Türkiye'de Din-medya İlişkisi İçler Acısı Durumda

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, din -medya ilişkisinin içler acısı durumda olduğunu ve bunun hemen her inanmış insanı rahatsız ettiğini belirterek, "Yılın belli bir ayında, haftanın bir gününde dini bir sayfa hazırlatan ya da bir program yayınlayan bir medya organının, dini ele alış biçimi ne kadar doğrudur? Bu sorgulanmalıdır. Hâlbuki dinin ondan beklediği cuma sayfası hazırlaması değil, yalan haber yapmamaktır, olanı olduğu gibi aktarabilmesidir, doğru haber vermektir. İnsanları yanıltmamaktır, şaşırtmamaktır, kişinin mahremine girmemek ve hiç kimseye iftira atmamaktır" dedi.

İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen "Medya ve Din" sempozyumunda konuşan Görmez, yazılı, işitsel ve görsel medyanın herkes için öneminin aşikar olduğunu söyledi.

Etrafta olup bitenler hakkında her zaman bilgi sahibi olmaya ihtiyaç bulunduğunu belirten Görmez, medyanın elden geldiğince objektif, olabildiğince dürüst şekilde elin, gözün, kulağın erişemediği noktalardan bilgiler aktardığını, istenen tek şeyin ise doğru, sahih ve güvenli bilgi olduğunu anlattı.

Güven duyularak karşılanacak bir bilginin, doğru kaynak ve araçlarla ulaşmasının zorunlu olduğunu vurgulayan Görmez, bilginin, "manşet" adı altında yanıltıcı bir retorik içinde şekillenmemesi, yahut "sürmanşet" adı altında manipülatif bir çabayla üretilmemesi ve her durumda değerlendirme, müzakere, eleştiri ve itiraza açık olması gerektiğini aktardı.

DİN MEDYADAN NE BEKLİYOR?

Doğru bilginin önemine işaret eden Görmez, bilgilendirme faaliyetinin, insanlar arasındaki ilişkilerin üzerine yaslandığı ahlaki ve nesnel ölçütlerden bağımsız işlemesini beklemenin kabul edilemeyeceğini söyledi.

Medyada dinin genellikle bir ramazan sayfası ve cuma saati programı olarak görüldüğünü belirten Görmez, şunları kaydetti:

"Medya-din ilişkisinde asıl sorun budur. Dini takvim yaprağına, ramazan sayfasına ve cuma saatine indirgeyen bir medya Müslümanlığı tarzı bir ilişkiyle medya-din ilişkisi, sağlıklı bir zemine oturamaz. Yılın belli bir ayında, haftanın bir gününde dini bir sayfa hazırlatan ya da bir program yayınlayan bir medya organının, dini ele alış biçimi ne kadar doğrudur? Bu sorgulanmalıdır.

Hâlbuki dinin ondan beklediği cuma sayfası hazırlaması değil, yalan haber yapmamaktır, olanı olduğu gibi aktarabilmesidir, doğru haber vermektir. İnsanları yanıltmamaktır, şaşırtmamaktır, kişinin mahremine girmemek ve hiç kimseye iftira atmamaktır. Bu tarz ahlaki kaygılar olmaksızın cuma sayfası hazırlamak veya dini konuları içeren köşe yazıları yayımlamak ya da belirli zamanlarda televizyonlarda dini bir program yapmak herhangi bir anlam ifade etmez."

ASIL MESELE MEDYAMIZIN DİNİ CİDDİYE ALMASIDIR

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Batı'da pek çok medya organizasyonun çalışmalarında birer din uzmanı istihdam etmeye başladığını, buna karşın Türkiye'de bu konuda kayda değer bir gelişmeden söz etmek için bir süre beklenileceğini belirterek, başkanlık olarak hemen her gün Din-i Mübin-i İslam hakkındaki ölçüsüz suçlama, incitici değerlendirme ve kasıtlı saldırılar karşısında cevap verme çabası içinde milleti bilgilendirme gereği duyduklarını ifade etti.

Meselenin din hakkında, dindarların hoşuna gidecek, duygularını okşayacak adımlar atmak olmadığını ifade eden Görmez, şunları söyledi:

"Asıl mesele medyamızın dini ciddiye almasıdır. Milletimizin sosyolojisini, antropolojisini, psikolojisini, teolojisini kuşatmış bir hakikat karşısında, hemen her birimizin arzu ettiği şey, ciddiye alınmak, anlaşılmak için emek vermek ve kutsal değerleri bir tartışma ve polemik konusu yapmamaktır. Modernleşme sürecinde özellikle kendi batılılaşma mecramız boyunca medyamızın nerede saf tutmayı tercih ettiği, bugün özellikle üzerinde durulmayı hak eden bir husus olduğunu not etmek yerinde olacaktır. Bu bağlamda din konusunda yer yer radikal sayılabilecek bir şekilde ona karşı mesafeli olmayı bir resmi davranış olarak kodlayanların bile zaman içinde bu yaklaşımını gözden geçirmeye ve daha makul bir çerçevede dinle irtibat kurmaya ihtiyaç duyduğu gözlendiğinde medyanın durduğu yeri görmek gerçekten şaşırtıcı olmuştur."

Kaynak: AA

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.