Sohbet Meclislerinde Bulunmanın Fazileti

Yunus Emre Hazretleri bir mâzereti olmaksızın mânevî sohbetlerden uzak duranları nasıl tenkid ediyor? Nefsine yenik düşerek sohbetleri terk edenlerin akıbeti...

Yunus Emre Hazretleri, bir mâzereti olmaksızın mânevî sohbetlerden uzak duranları şöyle tenkid eder:

Bu sohbete gelmeyenler, Hak nefesi almayanlar,
Sürün anı bundan gitsin, durur ise çok iş eder!

Ayrıca nefsine yenik düşerek sohbet gibi müekked bir sünneti terk edenlerin, Allah ve Rasûlʼüne aşk ve muhabbetten de mahrum kimseler olduğunu şöyle dile getirir:

Nefs arzusundan geçip, aşk kadehinden içip,
Sohbetlerde baş çatıp, durmayan âşık mıdır?

Dolayısıyla mânevî sohbetlere çok ehemmiyet vermek gerekir. Zira sohbetler, sâlih ve sâdık mü’minlerle bir muhabbet hâlesi içinde hemhâl olma meclisleridir. Bu yönüyle sohbetler, Cenâb-ı Hakk’ın; “Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) emrine imtisâlin feyz ve bereketini de içinde barındırır.

SALİH KULLARLA BİR ARAYA GELMENİN FAZİLETİ

Nasıl ki bir atom parçalandığı zaman müthiş bir enerji açığa çıkıyor ve gözle görülmeyen fakat tesiri şiddetle hissedilen bir radyasyon yayıyorsa, sâlih kullarla bir araya gelmekte de, gözle görülmeyen, fakat müsbet bir enerji veren, ihlâs ve takvâyı ziyâdeleştiren, kalbî bir istifâde vâkî olur. Fizikteki birleşik kaplar misali, aynı maksatla aynı zaman ve mekânı paylaşan insanların husûsiyetlerinde de bir ayniyet/benzerlik meydana gelmeye başlar.

Esâsen bütün kâinatta bir aynîleşme temâyülü mevcuttur. Bu, varlığın aslının tek olmasından doğan bir keyfiyettir. Üstelik bu aynîleşme temâyülü, hem fizikî keyfiyetler hem de rûhî hâller için geçerlidir.

Meselâ, bir odanın herhangi bir köşesinde keskin bir kokunun şişesi devrilse, bundan etrafa yayılan râyiha, odayı dolduran havanın bütün zerrelerinde eşit hâle gelinceye kadar, o râyihayı fazlaca emmiş olan hava zerrelerinden diğer zerrelere doğru bir sirâyet olur. Sıcak-soğuk gibi bütün zıt tecellîler için de geçerli olan bu keyfiyet, bir fizik kânunudur. Ancak bu kânunun, gönüller arasında da geçerli olabilmesi için, aynîleşmeyi sağlayacak bir vâsıtaya ihtiyaç vardır ki, o da muhabbettir. Nitekim bu hakîkati ifade sadedinde; “Kalpten kalbe yol vardır.” denilmiştir.

HAK DOSTLARININ NASİHATİ "İYİLERLE BERABER OLUN"

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri bu gerçeği ifade etmek üzere, sadece hastalık ve mikropların değil, ahlâk ve huyların da sirâyetine işaret etmiştir. İyilerle beraber olana iyilik, kötülerle beraber olana da kötülük yansıyacağını belirtmiştir. Fâsıklar ve gâfillerle zâhirî beraberliğin, zamanla zihnî beraberliğe, zihnî beraberliğin de bir müddet sonra kalbî beraberliğe dönüşeceğini, bunun ise insanın adım adım helâke sürüklenmesine sebep olacağını ifade etmiştir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla, (demirci dükkânında) körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi, ya sana kokusundan ikram eder veya sen ondan satın alırsın.

