Toplumda Denge Kaybolunca!..

Allah Teâlâ, insanları, birbirini idare etsinler, birbirlerinin ihtiyacını görsünler diye farklı farklı mizaç, güç, kabiliyet, imkân ve meyillerde yaratmıştır. Toplum içinde güçlüler de olacaktır, zayıflar da… Gençler de olacaktır, yaşlı ve kadınlar da… Zenginler de olacak, fakirler de…

Aynı şekilde Rabbimiz, servetin tek bir elde toplanmasını uygun görmemiş; çok küçük bir grubun (azınlığın) bütün mâlî imkânları elinde bulundurup diğer insanların (çoğunluğun) sefil bir şekilde yaşamasına da mani olacak tedbirler almıştır. Zekât, sadaka, infak ve îsâr gibi hayırları teşvik etmiş, âileyi ve toplumu birbirine zimmetlemiştir. Öncelikle dar halkada âile, sokak ve mahalle fertleri, akrabalık ve komşuluk bağları ile birbirine bağlanmış; maddî-mânevî her açıdan birbirinin hâlinden sorumlu tutulmuştur. Onların âciz kaldığı yer ve zamanlarda, müesseseleşmiş hayır hizmetleri olan “vakıflar” devreye girmiş; onun da kifâyetsiz kaldığı an devlet, “beytü’l-mâl” yani hazinesini, ihtiyaç sahiplerinin emrine vermekle sorumlu tutulmuştur. Vergiler azaltılmış, refah artırılmıştır.

Bütün bunların sebebi, “mal ve servetin dengeli bir şekilde” topluma dağıtılması, parayı kazanırken ve sarfederken israfın önlenmesi, “parasını nereye savuracağını bilmeyen zengin züppelerin” ve “akşam nasıl bir lokma ekmek bulurum endişesini taşıyan fakir, dul ve yetimlerin” kalmamasıdır.

İSLAM, KADINA NELER DİYOR?

İslâm, bu temel prensipler dâhilinde, kadın ve erkeğin birtakım fıtrî özelliklerini, hassasiyet ve zaaflarını gözeten müthiş bir sistem kurmuştur. Kadını, bütün beşerî ideolojilerin, câhilî sistemlerin ve tahrîfe uğramış dinlerin yapamadığı kadar yüceltmiş; ona âdeta şöyle demiştir:

“-Sen evinin hanımefendisisin; sen üzülme, yorulma, aşırı derecede yıpranma!.. Doğuştan evlenene kadar sahip olduğun her şey senin. Evde bulunduğun müddetçe baban senin her türlü ihtiyacını karşılayacak. Seni evlatlarından ayırmayacak!.. Erkek çocuğa farklı, sana farklı davranamayacak! Çocuklarına aldığı her şey aynı, verdiği her hediye eşit olacak! Sana kötü gözle, hor gözle bakmayacak. Aksine, seni evin bereketi olarak görecek! Evlenmek istediğin zaman ise, kocan, seninle evlenebilmek için mehir verecek!.. Mehrin ölçüsünü sen belirleyeceksin. Düğün masrafına, evin donatılmasına, evin ihtiyaçlarının karşılanmasına sen karışmayacaksın. Çocukların her türlü masrafını da babası karşılayacak. Beyin, sana emsâlinin harçlığı kadar da, kendi imkânları nisbetinde harçlık verecek; kılık-kıyafet alacak, yedirecek, içirecek!..

Sen, sokağın tozlu yollarına düşme!.. İnsanların katılığına, işyerlerinin acımasızlığına, merhametsiz kimselerin gaddarlığına muhatap olma!.. Geceni gündüzünü birbirine katacak kadar yorulma!.. Zaten sevdiğin, gönülden yaptığın şekilde, çocuklarının annesi, kocasının zevcesi ol!.. Allâh’ın verdiklerine şükret, kanaat et.

Ama sen, anne ve eş olarak yaptıklarının dışında, insanlığa katkıda bulunmak, bir hizmet yapmak istiyorsan; kendinde bu güç ve enerjiyi buluyorsan; yıpranmadan, kadınlık şahsiyetinden taviz vermeden çalış. Mecbur olduğun için değil, gönüllü olduğun için çalış!.. Her işte değil, fıtratına uygun, temiz ve huzurla çalışabildiğin sahalarda çalış. Kazandığın da senin olsun. Kimse; eşin, baban, kardeşin senin kazandığını almasın. Sen gönüllü verirsen, o başka… Ve yine sen, o kazandığınla âilene, eşine, çocuklarına bakmak zorunda kalma… Gönlünce harca, gönlünce infak et, gönlünce biriktir.

Âilen mi dağıldı; gücün kuvvetin mi kesildi? Dul mu kaldın; sen hiç merak etme!.. Kocanın nafakası bir yere kadar yetiyorsa, baban, ağabeyin, erkek kardeşin, deden sana bakacak! Onlar olmazsa, vakıflar, o da yetmezse devlet seni himaye edecek!.. Senin yorulmana, üzülmene müsaade etmeyecekler. Seni dünyanın meşakkatlerine karşı tek başına bırakmayacaklar!..”

İslâm, kadına bütün bu hakları vermiş; onu âdeta bir eli sıcak sudan soğuk suya değmeyecek şekilde yüceltmiştir. Onun ayağının altına cenneti sermiştir.

İSLAM, ERKEĞE NELER DİYOR?

