Vasiyetin Geçerlilik Şartları

İslam hukukuna göre vasiyetin meydana gelme şartları nelerdir?

İslam’da vasiyetin meydana gelme şartları...

VASİYETİN MEYDANA GELME ŞARTLARI

1) Vasiyetin Rükunleri

İmam Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre vasiyetin rüknü icap ve kabuldür. Çünkü vasiyet; bağış ve satış akdine benzer. Mirasta, mirasçının mülkiyet hakkı kabul şartı aranmaksızın kendiliğinden meydana gelirken, vasiyette lehine vasiyet yapılanın kabulü gereklidir. Çünkü bazı durumlarda vasiyet onun aleyhine sonuç doğurabilir.[1]

Vasiyette icap; “Malımın üçte birini şu hayır işine veya şu kimseye vasiyet ettim” gibi bir sözle olur. Kabul ise, lehine vasiyet edilenin “yapılan şu vasiyeti kabul ettim” demesi veya vasiyetçinin ölümünden sonra vasiyet edilen mal üzerinde kabul anlamına gelen tasarruflarda bulunması ile gerçekleşir.

Diğer yandan vasiyet; fakirlerin, hac yapanların, mücahidlerin veya mescitlerin maslahatı gibi belirsiz kişi ya da topluluklar lehine yapılmışsa, kabule gerek olmaksızın yalnız icap ile meydana gelir.

İmam Züfer’e (ö.158/775) göre vasiyetin rüknü icaptan ibarettir. Lehine vasiyet yapılanın kabulü ise rükun değil bir şarttır. Çünkü lehine vasiyet yapılan kimse mirasçıya benzer. Mirasın sabit olması mirasçının kabulüne bağlı olmadığı gibi vasiyetin geçerliliği de lehine vasiyet yapılanın kabulünü gerektirmez. Hanefîlerde tercih edilen görüş budur.[2]

Şâfi, Mâlikî ve Hanbelîlere göre vasiyetin geçerliliği için icap ve kabul gereklidir.[3]

2) Vasiyette Şekil Şartları

Vasiyetin geçerli olması için söz, yazı veya işaret yollarından birisi ile yapılması gereklidir.

a) Sözlü vasiyet:

Sözlü vasiyetin geçerli olduğu konusunda İslâm fakihleri arasında görüş birliği vardır. Sözlü olarak, iki şahidin yanında “şu kimse için filanca malımı vasiyet ettim” gibi bir sözle vasiyet gerçekleşir.

Lehine vasiyet yapılan ölürse, kabulü onun yerine mirasçıları yapar.

Eğer lehine vasiyet yapılan; okul, mescid ve fakirler gibi belirsiz topluluk veya hayır kurumları ise, vasiyetçinin mücerred ölümü ile, kabul söz konusu olmaksızın vasiyet tasarrufu yürürlük kazanır.

b) Yazı ile vasiyet:

Bir kimse kendi el yazısı ile bir vasiyetnâme düzenleyerek, şahitlere bunu okusa ve “siz buna şahid olunuz” dese böyle bir vasiyet geçerli olur. Çünkü yazı, maksadı açıklamada sözlü ifadeden geri kalmaz. Diğer yandan, şahitlere yazılı vasiyetin okunması ya da kapsamının sözlü olarak tekrarlanması ayrıca yazılı belgeye güç kazandırır.

Kanaatımızca, yazılı vasiyetnâmenin altına şahitlerin kimliklerinin yazılması, imzalarının alınması ve düzenleme tarihinin atılması isbat kolaylığı sağlar. Bunun günümüzdeki noter veya resmi bir daire nezdinde yapılması hakların korunması bakımından daha sağlam olur.

Diğer yandan dilsizin yazı ile yapacağı vasiyetin geçerli olduğunda da görüş birliği vardır. Burada önemli olan, yazının vasiyetçiye ait bulunmasıdır.

Yazılı vasiyetin baş tarafında besmelenin ve özet olarak îman esaslarının yazılması müstehap sayılmıştır. Bu arada kendi neslinin de bu îmanla yaşayıp ölmesi temennisi de vasiyete eklenir. Nitekim İbrahim ve Ya’kup peygamberler kendi çocuklarına şöyle vasiyette bulunmuşlardır.

“Yavrularım, Allah size bu dini seçmiştir. Ancak Müslümanlar olarak ölünüz.” [4]

c) İşaretle vasiyet

Dilsiz veya dili tutulmuş olan kimse, eğer yazı bilmiyorsa özel işaretiyle vasiyet yapabilir. Ancak dili tutulanın, yeniden konuşmaktan ümit kesilmiş olması gereklidir. Konuşmaktan aciz kalan kimse yazı yazmayı biliyorsa, vasiyetini yazıyla yapması gerekir. Çünkü yazının maksadı anlatması daha sağlamdır.

Sonuç olarak konuşabilen kimsenin vasiyeti hem sözle hem de yazı ile olur. Yazı bilen dilsizlerin vasiyeti yazı ile, yazı bilmeyenin ki ise özel işaretle yapılır.

3) Vasiyetçi ile İlgili Şartlar

a) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufta bulunduğu sırada bağış yapma ehliyetine sahip olması gerekir.

Buna göre vasiyet edenin akıllı ve ergen olması gereklidir. Bu yüzden akıl hastası olan veya henüz ergenlik çağına gelmemiş bulunan küçükler bağış yapmaya ehil olmadıkları gibi, yapacakları vasiyet de geçerli bulunmaz. Çünkü vasiyet aleyhte sonuç doğuran bir tasarruftur.-

Mâlikî ve Hanbelîlere göre temyiz gücüne sahip olan küçüğün vasiyeti geçerli olur.

