Tasavvuf ve Kelam İlişkisi

Kelam nedir, ne anlama gelir? Kelam ilminin konuları nelerdir? Kelam ilminin amacı nedir? Kelam ilminin tasavvuf ile ilişkisi kısaca.

Kelimenin çoğulu olan kelâm sözlükte “yaralamak, etkilemek” anlamındaki kelm kökünden türemiş bir isim olup “bir fikri tam olarak anlatan söz” demektir.

İSLAMİ İLİMLERİN EN ÖNEMLİSİ

Kelâm ilmi, mevzû olarak öncelikle Allah Teâlâ’nın zât ve sıfatlarından, vahdâniyetinden bahseder. Akâide taalluk ettiği için İslâmî ilimlerin en önemlisi (eşref-i ulûm) olarak kabul edilir. Kelâm ilminin bir gâyesi, hakkı ispat ve bâtılı reddetmektir. Bu vesîleyle İslâm’a yöneltilen tenkit ve itirazları cevaplandırmak ve İslâm’ın hak din olduğuna insanları iknâ etmek de onun gâyelerinden biridir.

Tasavvufun hedefi ise, kemâl sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh ve müteâl olan Allâh’ı kalben de tanıyabilmek, yâni mârifetullâhtır.

KELAM VE TASAVVUF İLİŞKİSİ

Kelâm ilmi, akâid ile ilgili müşkilleri, kitap ve sünneti esas alarak akıl aracılığıyla çözmeye çalışır. Bu bakımdan kelâm âlimleri her ne kadar filozoflara benzerlerse de, aklı “nass”tan bağımsız düşünmediklerinden, onu meşrûiyyet çerçevesi içinde kullanırlar. Ancak sebepler âleminde eserden müessire doğru bir idrâk çizgisinde ilerleyen akıl, kişiyi gerçeğe ulaştırmada tek başına yeterli değildir. Kalbî görüş ve duyuşlara da zarûret derecesinde ihtiyaç vardır.

İşte tasavvuf, aklın kâfî gelmediği meselelerde, kalbi devreye sokarak teslîmiyetle yola devâm eder. Bu tür meseleleri, Kur’ân ve sünnete mutâbık keşf ve ilham gibi kalbdeki tecellîlerle vuzûha kavuşturur. Bu sûretle ferdi, nihâî bir tatmine ulaştırır.

Kalbî faâliyete olan ihtiyaç, kelâm âlimlerince de kabul edilen bir keyfiyettir. Bu bakımdan yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi kelâm âlimlerini ekseriyetle aklı esas alan filozoflar gibi telâkkî etmek doğru değildir. Esâsen onlar arasında tasavvufî görüşleri fiilen veya fikren tecvîz edip icrâ eyleyen pek çok kimsenin mevcûdiyeti de tarihî bir gerçektir.

Diğer taraftan akıl ve muhâkeme denilen zihnî faâliyet, maddî âlemden alınmış olan intibâları kullanır. Benzerlikler veya zıtlıklar sâyesinde gerçeğe ulaşmaya çalışır. Hâlbuki böyle intibâlara sâhib olunamayan metafizik varlıklara ve onların hakîkatine akılla varmak mümkün değildir. Bundan dolayıdır ki akıl, insanın hakîkate ulaşma meylini belli bir ölçüde tatmîn edebilir. Bu tatminkârlığın kemâli için aklın tükendiği noktalardan öteye bir tahassüs merkezi olan kalbdeki ilham ve sünûhat (içe doğma) ile ulaşılabilir. İşte tasavvuf, insana aklın tükendiği noktalarda duraksamayıp daha ilerilere vâsıl olma imkânını kazandırır. Bunu, zikrullâh sâyesinde kalbi ilhâma müsâit bir zemin hâline getirmekle sağlar. Bu sebepledir ki tasavvuf, kelâm ilminin -başta Cenâb-ı Hakk’ın zât ve sıfatları olmak üzere- mevzû edindiği bütün sahalarda aklın kullanılmasındaki kifâyetsizliği izâle ederek, bu ilmî faâliyeti insanı tatmîn edecek bir olgunluğa ulaştırır.

Tasavvuf, kelâm ilminin umûma yönelik ortaya koyduğu hakîkatleri, -her ferdin istîdâdı farklı olduğundan- en istîdatlı birinin bile tatmîn olacağı seviyeye getirir. Ferdin inancını sağlamlaştırarak Allâh’ın varlığı ve birliği hususunda onu yakînî bir bilgiye kavuşturur.

Bu gerçeği kelâmcı bir müfessir olarak şöhret bulmuş olan Fahreddin Râzî şöyle dile getirir:

“Kelâmcıların metodları hakîkate ermek için her ne kadar kifâyetsiz ise de, tasavvufa geçmek için aşılması gereken son derece mühim bir ilk adımdır. Kâmil derece, insanın zâhire dayanan şeriat ilimlerinden, hâdiselerin hakîkatlerini bilmeye dayanan bâtınî ilimlere geçmesiyle elde edilir.”[1]

Dipnot:

[1] Muhammed Sâlih ez-Zerkân, Fahruddîn er-Râzî ve Ârâuhu’l-Kelâmiyye ve’l-Felsefiyye, s. 76. (Muhammed Âbid el-Câbirî, Arab-İslâm Kültürü’nün Akıl Yapısı, s. 626’dan naklen.)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

TASAVVUF VE İSLAMİ İLİMLER

Tasavvuf ve İslami İlimler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.