Körük çekene gelince; o, ya senin elbiseni yakar, yahut da onun kötü kokusu sana sirâyet eder.” (Buhârî, Buyû’, 38; Müslim, Birr, 146)

Sâlih ve sâdıklardan gönüllere huzur ve ferahlık aksettiği gibi, gâfil ve fâsıklardan da sıkıntı ve kasvet akseder. Zira gül, sümbül, karanfil gibi nâdide çiçeklerle bezenmiş bir bahçe üzerinden esen bir meltem, gittiği yerlere gönülleri mest eden râyihalar götürür. Bunun aksine, kokuşmuş mezbele ve leşler üzerinden geçip gelen bir rüzgâr da o çirkin kokuları etrafa yayar, nefesleri tıkayıp ruhları daraltır. Bu sebeple kalbî huzûrun muhâfazası için, gâfil ve fâsıklarla ünsiyetten şiddetle sakınmak lâzımdır.

Şeyh Sâdî şöyle der:

“Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr, sâdıklarla beraber olup onlara sadâkat gösterdiği için büyük bir şeref kazandı, nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e geçti. Nûh ve Lût -aleyhisselâm-’ın hanımları ise, fâsıklarla beraber oldukları için Cehennemʼe dûçâr oldular.”

Hâce Ubeydullah Ahrâr Hazretleri:

“Ağyâr ve bîgânelerle beraber olmak, kalbe bezginlik, rûha dağınıklık ve gönle perişanlık verir.” buyurmuştur.

Nitekim Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri de bir gün, içinde böyle bir huzursuzluk hisseder. Bir türlü kendisini o hâlden kurtaramaz. Meclisinde bulunanlara:

“–Hele bir bakın, aramızda yabancı biri var mı?” der.

Araştırırlar, kimseyi bulamazlar. Fakat Hazret ısrar eder:

“–Hele iyi araştırın. Asâların olduğu yere de bakın.” der. Tekrar araştırırlar ve gâfil birinin asâsını bulurlar. O asâyı dışarı çıkardıklarında; Bâyezid-i Bistâmî Hazretleri’nin gönül huzûru da yerine gelir.

Yine büyükler bu hususta derler ki:

“Halkın amel ve ahlâkından cansız varlıklar bile in’ikâs alır. Türlü çirkinliklerin irtikâb edildiği bir yerdeki ibadetle, amel-i sâlih ve hayırlara mekân olmuş bir yerdeki ibadet, kıymetçe birbirinden çok farklıdır. Bunun içindir ki, Kâbe hareminde kılınan bir namaz, sâir yerlerde kılınanlardan katbekat üstündür.”[7]

Nitekim Hazret-i Sâlih -aleyhisselâm- azgınlıkları sebebiyle Semud Kavmi helâk edildikten sonra, kendisine inananlara şu tavsiyede bulunmuştur:

“Ey kavmim! Şüphe yok ki burası, halkına Allâh’ın gazap etmiş olduğu bir yerdir. Buradan hemen göç ediniz ve Allâh’ın Haremi’ne gidip emânına kavuşunuz.”

Bunun üzerine azâb-ı ilâhîden kurtulan mü’minler, ihrâma girdiler, telbiye getire getire Mekke’ye vâsıl oldular.

Dolayısıyla, kahr-ı ilâhînin tecellî ettiği yerlerden uzak durmak gerekir. Zira kahır mekânları, dûçâr oldukları felâketin mânevî tesirlerini de kıyâmete kadar üzerlerinde taşımaktadırlar.