Sefihlik yüzünden kısıtlı olan kimsenin yapacağı vasiyet prensip olarak geçerli olmakla birlikte, ayrıntıda bazı görüş ayrılıkları vardır. Nitekim Hanefîlere göre kısıtlının vasiyeti yoksullar veya bir hayır kurumu gibi Allâh’a yaklaştırıcı nitelikte olursa malının üçte birinde geçerlidir. Fasık olmayan zengin lehine vasiyette bulunmak gibi Allâh’a yaklaştırıcı (kurbet) niteliği yoksa böyle bir vasiyet geçerli olmaz. Diğer üç mezhep ise böyle bir şartı öngörmez ve kısıtlının vasiyetini geçerli sayarlar. Ancak Şâfiîlere göre iflâs yüzünden kısıtlananın yapacağı vasiyetin geçerliliği, alacaklıların icazetine bağlıdır.

Sarhoşun yapacağı vasiyet, çoğunluğa göre mutlak olarak geçerli değildir. Çünkü aklı başında değildir. Şâfiîlere göre ise haram bir şeyden dolayı sarhoş olmuşsa yapacağı vasiyet geçerli olur.

Gayri müslimin yapacağı vasiyetin geçerli olduğu konusunda görüş birliği vardır. Çünkü vasiyetin geçerliliği için Müslüman olmak şart değildir.[5]

b) Vasiyetin rıza ve hür irade ile yapılmış olması gerekir.

Vasiyet bir mülk veya hakkın başkasına devrini gerektirir. Bu yüzden satış, bağış vb. mülkiyetin naklini gerektiren tasarruflar gibi vasiyetçinin rızası ile yapılmış olmalıdır. Buna göre şakacının, iradesi zorlananın (mükreh) ya da yanlışlık yapanın vasiyeti geçerli değildir.

4) Lehine Vasiyet Yapılanla İlgili Şartlar

Vasiyet gerçek kişi lehine veya toplum ya da hükmî şahıs lehine yapılmış olabilir.

a) Gerçek kişi lehine vasiyet:

Vasiyet bir şahıs lehine yapılmışsa şu şartların bulunması gerekir.

1) Lehine vasiyet yapılanın mevcut olması:

Vasiyet bir temlik sayıldığı için var olmayan bir kimse lehine gerçekleşmez. Bu yüzden ölmüş olan kimse için vasiyet söz konusu olmaz. Ancak anne karnındaki cenin lehine yapılacak vasiyet ve vakıf geçerlidir. Çünkü onun varlığı bir gerçektir. Vasiyetin yürürlük kazanması için çocuk vasiyetten itibaren altı ay içinde ve canlı olarak doğmuş bulunmalıdır.

2) Kimliğinin bilinmesi:

Lehine vasiyet yapılanın belirli ve bilinen bir kimse olması gerekir. Aksi durumda vasiyeti uygulamak mümkün olmaz. Meselâ; vasiyet eden, “malımın üçte birini Ali’ye veya Veli’ye yahut Müslümanlara bıraktım.” dese, lehine vasiyet yapılanın belirsizliği nedeniyle böyle bir vasiyet geçersizdir. Çünkü vasiyet konusu malın teslimine imkân olmaz.” İki kişiden birisine vasiyet ettim” sözü de bu niteliktedir. Ancak bu son durumda Ebû Yûsuf’a göre vasiyet her ikisine, İmam Muhammed’e göre ise mirasçıların seçeceği birisine yapılmış sayılır.[6]

Diğer yandan lehine vasiyet edilenlerin “yoksullar” veya “şu köyün yoksulları” gibi tür olarak belirlenmesi durumunda vasiyet geçerli olur. Çünkü bu, sadaka vermeyi vasiyet etmek gibidir.[7]

3) Vasiyetçiyi öldürmemesi:

Lehine vasiyet yapılan kimse, vasiyetçiyi öldürürse, miras bırakanını öldüren mirasçının mirastan mahrum kaldığı gibi, o da vasiyet edilen malı alamaz. Burada vasiyetçinin veya miras bırakanın hayatı bir an önce servete kavuşmak isteyen kötü niyetli kişilere karşı korunmuştur. Hadiste şöyle buyurulur: “Katile vasiyet yoktur.” [8] Ancak Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre, bu durumda mirasçılar vasiyeti kabul eder veya vasiyet edenin hiç mirasçısı bulunmazsa vasiyet geçerli olur.

4) Lehine vasiyet yapılanın mirasçı olmaması:

Vasiyetin yürürlük kazanması için, lehine vasiyet yapılanın vasiyetçinin ölümü sırasında ona mirasçı olmaması gerekir. Allahü Teâlâ mirasçıların haklarını belirlediği için, ayrıca miras bırakanın vasiyet yoluyla bu miktarları değiştirmesi caiz görülmemiştir. Diğer yandan miras bırakanın bazı mirasçılarını tercih ederek onlara ayrıca vasiyetle mal bırakması diğerlerinin kıskançlığına yol açar ve bu durum sıla-i rahmin kesilmesine sebep olabilir.

Delil Hz. Peygamber’in şu hadisleridir: “Yüce Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Bu yüzden mirasçı için vasiyet yoktur.”[9] “Bir mirasçı lehine vasiyet, diğer mirasçıların rızası olmadıkça caiz değildir.”, “Diğer mirasçılar icazet vermedikçe bir mirasçı lehine vasiyet yoktur.”[10]

Sonuç olarak mirasçı lehine vasiyet yapıldığı takdirde bu, diğer mirasçıların icazetine bağlı olarak geçerli olur. Kabul ederlerse uygulanır, reddederlerse ortadan kalkar. Bir bölüm mirasçı kabul ederse, yalnız onların paylarında geçerli olur.

