

Veda hutbesinde en önemli yeri Müslümanlar arasındaki ilişkiler teşkil eder. Peygamberimiz insanların mal, can ve namuslarının dokunulmazlığını müminlerin en kutsal mekânı olan Kâbe ve en kutsal zamanı olan, Hac vakti ile kıyas etmiş böylece bu hususta bizlere akıldan çıkaramayacağımız mesajlar vermiştir.

Mal dokunulmazlığının uzantısı olarak emanetlere riayet etmek, faizli işlemlerden uzak durmak zikredilmiştir. Can dokunulmazlığı ile ilgili olarak da tüm Müslümanlar Allah katında eşit sayılmış, her tür kan davaları sonlandırılmış, ayrıca kadınlara karşı her tür şiddet yasaklanmıştır.

SUFİLER AÇISINDAN EN BÜYÜK SUÇ

Kuran ve sünnetin içselleştirilmiş hali olan tasavvuf hareketi kul hakkı duyarlılığını hep korumuştur. Özellikle Müslümanlara zulüm etmek sufiler açısından en büyük suçtur. Peygamberimizin veda hutbesinde yaptığı kıyasın bir benzerini sufiler arasında meşhur olan şu beyitlerde buluyoruz.

Kâbe bünyad-ı Halîl-i Azer’est,

Kâbe, Âzer oğlu İbrahim’in bina ettiği taş bir yapıdır.

Dil nazargâh-ı Celil-i Ekber’est,

Kalp ise Hakk’ın nazargahı ve O’ nun eseridir.

İmam Rabbani hazretleri hemen her mektubunda bizleri kul hakkı konusunda uyarır, günahlardan tevbe etmemizi, nefsimizi devamlı murakabe ederek haram ve şüpheli şeylerden uzak durmamızı tavsiye eder. Mektupları arasında aşağıda seçtiğimiz tevbe, inabe, vera ve takva konulu mektup Peygamberimizin veda hutbesinin şerhi gibidir. Geniş konulu bu mektupta biz İmam’ın Allah hakları ile değil de kul hakları ile ilgili meselelerdeki hassasiyetlerini ele almaya çalışacağız. Şöyle der İmam Rabbani:

Mademki ömrümüzün değerli bölümünü isyanlar, kusurlar ve hatalar ile geçirdik artık bize yakışan tevbeden inabeden vera ve takvadan bahsetmektir. Allah Teâlâ buyuruyor: Ey Müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz (Nur, 31)…Günahın açığını da gizlisini de bırakın! (En’am, 120) bu ayetler gösteriyor ki günahlara tevbe etmek her Müslümanın üzerine farzdır. (Mektubat, II, 66. M)

KUL HAKLARI İLE İLGİLİ NASIL TÖVBE ETMELİYİZ?

Peygamber Efendimizin günde 70 kez istiğfar ettiğini belirten İmam, günahlara tevbe etme ve bir daha onlara dönmeme kararlılığından kimsenin müstağni kalamayacağını söyler ve kul hakları ile ilgili günahlardan nasıl tevbe edileceğini şöyle açıklar:

Kullara karşı işlenen zulmün tevbesi; öncelikle haksızlığın ortadan kaldırılması, haksız olarak alınmış mallarının iadesi ve hak sahiplerinden helâllik alınması ile gerçekleşir. Ayrıca onlara iyi davranmak ve dua etmek gerekir.

İmam’a göre hak sahibi ölse dahi üzerimizden mevtanın hakkı düşmez, yine de onu ödemek gerekir, bunun yolunu İmam şöyle tarif eder: Şayet hak sahibi ölmüş ise, onun adına Allah Teâlâ’dan mağfiret talep etmek ve iyilik yapmak, tevbeye konu olan malları çocuklarına ve varislerine geri vermek lazımdır. Şayet varisleri bilinmiyorsa, haksız olarak alınan malın veya yapılan haksızlığın miktarı kadar mal, hak sahibi veya haksız yere eziyet görmüş kimse adına fakirlere ve miskinlere sadaka olarak verilir.

