Vasıflı İnsan Yetiştirmenin Önemi

İslam'da ve tarihin her sahnesinde gayretlerin çoğunun ideal insanı yetiştirmek üzere olduğu görülmektedir. Efendimizin (s.a.v) en büyük mucizesinin aslında yetiştirdiği nice vasfıklı ve keyfiyetli, her sözü ve ameli ile tarihe söz olmuş sahabi efendilerimizdir. Bu sebebiyetle günümüzde de ülkeleri ve toplumları ihya edecek  tek şey yetişmiş insanıdır.

Câfer-i Tayyâr -radıyallâhu anh-; Allah Rasûlü’nün tâlimâtıyla gittiği Habeşistan’da 13 yıl kalmış, orada devlet başkanına varıncaya kadar İslâmiyet’in neşrinde muvaffakiyet ve hidâyet dolu neticeler elde etmişti.

Hidâyet vazifesini îfâsından sonra geri döndü. Efendimiz ve ashâbının Hayber muhasarasına gittiğini öğrenince hemen oraya koştu. Vardığında fetih gerçekleşmişti.

Fahr-i Kâinat -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Hazret-i Câfer’i görmenin sürûrunu şöyle ifade etti:

“Hangisine sevineyim? Câfer’in gelişine mi? Hayber’in fethine mi?” (İbn-i Hişâm, III, 414)

Koca bir beldenin fethi, terazinin bir kefesinde; bir vasıflı, keyfiyetli insan diğer kefesinde… Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-; hangisinin ağır bastığını ifade etmiyor, müsâvî görüyor.

Peygamber Efendimiz’in 23 senelik risâletinde en mühim vazifesi, kendisinden sonra tebliğ sancağını taşıyacak kadroyu yetiştirmekti. Son günlerinde bu neslin yetiştiğini görerek bu dünyadan, huzurun tebessümüyle ayrıldı.

PEYGAMBERİMİZDEN (S.A.V) EN GÜZEL TEBESSÜM

Peygamberimiz’in dünya hayatındaki son günleriydi. Bedenî tâkatleri cemaate çıkmaya yetmiyordu. Üst üste kovalarla sular dökündüğü hâlde, namaz kıldırmaya gidemedi. Namazı Hazret-i Ebûbekir’in kıldırmasını emretti.

Bir defasında biraz mecal hissedince bir kolunda Hazret-i Abbâs ve bir kolunda Hazret-i Ali olmak üzere kendisine hasret hâlindeki ashâbının yanına çıktı. İmâmette bulunan Hazret-i Ebûbekir’in yanına oturarak namazını kıldı, ashâbıyla hasret giderdi. (Buhârî, İstihlâf-i İmam, 687)

Son günün sabah namazında ise oda kapısının perdesini kaldırdılar ve o esnada Hazret-i Ebûbekir’in imamlığında namaz kılan sevgili ashâbını son kez seyrettiler. Onları (yani yetiştirdiği o müstesnâ nesli) yan yana saf tutmuş, cemaatle namaz hâlinde görmekten memnun kalarak sürûr içinde tebessüm buyurdular. (Buhârî, Meğâzî, 83)

Nitekim bu hâdiseyi anlatan Hazret-i Âişe Vâlidemiz diyor ki:

“Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ashâbının namaz kılışını tebessüm ederek seyrediyordu. (Arkasında güzel bir nesil bırakmanın huzuru ve sürûru içindeydi.) Allah Rasûlü’nü hiçbir vakit böylesine sevinçli bir hâlde görmemiştim.” (İbn-i Hişâm, IV, 331)

Efendimiz’den sonra vazifeyi deruhte edenler de, vasıflı insan yetiştirmenin iştiyakını ve yeterince bulamamanın endişe ve ızdırâbını duydular.

EN BÜYÜK TEMENNÎ

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hilâfeti zamanında bir gün dostlarıyla oturuyordu. Onlara (Allah’tan) bazı talep ve temennîlerde bulunmalarını söyledi. (Âdetâ onların hayal ufkunu görmek istedi.) Oradakilerden bir kısmı;

“–İçinde bulunduğumuz şu hâne dolusunca paralarım olsun da Allah yolunda infâk edeyim!..” şeklinde niyet izhâr etti.

Bir kısmı;

“–Şu ev dolusu altınım olsun da Allah için harcayayım!..” tarzında temennîde bulundu.

Bazılarının hayali de;

“–Şu hâne dolusu mücevherlere sahip olayım da onları Allah yolunda sarf edeyim!..” şeklinde oldu.

Ancak Hazret-i Ömer;

“–Daha, daha fazlasını isteyin!” deyince onlar;

“–Allah Teâlâ’dan daha başka ne isteyebiliriz ki?!.” dediler.

Bunun üzerine Ömer -radıyallâhu anh-;

“–Ben ise, içinde bulunduğumuz şu hânenin Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Muâz bin Cebel ve Huzeyfetü’l-Yemânî gibi (müstesnâ, seçkin, keyfiyetli, ideal ve yetişmiş) kimseler ile dolu olmasını ve bunları Allâh’a itaat yolunda, yani tebliğ ve ıslah hizmetlerinde istihdâm etmeyi temennî ederim…” dedi. (Buhârî, Târîhu’s-Sağîr, I, 54)

MISIR'IN FETHİNDE ŞEHİD DÜŞEN SİNAN PAŞA

Yetişmiş, ideal insanın ehemmiyetini idrâk eden Yavuz Sultan Selim Han da, Mısır’ın fethi esnasında şehid düşen Sinan Paşa hakkında;

“Mısır’ı aldık, fakat yazık ki Sinan Paşa’yı kaybettik!” diyerek; bu muazzam fethin sevincini gölgelemeye, yetişmiş bir tek insanı kaybetme acısının yettiğini ifade etti.

Keyfiyetli insan bulmak ve yetiştirmek, uzun ve zahmetlerle dolu bir gayret ister. Ümitsizlik ve bezginlik, sabırsız insanlara bu yolda engel olur. Hazret-i Mevlânâ; keyfiyetli insanı arama gayretlerinin, ümitsizlikten uzak ve azim dolu olması gerektiğini şu hikâye ile temsilî bir şekilde anlatmaktadır:

“Bir gece vakti evimden dışarı çıktım. Kırlarda geziyordum. Bir adamcağızın elinde fenerle dolaştığını gördüm;

«–Bu gece karanlığında ne arıyorsun?» diye sordum.

Adam;

«–İnsan arıyorum.» diye cevap verdi.

Ona dedim ki:

«–Yazık! Boşuna yoruluyorsun… Ben yurdumu terk ettim de yine onu bulamadım. Git evine, yat, rahatına bak. Nafile arıyorsun, onu hiçbir yerde bulamayacaksın!»

Adamcağız acı acı baktı ve şöyle cevap verdi:

«–Bulamayacağımı ben de biliyorum. Ama yine de aramaktan zevk alıyorum. Onu bulamasam da, bulamayacak olsam da bu hasretli arayıştan bile zevk alıyorum, teselli buluyorum.»”

Velhâsıl yetişmiş insan, en büyük ihtiyacımız.

Kur’ân-ı Kerim’de Lokman -aleyhisselâm-’ın evlâdına şu nasihatleri, emr-i bi’l-mârûfun, nesilden nesile aktarılması gereken bir vazife olduğunu ne güzel ifade etmektedir:

“Yavrucuğum; namazını îtinâ ile kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret!

İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.” (Lokmân, 17)

«Yetişmiş insan» mefhumunun muhtevâsını doğru idrâk etmek îcâb eder.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Nisan Sayı: 146

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.