İmâmiyye Şîa’sına ve Zeydiye’ye göre mirasçı lehine vasiyet diğer mirasçıların icazetine bağlı olmaksızın doğrudan geçerlidir. Çünkü anne-baba veya yakın hısımlara vasiyeti emreden âyet,[11] miras âyetleri ile neshedilmiş olsa bile bu durum farz olan vasiyetin neshedildiği anlamına gelir, caiz ya da müstehap olan vasiyet ise kapsam dışı kalır.

Zâhirîlere göre ise, diğer mirasçılar icazet verse bile mirasçı lehine yapılacak vasiyet mutlak olarak geçerli değildir. Çünkü sünnetin yasakladığı bir tasarruf batıl olur.[12]

5) Hayır cihetine yapılan vasiyet:

Cami, mescid, tekke, hastane, okul ve benzeri hayır yerlerine ve bunların imar ve ıslâhına, yoksullara, aydınlatma, ısınma ve benzeri zarurî ihtiyaçlarına harcanmak üzere vasiyette bulunmak caizdir. Bütün bunlarda o beldenin örf ve âdeti dikkate alınarak harcama yapılabilir.

Hayır işlerine ve toplum yararına sarfedilmek üzere yapılacak vasiyet caizdir. Yol, köprü, sağlık ocağı, cami yapımı ve aydınlanması ile ısıtılmasını sağlamak ve öğrencilere yardımda bulunmak üzere yapılacak vasiyetler bu niteliktedir.[13]

6) Ma’siyete destek sağlayan vasiyet:

Vasiyet cihetinin Allâh’a isyana yol açacak ve İslâm’ın caiz görmediği bir işi desteklemek niteliğinde olmaması gerekir. Meselâ; kabir yapımını, kabrin üzerine kubbe yapılmasını veya evinin bahçesine defnedilmeyi, ya da filanca kabristanlığa gömülmeyi veyahut kabir üzerinde Kur’ân-ı Kerîm okunmasını vasiyet etmek caiz değildir. Çünkü Kur’ân okutmak üzere başkasını ücretle tutmak caiz olmaz. Müteahhırûn (sonraki fakihler) fakihlerinin para karşılığı Kur’ân talimine fetva vermesi, bütün taatler için para ile adam tutulmasının caiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü bu fetva İslâmî ilimlerin unutulmasını önlemek ve imamlık, müezzinlik gibi hizmetlerin devamını sağlamak üzere zarûret yüzünden verilmiştir. Yukarıda sözü edilen okuma ya da diğer vasiyet konusu işlerin yapılmasında ise zarûret yoktur.[14]

Diğer yandan cenaze namazını belirli bir kimsenin kıldırmasını veya cenazenin filan beldeye nakledilmesini vasiyet etse bu geçerli değildir. Hatta bir kimse, mirasçıların izni olmaksızın, ölüyü vasiyet ettiği beldeye naklederek masrafta bulunsa, bu masrafı mirasçıların tazmin etmesi gerekmez.[15]

7) Din ayrılığının vasiyete etkisi:

Vasiyetin geçerli olması için taraflar arasında din birliği gerekmediği gibi, aynı ülkenin tebeası olmaları da gerekmez. Mısırlı Kadri Paşa aile kanununda konuya şöyle yer vermiştir.

“Din ayrılığı veya tebealık farkı vasiyetin geçerli olmasına engel teşkil etmez. Buna göre; Müslümanın zimmîye (İslâm devletinin gayri müslim tebeası) ve İslâm beldesinde bulunan pasaportlu gayri müslime (müste’men) vasiyeti geçerli olduğu gibi, zimmî ve müste’men’in de kendi devlet tebeasından olmasa bile, Müslüman ve zimmi lehine yapacağı vasiyet geçerlidir.

İslâm devletinde mirasçısı bulunmayan, pasaportlu gayri müslim’in bütün mallarını vasiyet yoluyla bağışlaması caizdir. Bir bölümünü vasiyet ederse, artan para veya mal mirasçılarına geri verilir.[16]

Diğer yandan bir zimminin (İslâm ülkesi vatandaşı olan ehl-i kitap) başkasına olan vasiyeti terekesinin üçte birinden karşılanır.

Vasiyetin Konusu ile İlgili Şartlar

1) Vasiyet edilen şeyin bir mal olması gerekir. Bu, taşınır veya taşınmaz bir mal olabileceği gibi, bir hak veya yararlanma hakkı da olabilir. Meselâ; bir kimse evinin mülkiyeti mirasçılarına ait olması şartıyla, içinde oturma (süknâ) hakkını bir başkasına vasiyet edebilir.

2) Vasiyet konusu olan mal, mütekavvim (İslâm’a göre değeri olan) bir mal olmalıdır. Bu yüzden bir Müslümanın diğer Müslümana şarap, domuz eti gibi mütekavvim olmayan bir şeyi vasiyeti geçersizdir.

3) Malın mülkiyetinin devri mümkün olmalıdır. Buna göre henüz ana karnına düşmemiş olan yavruyu vasiyet etmek geçerli değildir.

4) Vasiyet konusunun Allâh’a isyan sayılan bir nitelikte olmaması gerekir. Müslümanın kilise veya havra yapımı, ya da bunların tamiri için yapacağı bir vasiyet bu niteliktedir.