HARAM MALDAN, KAZANÇTAN UZAK DURMAK

Peygamberimizin ifade ettiği üzere müminlerin mal, can ve namusları o kadar kutsaldır ki kul hakkına girenler sadece tevbe edilerek bunlardan kurtulunmaz. İmam’ın tarif ettiği şekilde ve şartlar müsaade ettiği oranda haklar hak sahibine geri verilmelidir. İmam Rabbani bu hususta başka sufilerin sözleriyle de bizleri ikaz etmeye devam eder ve şu sufilerin sözlerini paylaşır:

“Abdullah b. Mübârek Hazretleri ise şöyle der: “Bir kuruşluk haramdan gelen malı geri vermek, yüz kuruş sadaka vermekten üstündür.” Yine denmiştir ki: “Yarım gramlık haksız kazanılmış gümüş parayı sahibine iade etmek, Allah katında altı yüz Hacc-ı Mebrurdan iyidir.

Üzülerek ifade edelim ki bugün İslam ülkelerinin genelinde ticarette, ziraatte, hemen tüm ilişkilerde bu hassasiyet son derece azalmış durumdadır. Peygamber Efendimizin hadislerinde ve özellikle de veda hutbesinde neyi yapmayın dediyse bugün tüm bu günahlar fazlasıyla yapılmaktadır. Müslümanların malları, canları, namusları kolayca heder edilebilmekte, hatta bazı Müslümanlar şüpheli/faizli kaynaklardan elde ettikleri kazançlar ile hayır işleri yapmaya kalkmaktadırlar.

Halbuki kaynaklarımızda haram kaynaklardan elde edilen paralar ile hayır yapılamayacağı açıkça bildirilmiştir. İmam Rabbani bu hususta Hasan-ı Basriden şu rivayeti bizlerle paylaşır: “Hasan-ı Basri Hazretleri demiştir ki: “Zerre miktarı verâ, onun bin katı oruçtan, namazdan daha hayırlıdır.” Ebû Hüreyre (r.a.) ifade etmişlerdir ki: “Bugün verâ ve zühd ehli olanlar yarın kıyamet günü Allah Teâlâ’nın meclisinde bulunurlar.” (Deylemî, Firdevs, 2572)

İNSANLARIN EN TAKVALISI OLMAK İSTERSEN HARAMLARDAN UZAK DUR!

Sufiler haram işlemek bir tarafa şüpheli işlerden bile uzak durmayı tavsiye ederler ve buna vera ismini verirler. Maddi konularda başka kulların hakkına girmemek için öteden beri zühd hayatını tavsiye etmişlerdir. Öyle ki çoğu zaman kendi haklarından vazgeçmişlerdir. İmam’a göre hadisler de ifade edildiği üzere tüm günahların başı dünya sevgisidir. Bunun halli ise kulun takdire rıza göstermesi ve aza kanaat etmesinde yatar. İmam mektubunda dindarlığın bu yönünü şu hadis-i şeriflere dayanılarak ifade eder:

Hazret-i Peygamber (s.a.v.) Ebû Hüreyre Hazretlerine şöyle buyurmuştur: “Verâ sahibi ol, insanların en âbidi olursun” (Beyhakî, Şu‘abul-Îmân, 5750). Hazret-i Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki: “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ey kulum! Üzerine farz kıldıklarımı yerine getir ki, insanların en âbidi olasın. Sana haram kıldıklarımdan uzak dur ki, insanların en takvalısı olasın. Sana verdiğim rızka kanaat et ki, insanların en zengini olasın” (Beyhakî, Şu‘abu’l-Îmân, 201).”

SONRA YAPARIM DİYENLER HELAK OLDU

İmam Rabbani, saliklerin üzerinde bulunan kul haklarını ifa etmede acele etmelerini hayırlı işleri ertelememelerini tavsiye eder, zira insanın yarına çıkma garantisi yoktur. Şeytan “daha gençsin, ömrün uzun ilerde yaparsın” şeklinde tevbemizi geciktirmeye çalışır. Bu tür tembelliklerin önüne geçmek için İmam şu hadisi bizlere aktarır: Hazret-i Peygamber (s.a.v.) bir başka hadisinde de buyurmuştur ki: “Sonra yaparım diyenler helak oldu onlar (inşallah ileride) tevbe ederim derler.” (Deylemî, el-Firdevs, 2420)

Özetle sufiler Peygamber Efendimizin Müslümanın mal, namus ve can dokunulmazlığı konusunda geçen uyarılarını yerine getirme hususunda hassas davranmışlardır. Bugün bu hususta ümmet olarak büyük bir zafiyet içinde bulunduğumuz açıktır. Ne var ki Allah Teâlâ tevbe kapısını bizler için hep açık tutmuştur. Rabbimizden niyazımız bu hassasiyetin bizlere tekrar bahşolunmasıdır.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 378. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.