Erkeğe ise, ekonomik hayatın bütün yükünü yüklemiş; kendisi, çocukları, âilesi, hatta duruma göre annesi, kız kardeşi vb. gibi yakın akrabalarının bakımını, ihtiyaçlarının teminini ona bırakmıştır. Bunun yanında erkek, akrabaları içinde yardıma muhtaç olanlara uzanacak, komşularının durumunu gözetecek ve toplumun gönlü kırık kesimlerine ulaşacak hizmet, hayır ve vakıf müesseseleri inşa edecektir. Savaş çıktığında erkek cepheye gidecek, maişet teminiyle erkek uğraşacak; evinin, âile ve çocuklarının dış dünyayla ilgili bütün problemlerini erkek göğüsleyecektir.

Böyle ağır yükler yüklenmiş bir erkeğe, aynı nisbette kolaylık ve yetkiler de verilmesi gerekmez mi? Meselâ evinin reisi (kavvâm) olması; eşinin ve çocuklarının, meşrû konularda onun dediklerine itaat etmesi ya da büyük ve ağır ekonomik yüklerin altında, bir nebze nefes almasına sebep olacak bir miras payı…

Evet, İslâm’ın aleyhinde bir şeyler söylemeye çalışanların alt alta sıraladığı bir-iki konudan biridir; kadının bir hisse almasına rağmen, erkeğin iki hisse alması… Yukarıda saydıklarımıza bakınca, İslâm, kadını mı yüceltmiştir, erkeği mi? Birilerinin dediği gibi, “Kadını, eve hapsetmiş; elindeki imkânları almış, mirasını da gasbetmiştir?!” Öyle mi?

Bugün toplumuzda ve dünyada kadını, erkekle eşitleyen, erkeğin çalıştığı her iş sahasına kadını süren, yetmediği gibi, kadını “arabalara, aksesuarlara, dondurmaya vb. çeşit çeşit eşyaya eklenen bir aksesuar” konumuna düşüren, onu “cinsî duyguları tahrik eden bir obje (nesne)” olarak kullanan anlayışlar mı, kadına saygı göstermektedir? Yoksa onu bir kız evlatken, “kendisine hizmetle cenneti kazandıran büyük bir ikrâm” olarak gören, evlendiği eşine “Allâh’ın emâneti” olarak sunan ve anne olduğunda, “cenneti ayaklarının altına seren” bir din mi gerçekte ona saygı, sevgi ve ihtiram göstermektedir?!

Evet, İslâm, mirasta kadına, erkeğe nispetle yarım hisse vermiştir. Bu, malların, yukarıda anlatılan şekliyle sadece toplumun bir kesiminde yığılmasını önlemek maksadına mâtuftur. Erkek, hep verirken, kadın hep biriktirirse; toplumda nasıl bir denge oluşabilir ki?!

ALLAH KORKUSUNU ÖĞRETMEK

Evet, İslâm, kadının bütün ihtiyaçlarını, erkeğe yüklerken, erkeği de o kadına bakmakla sorumlu tutmuş ve bu konuda da kendisine “mirastan farklı bir pay vererek” kolaylık göstermiştir.

Şimdi günümüzde, Müslümanlar arasında bazıları, kadının mirastaki bu yarım hissesini de vermiyorsa, bu İslâm’ın suçu mudur? Yine günümüzde erkekler, uyanıklık yapıp “bizim hissemiz sizinkinin iki katı!..” diyerek, hatta gerektiğinde daha da fazla pay alırken; kadınların muhtaç olduklarında onların durumunu görmezden geliyor, feryatlarına kulaklarını tıkıyorsa, bunun vebâli İslâm’a mı yüklenmelidir?

Bugün kadınlar, erkekler tarafından eziliyorsa, hakları elinden alınıyorsa, birtakım alacakları gasbediliyorsa; o erkekleri yetiştiren, onlara Allah korkusunu öğretemeyen anne-babaların hiç mi günahı yoktur?! Yoksa büyütürken, erkeklerin eksik ve hatalarına, arsızlık ve açgözlülüklerine, “Erkektir, yapar!” gözüyle bakıp da onları günahlara cesaretlendiren anneler; çocukları evlilik yaparken bütün rahatlarını, gelinlerini ezmek üzere tanzim eden kayınvâlideler; bir gün bu bumerangın kendilerine döneceğini hiç hesap etmediler mi?!

Bugün toplumumuzda ve İslâm âleminde kadın eziliyorsa, bunun sebebi, İslâm’ı bilmemektir, yaşamamaktır. Herkes, İslâm’ın veya mevcut düzenin, kendine uyan kısımlarını alıp işine gelmeyen kısımlarını görmezden geldiği müddetçe zulüm devam edecektir.

Allah, zayıfları, güçlülere; fakirleri zenginlere; kadın, çocuk, muhtaç, akraba ve komşuları da erkeklere zimmetlemiştir. Güçlü, zengin ve erkekler; ancak onlar sayesinde sevap kazanır, ilâhî yardım ve rızâya kavuşurlar. Birisi şükür ve Allâh’ın kendisine verdiklerinden infak ederek; öbürü de başına gelenlere sabır, kanaat ve rızâ göstererek Allâh’a yaklaşır.

Netice olarak İslâm’ın hakkıyla tatbik edildiği yerde; zâlim de olmaz, mazlum da… Açlıktan nefesi kokan da olmaz; kusacak kadar yemek yiyip hazımsızlık çeken de… Çünkü O, insanı en iyi bilen, en merhametli ve en âdil zât tarafından, Cenâb-ı Hak katından indirilen bir dindir. Bugün insanlığın başına gelen felâketlerin sebebi, bu ilaca ağzını sıkı sıkıya kapaması yüzündendir.

Kaynak: Melike Şahin, Şebnem Dergisi, 127. Sayı, Eylül 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.