5) Vasiyetçinin mirasçısı varsa, yapılacak vasiyetin onun malvarlığının üçte birini aşmaması gerekir. Eğer üçte birden fazla ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi bunun uygulanması diğer mirasçıların icazetine bağlıdır. Çoğunluk müctehitlere göre, böyle bir durumda miras bırakanın mirasçısı olmasa bile, terekenin üçte birini aşan miktardaki vasiyet geçersizdir.[17]

6) Vasiyetin yürürlük kazanması için, vasiyetçinin borca batık olmaması gerekir. Miras bırakanın borçlarının ödenmesi vasiyetin uygulanmasından önce geldiği için, böyle bir durumda alacaklılar izin vermezse vasiyet geçersiz olur.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَاۤ اَوْ دَيْنٍ “Yapacağınız vasiyetten veya borçtan sonra...” [18] buyurulur. Burada vasiyetin önce zikredilmesi mirasçıların dikkatini çekmek içindir. Çünkü miras bırakanın alacaklıları, mirasçılara karşı haklarını serbestçe koruyabilirken, lehine vasiyet yapılanlar, vasiyet için bir bedel ödemedikleri için onların hakkının inkârı ya da takipsizlik yüzünden vasiyetin sonuçsuz kalması mümkündür. Diğer yandan lehine vasiyet yapılanın vasiyetten her zaman haberi olmayabilir. Çünkü vasiyetin uygulanabilmesi için onun önceden haberinin olması da şart değildir. Vasiyetçinin ölümünden sonra, vasiyeti öğrenince kabul iradesini belirtmesi yeterlidir. Vasiyetçinin malının üçte birinden kendisi yerine hac yaptırılmasını vasiyet etmesinde olduğu gibi mirasçıların uygulamasını gerektiren durumlarda, vasiyeti ciddiye almaları ve bu konuda eksik bir yön bırakmamaları gerekir.

Vasiyette Özel Durumlar

1) Hayır kurumları lehine yapılan vasiyet

İslâm fakihleri mescid, ilim medreseleri, hastahaneler, kütüphaneler, sığınaklar ve buna benzer kamu cihetlerine vasiyetin geçerli olduğu konusunda görüş birliği içindedir.[19] Hanefîlerde, ana ilkeye göre lehine vasiyet yapılanın “mülk edinebilir” nitelikte olması gerekir. Mescid doğrudan mülk edinemeyeceği için mescidin tamiri ya da aydınlatılması gibi bir vasiyetin geçersiz olması akla gelirse de, İmam Muhammed bu gibi vasiyetleri de caiz görmüştür. Fetvâya esas olan görüş budur.[20]

Vasiyetin konusu, İslâm’ın ilkeleri ile çelişmiyorsa, vasiyetçinin şartlarına göre harcanır. Vasiyet genel olarak mescide, şu okula veya üniversiteye diye yapılmış olur ve vasiyetçinin özel şartları bulunmazsa, vasiyet edilen mal veya nakit para bu yerlerin inşa ve tamiri ile, mescidlere imam ve müezzin, eğitim kurumlarında ise öğretim elemanlarının maaşı gibi hizmetler için harcanır. Çünkü örf ve maslahat böyle bir harcamayı gerekli kılar. Meselâ; mescid için yapılan vasiyet, bu mescid cemaatinden olan fakirlere harcanamaz.

Diğer yandan belirli bir cihet tayin etmeksizin “iyilik (birr)” veya “Allah yolunda (fî sebîlillâh)” gibi maksatlar için yapılmış olan vasiyet de geçerlidir. Birincisi, vakıf veya mescidin imarı ya da aydınlatılması için sarf olunurken, Allah yolunda olan vasiyet de cihad ve cihadın gerekleri için harcanır.

2) Hac yaptırılmasını kapsayan vasiyet

Hacca birisini göndermeyi vasiyet etmenin geçerli olduğu konusunda görüş birliği vardır. Çünkü hac iyilik (birr) sayılan bir ameldir.

Bir kimse farz olan haccının yapılmasını vasiyet etse, eğer malının üçtebiri yeterli oluyorsa kendi beldesinden mutat araçlarla bir erkeğe hac yaptırılır. Eğer vasiyet edilen para yeterli olmazsa, yetecek yerden birisi hacca gönderilir.

Hacca gitmekte olan birisi yolda vefat etse, kendi yerine hac yapılmasını vasiyet etmişse, onun beldesinden mutat araçla hac yaptırılır. Ancak istihsan prensibine göre, parası yeterli ise vefat ettiği yerden, başka birisi onun yerine hacca devam edebilir. Parası buna da yetmezse, yeteceği bir yerden hac yaptırılabilir.

Nâfile (tatavvu) hac vasiyet etmek de geçerlidir.

Bir kimse malının üçte biri ile veya ayırdığı belli bir para ile hac yaptırılmasını vasiyet etse, bu ayrılan miktar bir kaç hac yapmak için yeterli ise, eğer “bir defa hac yapılsın” diye sayı ile açık vasiyet yapılmışsa, bir kez hac yaptırılır, artanı mirasçılarına ait olur. Hac sayısı için açık bir ifade yoksa, aynı yıl birkaç kişiye onun adına hac yaptırılır. Fazîletli olan budur. Bunun yerine her yıl bir kişi de gönderilebilir. Ebû Hanîfe’nin iki görüşünden sonuncusuna göre nafile hac sadakadan daha faziletlidir.[21]

Şâfiîlere göre, bir kimse farz haccı vasiyet etmemiş olsa bile meşhur görüşe göre diğer borçlar gibi bütün malvarlığından harcanarak hac yaptırılır. Eğer bütün malından veya üçte bir malından hac yaptırılmasını vasiyet etmişse buna göre amel edilir. Eğer vasiyet “farz haccım yaptırılsın” gibi mutlak ifadeler kullanılarak, para kaynağı zikredilmeden yapılmışsa, malının tamamından beldesi için tahsis edilen mikat’tan (İhrama girme yeri) itibaren hac yaptırılması gerekir. Malın üçte birinden hac yaptırılması vasiyet edilmiş olur, fakat üçte bir mal buna yeterli olmuyorsa bu takdirde yeterli olan yerden hac yaptırılabilir.[22]

3) Mirasın taksim şeklini vasiyet etmek

Bir kimse vefatından önce malvarlığı üzerinde bütün mirasçılarının paylarını belirleyerek, vefatından sonra buna riâyet edilmesini vasiyet etse, bu vasiyet bağlayıcı olur mu?

Çoğunluk müctehitlere göre böyle bir vasiyet bağlayıcı değildir. Onlar bunu kabul veya reddedebilirler. Çünkü miras paylarının mal olarak değerleri eşit olmakla birlikte, bunlardan elde edilecek yararlar değişik olabilir. Bu yüzden mirasçının pay miktarını vasiyetle değiştirmek caiz olmadığı gibi, bu payın aynını değiştirmek de geçerli olmaz.

Şâfiî ve Hanbelîlerden bazılarına göre vasiyetle paylaştırma adaletli olduğu takdirde mirasçılar için bağlayıcı olur. Çünkü her bir mirasçının hakkı, payının kıymetinde olup, payın kendisinde değildir. Bunun delili şudur. Miras bırakan kişi ölüm hastası iken bütün mal varlığını rayiç bedel üzerinden satsa, böyle bir satış sahih olur ve yürürlük kazanır. Hanefîlerden nakledilen iki görüşten birisi de böyledir. Bazı Hanefî fakihleri buna göre fetva vermişlerdir.[23]

4) Belli bir süre veya süresiz olarak maaş ödenmesini vasiyet etmek

Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlere göre, bir kimsenin kendi mal varlığından ödenmek üzere, başka birisi lehine maaş bağlanmasını vasiyet etmesi caizdir. Bu, malın vasiyet edilmesi gibidir. Çünkü günlük, aylık veya yıllık taksitler halinde ödenen maaş, toplam olarak vasiyetin konusunu teşkil eder. Terekenin gelirinden elde edilen maaşın vasiyet edilmesi de caizdir. Bu, yararlanmanın vasiyet edilmesi niteliğindedir.

Belirli veya belirsiz süre için maaş vasiyetinin uygulanması:

a) Eğer maaş belirli bir süre için vasiyet edilmişse, ödemenin malın kendisinden veya gelirinden oluşuna bakılmaksızın mal varlığının üçte biri ile sınırlıdır. Hanefîlerin çoğunluğu ile Mâlikîlerin görüşü böyledir.

b) Vasiyet ömür boyu maaş ödemesini gerektiriyorsa, bu da belirli bir süre için yapılmış vasiyet gibidir.

Ebû Yûsuf ve Mâlik’e göre, lehine vasiyet yapılanın hayat süresi, çağdaşlarında çoğunlukla rastlanan süre kadar takdir edilir ve bu süre boyunca ona ödenecek maaşa yeterli olacak kadar bir mal, üçte birden ayrılır.

c) Bir iyilik cihetine sürekli bir maaş vasiyet edilmişse, belirli bir kimse için belirli süreyle maaş vasiyetindeki gibi amel edilir.

Vasiyet mutlak veya ebedî olarak maaş bağlama şeklinde yapılmışsa, vasiyetçinin mal varlığının üçte birinden toplam maaşı karşılayabilecek kadar vakıf haline getirilir. Bu miktar üçte biri aşıyorsa mirasçıların icazeti gerekir. Üçte birin geliri maaş miktarlarını aşarsa bu fazlalık da lehine vasiyet edilen cihete ait olur.[24]

Vasiyeti Ortadan Kaldıran Durumlar

Vasiyet, sonradan meydana gelen birtakım sebepler yüzünden ortadan kalkar. Vasiyetten dönme (rücû), vasiyetçinin sonradan tasarruf ehliyetini kaybetmesi, irtidad etmesi, lehine vasiyet yapılanın vasiyeti reddetmesi veya ölümü yahut vasiyetçiyi öldürmesi veyahut vasiyet konusu malın telef olması ya da tüketilmesi bunlar arasında sayılabilir. Bunları aşağıda açıklayacağız.

1) Vasiyetten dönme (rücû)

Vasiyet, bağlayıcı bir tasarruf olmadığı için vasiyetçinin her zaman vasiyetinden dönmesi mümkündür. Çünkü vasiyetçi yalnız teklifte bulunan (icap yapan) kimsedir. Sonuçlarını da vasiyetçinin ölümü ile doğurur. Bu yüzden icap ile bu ölümden önce lehine vasiyet yapılan için bir hak doğmaz. Buna göre vasiyetçi, vefatına kadar vasiyetin geçerliliğini sürdürmekle rücû etmek arasında seçme hakkına sahiptir.

Vasiyetten dönmek iki türlü olur. Açık rücû, dolaylı rücû.

a) Açık rücû: Bu, vasiyetçinin açıkça vasiyetinden döndüğünü sözlü veya yazılı olarak belirtmesidir. “Filâna yaptığım vasiyetimden rücû ettim”, “Bu vasiyeti bozdum” veya “Filâna yaptığım vasiyet mirasçılarıma aittir” gibi sözler bu niteliktedir. Ancak “Filâna yaptığım vasiyete pişmanım” veya “Şu vasiyette acele ettim” gibi sözlerle vasiyetten rücû meydana gelmez.

İmam Muhammed’e göre vasiyetin inkârı rücû anlamına gelmez. Ebû Yûsuf ile Mâlikîlere göre ise vasiyetin inkârı rücû sayılır.

b) Dolaylı rücû: Vasiyet konusu üzerinde her fiil ve tasarruf, vasiyetten rücû anlamına gelir. Vasiyetçinin, vasiyet konusu malı satması, bağışlaması veya tasadduk etmesi, onu mehir olarak vermesi veya bir vakıf durumuna getirmesi dolaylı olarak rücû anlamına gelen tasarruflardandır.

Vasiyetçinin vasiyetten döndüğünü gösteren bir takım filler de söz konusu olabilir. Vasiyet konusu koyunu kesip tüketmek, pamuğu iplik yapmak, vasiyet edilen üzümün kuru üzüm olması, yumurtanın civciv olması bu niteliktedir.

Diğer yandan vasiyetçinin fiilinin etkisi ile vasiyete konu olan mal isim değiştirecek şekilde değişikliğe uğrarsa bu vasiyetten rücû anlamına gelir. Yünün dokunması, madenin eritilmesi, buğdayın öğütülmesi veya kumaşın kesilmesi bu niteliktedir.[25] Ancak vasiyetçinin, vasiyet ettiği malı daha sağlam ve daha dayanıklı hale getirmek için yaptığı değişiklikler müstesnadır.

2) Vasiyetçinin akıl hastalığına tutulması veya bunaması

Hanefîlere göre vasiyet tasurrufu, vasiyetçinin sonradan akıl hastalığına tutulması veya bunaması durumunda bâtıl olur.

Ebû Yûsuf’a göre sürekli (mutbik) akıl hastalığı bir ay ve daha uzun süren, İmam Muhammed’e göre ise en az bir yıl süren hastalıktır. Bunaklık da bunun gibidir. Akıl hastalığının süresi yukarıda belirtilen miktardan kısa olursa vasiyet batıl olmaz. Çünkü böyle bir durum da baygınlığa benzer, baygınlık ise aklı yok etmediğinden yapılan tasurrufu etkilemez. Nitekim sefihlik veya gaflet yüzünden vasiyetçinin kısıtlılık altına alınmasıyla da vasiyet bâtıl olmaz.

Çoğunluk müctehitlere göre ise sonradan meydana gelen akıl hastalığı vasiyet tasarrufunu batıl kılmaz. Bu hastalığın geçici veya sürekli olması da sonucu değiştirmez. Kısaca, vasiyetçinin vasiyeti yaptığı sırada tam ehliyetli (akıllı ve ergen) olması yeterlidir. Nitekim satış, kira, vakıf ve benzeri tasarruflar, sonradan meydana gelen akıl hastalığından etkilenmemektedir. Vasiyet de bu niteliktedir.

3) Taraflardan birisinin dinden çıkması

Hanefîlerle Şâfiîlere göre vasiyetçinin irtidat etmesi daha önce yapmış olduğu vasiyeti batıl kılar. Diğer yandan Mâlikîlere göre, lehine vasiyet yapılan mürted olarak ölürse bu da vasiyet için iptal nedenidir.

4) Vasiyetin reddedilmesi

Vasiyet tasarrufununun yürürlük kazanması için lehine vasiyet yapılan tarafından kabul edilmesi gerekir. Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre vasiyetin rüknü satım ve bağış tasarruflarında olduğu gibi icap ve kabüldür. Çünkü vasiyet bazı durumlarda lehine vasiyet yapılanın aleyhine olabilir. Mirasta ise mülkiyetin mirasçılara intikali şâri (Allah ve elçisi) tarafından belirlendiği için kendiliğinden sabit olur ve rızayı gerektirmez.

Diğer yandan vasiyeti kabulün, vasiyetçinin vefatından sonra açık sözlerle veya kabul anlamına gelen mülkiyetine geçirme, tüketme, satma veya bağışlama gibi tasarruflarla açığa vurulması gerekir. Aksi durumda vasiyet edilen kabul veya red iradesini açığa vurmadan ölürse, vasiyetin konusu olan mal mirasçılara intikal eder.

İmam Züfer’e göre ise vasiyetin rüknü icap olup, kabul ise mülkiyetin vasiyet edilen lehine sabit olması için bir şarttır. Burada mirasa kıyas yapılmış olup, lehine vasiyet yapılanın mülkiyeti mirasçının mülkiyeti gücünde sayılmıştır. Hanefîlerde tercih edilen görüş budur.[26]

5) Lehine vasiyet yapılanın vasiyetçiden önce ölmesi

Vasiyet, vasiyet edenin ölümüne bağlı olarak yapılan bir bağıştır. Bu yüzden lehine vasiyet yapılanın bağışlanan mala malik olabilmesi için, vasiyetçinin ölümü sırasında sağ olması gerekir. Aksi durumda ölüye yapılan bağışın geçerli olmayışı gibi bu da geçerli olmaz.

Lehine vasiyet yapılanın, vasiyetçiden sonra fakat kabulden önce ölmesi durumunda ise Hanefîlere göre vasiyet bâtıl olmaz. Çünkü onlara göre kabulün anlamı reddetmemekten ibarettir.

Hanefîler dışındaki çoğunluğa göre ise lehine vasiyet yapılan, vasiyeti kabulden önce fakat vasiyetçinin ölümünden sonra vefat ederse vasiyet tasarrufu ortadan kalkar.[27]

6) Lehine vasiyet yapılanın vasiyetçiyi öldürmesi

Miras bırakanını öldüren mirasçının mirastan mahrum kaldığı gibi, kendisine vasiyetle mal bırakan kimseyi öldüren de vasiyet konusu olan maldan mahrum edilir. Yukarıda bu konuyu açıklamıştık. Burada mirasçıların böyle bir vasiyeti kabul etmeleri ile etmemeleri sonucu değiştirmez. Hatta vasiyetçinin yaralandıktan sonra ölmezden önce vasiyeti kabul ve teyit etmesi de sonucu etkilemez.

7) Vasiyet konusunun telef olması veya tüketilmesi

Vasiyet konusu olan mal belirli olur ve lehine vasiyet edilenin kabulünden önce telef olursa vasiyet ortadan kalkar. Çünkü vasiyet konusunu ifa imkânı bulunmaz. Meselâ; bir kimse bir hayvanını ya da otomobilini başkasına vasiyetle bıraksa, ancak daha sonra bu hayvan veya otomobil telef olsa vasiyet ortadan kalkar. Çünkü vasiyetin konusu yok olmuştur.

Yine vasiyet edilen bir evin sonradan yıkılması durumunda da, vasiyet yalnız arsası üzerinde uygulanabilir. Diğer yandan vasiyet konusu olan mal üzerinde başkası hak iddia etse ve davasını ispat ederek bu yeri teslim alsa artık, konu ortadan kalkacağı için vasiyet bâtıl olur.

8) Vasiyetin mirasçı lehine yapılması

Yukarıda da açıkladığımız gibi, vasiyetin mirasçılar dışında kalan birisine ve mal varlığının üçte birini aşmayacak ölçüde yapılması gerekir. Bu sınırlar aşıldığı takdirde mirasçıların icazeti olmadıkça vasiyet yürürlük kazanamaz. Ancak Mâlikîlere göre mirasçılar geçerli saysa bile mirasçı lehine yapılacak vasiyet bâtıldır. Çünkü Allâh’ın elçisi “Mirasçıya vasiyet yoktur” [28] buyurmuştur.

Vasiyetin İsbatı

Vasiyetin yazılı olarak yapılması, besmele, Allâh’a hamd, Hz. Peygamber’e salat ve şehâdet kelimeleri ile başlaması ve şahit tutulması menduptur.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi vasiyet sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Mâlikîler buna anlaşılır bir işaretle vasiyet yapmayı da eklerler.

Vasiyet, şahit ve yazılı belge gibi şer’i isbat yolları ile sabit olur. Hanefîlere göre vasiyeti kimin yaptığı ve kimin lehine yapıldığı kâğıt üzerine açık olarak yazılmış bulunursa böyle bir yazılı vasiyet geçerli olur. Bunun dışında mücerred yazı ile vasiyet sabit olmaz. Ancak savaş ehli (harbî) kimsenin İslâm devlet baş kanından eman (güvence) istediği yazısı ile tüccar, sarraf veya komisyoncunun defterleri müstesnadır. Bunlar yazıldıkları şekil üzere delil olarak kabul edilir.[29]

Vasiyetnameye şahit tutulması, bu vasiyetin şahitlere okunması, şahitlerin vasiyetnâme kapsamını vasiyetçiden dinlemesi yahut da vasiyetnâme vasiyetçiye okunup da kapsamını ikrar etmesi ile gerçekleşir. Çünkü sadece şahidin yazısına dayanarak şahitliğine hükmetmek caiz değildir. Diğer yandan Hanefî ve Şâfiîlere göre diğer şekil şartlarını taşımayan mücerred yazı ile vasiyet sabit olmaz. Çünkü burada yazı benzerliğinden yararlanarak insanları aldatma söz konusu olabilir.

Mâlikîlere göre, vasiyetnâmenin geçerli olması için vasiyetçinin kendi el yazısı ile yazılmış bulunması ve şahit tutulması yeterli olup, vasiyetin şahitlere okunması veya vasiyet mektubunun açılması şart değildir.[30]

Ölüm Hastasının Yapacağı Bağışlar

Ölümle sonuçlanan ağır hastalığa yakalanan ya da geçirdiği kaza sonucu öleceğini anlayan kimsenin yapacağı bağış veya ölümden sonrası için yapacağı tasarruflar için sınırlama getirilmiştir.

Tecrübelere göre genellikle ölüme götüren hastalık artmaksızın sürüyorsa Hanefîlere göre ölüm bir yıl ile sınırlanmıştır. Eğer hastalık giderek artıyorsa, yıllarca sürse bile bu ölüm hastalığı sayılır. Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise hastalığın cüzzam ve taun gibi korkutucu olması ve ölümle sonuçlanması yeterlidir.

Ölüm hastasının yapacağı tasarruflar ya bağış ya da vasiyet niteliğihnde olur. Hükmü buna göre değerlendirmek gerekir:

1) Ölüm hastasının hastalığı sırasında yapacağı bağışlar

Ölüm hastası değerinin çok altında bir bedelle bağış (muhâbât) yapar veya sadaka, vakıf ve borçtan ibra gibi bedelsiz teberrularda bulunursa, çoğunluk müctehitlere göre bütün bunlar mal varlığının üçte birinden karşılanır.

Delil şu hadistir: “Allah, vefatınız sırasında salih amellerinizde lehinize bir artış olmak üzere, malınızın üçte birini sizlere tasadduk etmiştir.” [31]

Diğer yandan dış görünüş bakımından hastanın vefat edeceği dikkate alınarak, böyle bir kimsenin, hastalığı sırasında yapacağı bağış, mirasçıları bakımından vasiyet gibi olur ve üçte biri aşamaz.

2) Ölümünden sonraya yönelik teberru veya atıyyeleri

Ölüm hastalığı sırasında vasiyet yoluyla yapılacak tasarruflar da üçte birle sınırlıdır. Eğer vasiyet miktarı hastanın mal varlığının üçte birini aşarsa mirasçıların icazeti gerekir. Aksi durumda üçte biri aşan kısım geçersiz olur. Delil şu hadistir: Adamın birisi ölümü sırasında altı tane kölesini azat etmişti ve bunlardan başka bir şeyi de yoktur. Mirasçıların itirazı üzerine Allâh’ın Rasûlü köleler arasında kur’a çekerek, iki tanesini serbest bırakmış, geri kalanların ise eski statülerinde devam etmelerini bildirmiştir.[32]

Sonuç olarak mü’min ömür boyu kazandığı serveti ile ilgili olarak sağlığında yapamadığı ya da yapmağa fırsat bulamadığı hayır ve iyiliklerin ölümünden sonra yapılmasını vasiyet yoluyla sağlayabilir. Böylece mal varlığının üçte biri üzerinde ölüp gittikten sonra da hayra yönelik tasarruflarını sürdürme imkânı bulur. Mirasçılar dışında kalan yakın hısımlardan malî yönden desteklemek istediği kimselerin duasını alma yanında cami, Kur’ân Kursu, okul, hastane vb. hayır kurumlarına yapacağı bağışlarla âhiret hayatı için önemli bir yatırım yapmış olur.

Dipnotlar:

[1]. Kâsânî, age, VII, 330 vd. [2]. İbn Âbidîn, age, V, 457 vd.; Bilmen, age, İstanbul 1969, V, 117, 118; Zühaylî age, VIII, 13, 14. [3]. Bilmen, age, V, 118, 119. [4]. Bakara, 2/132. [5]. bk. Kâsânî, age, VII, 334 vd.; İbnü’l-Hümâm, age, VIII, 429 vd.; İbn Rüşd, age, II, 328; İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 558; Zühaylî age, VIII, 26 vd. [6]. Kâsânî, age, VII, 236. [7]. Zühaylî age, VIII, 34, 35. [8]. Zeylâî, Nasbu’r-Râye, IV, 402. [9]. Ebû Dâvûd, Büyü, 88; Tirmizî, Vesâyâ, 5; İbn Mâce, Vesâyâ, 6. [10]. Buhârî, Vesâyâ, 6; Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 6; Tirmizî, Vesâya, 5; Nesâî, Vesâyâ, 5; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VI, 40. ilk hadis İbn Abbas’tan, İkincisi Amr b. Şuayb’tan nakledİlmiştir. [11]. Bakara, 2/180. [12]. İbn Rüşd, age, II, 329; İbn Hazm, el-Muhallâ, IX, 387. [13]. Kadri Paşa Kodu, mad. 541. [14]. Kâsânî, age, VII, 341; İbn Âbidîn, age, V, 458, 471. [15]. Bilmen, age, V, 142. [16]. Kadri Paşa, age, mad. 542. [17]. el-Mergînânî, el-Hidâye, IV, 232; Mevsılî, el-İhtiyâr, V, 62; İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 563; Bilmen, age, V, 122 vd. [18]. Nisâ, 4/11-12. [19]. Kâsânî, age, VII, 341; İbn Âbidîn, age, V, 470 vd.; Zühaylî age, VIII, 61. [20]. İbn Âbidîn, age, V, 492. [21]. İbn Âbidîn, age, III, 67; Meydânî, el-Lübâb, V, 177. [22]. Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, III, 67; Şirâzî, el-Mühezzeb, I, 454. [23]. Şirbînî, age, III, 44; İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 7; İbn Âbidîn, age V, 464. [24]. Zühaylî age, VIII, 97 vd. [25]. Kâsânî, age, VII, 394; İbn Âbidîn, age, V, 469 vd.; Şirbînî, age, III, 39, 71; Şirâzî, age, I, 461 vd.; Zühaylî age, VIII, 114, 115. [26]. bk. Kâsânî, age, VII, 330 vd.; İbnü’l-Hümâm, age, VII, 417 vd., İbn Âbidîn, age, V, 457 vd.; Meydânî, age, IV 168; Zühaylî age, VIII, 13, 14. [27]. Zühaylî age, VIII, 116, 117. [28]. Ebû Dâvûd, Büyû’, 88; Tirmizî, Vesâyâ, 5; İbn Mâce, Vesâyâ, 6. [29]. İbnü’l-Hümâm, age, VIII, 511 vd.; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, II, 347; İbn Âbidîn, age, III, 443. [30]. Şirbînî, age, III, 53, IV, 399; Zühaylî age, VIII, 126, 127. [31]. İbn Mâce, Vesâyâ, 5; A. b. Hanbel, VI, 441. [32]. Şevkânî, age, VI, 41 vd. Ölüm hastasının tasarrufları için bk. Kâsânî, age, VII, 370; İbn Âbidîn, age, V, 467, 469, 481; İbn Rüşd, age, II, 322; Şirâzî, age, I, 453; İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 71 vd.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

VASİYET NE DEMEK?

Vasiyet Ne Demek?

İSLAM’DA VASİYETİN HÜKMÜ NEDİR?

İslam’da Vasiyetin Hükmü Nedir?

VASİYET İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Vasiyet ile İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.