Şu hâdise, bu hakîkati ne güzel îzah etmektedir:

Tebük Seferi’nden dönüşte ashâb-ı kirâm, gölgelenmek ve su temin edebilmek için Hicr Vâdisi’nde Semud Kavmi’nin taşları oyarak yapmış olduğu köşklere girmişlerdi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bu taştan oymalı evlere hüzünle girin! Buradan bir şey de almayın! Çünkü burada azgın bir kavme azâb-ı ilâhî geldi…” buyurdu. Ashâb:

“–Yâ Rasûlâllah! Kırbalarımıza su doldurduk ve bu sudan hamur yaptık.” deyince, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Suları boşaltın ve hamurları dökün!” emrini verdi. (Buhârî, Enbiyâ, 17)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Haccı’nda Minâ ile Müzdelife arasındaki Muhassir Vâdisi’nden hızlı olarak geçtiler. Sahâbe-i kirâm hayretle:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Ne hâl oldu ki burada hızlandınız?” diye sordular. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Cenâb-ı Hak, bu mevkide Ebâbil kuşlarını göndererek Ebrehe’nin fil ordusunu helâk etmişti. O kahır tecellîsinden bir hisse gelmesin diye hızlandım…” buyurdular. (Bkz. Müslim, Hacc, 147)[8]

Nitekim hacda, bu mahalde vakfe yapılmaz.

Günah ve mâsiyetlerin irtikâb edildiği yerlere de, Cenâb-ı Hak rahmet nazarı ile bakmaz. Sâmi Efendi Hazretleri, haram ve kerahatlerin işlendiği mekânların sokağından bile geçilmemesini tavsiye ederlerdi.

Buna mukâbil; Kâbe-i Muazzama, Ravza-i Mutahhara, Mescid-i Aksâ ve diğer mescidler ile sâlih ve sâdıkların bulundukları mekânlar da, ilâhî rahmet ve bereket tecellîlerinin mazharı olan yerlerdir. Buraların feyz ve rûhâniyetinden müstefîd olmaya gayret göstermek îcâb eder.

Başta insan olmak üzere, bütün varlıkların, çevrelerindeki müsbet veya menfî hâdise ve telkinlerden tesir aldığı muhakkaktır. Bu hususta Kur’ân Kurslarımızda defalarca tecrübe edilen bir misâli nakletmek isterim:

Yan yana iki ayrı odaya konulan aynı cins iki çiçekten birinin üstüne Esmâ-i Hüsnâ yazılmış, orada Kur’ân-ı Kerîm tilâvet olunarak kendisine her fırsatta güzel sözler söylenmiştir.

Diğer çiçeğin saksısına ise kötü sözler yazılarak asılmış, bu çiçeğin bulunduğu odada sıkça pop tarzı müzik çalınmıştır. Bir-iki ay gibi kısa bir zaman içerisinde güzel ve ulvî sözler söylenen çiçek serpilip büyümüş; pop müziği dinletilen çiçek ise kuruyup solmaya yüz tutmuştur.

Bu hâl, eşyânın bile çevresinde olup bitenlerden tesir aldığını açıkça ortaya koymaktadır. Demek ki nebâtat ve cemâdâta bile hâller sirâyet ediyorsa, onlardan çok daha hassas olduğunda şüphe bulunmayan kalbi, menfî tesirlerden ne kadar titiz bir şekilde korumak gerektiğini düşünmek îcâb eder.

Hayatta iken sâlih kimselerin güzel hâllerinden müstefîd olmak için onların sohbetinde, muhabbetinde, dostluk ve yakınlığında bulunmak gerektiği gibi, mü’minin vefatından sonra bile sâlih kimselerin yakınında olmasının ehemmiyetini, şu hadîs-i şerîf açıkça beyân etmektedir:

“Ölülerinizi, sâlih insanların arasına defnediniz. Hayattaki insanın kötü komşudan rahatsız olması gibi, ölü de kötü komşudan rahatsız olur.” (Ebû Nuaym, Hilye, VI, 354; Deylemî, Müsned, I, 102)

Nitekim İstanbul’da Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin ve pek çok diyarda büyük evliyâullâhın kabirlerinin etrafı, onlara komşu olmak isteyenler tarafından, âdeta şehir kabristanlarına dönüştürülmüş vaziyettedir.

Cenâb-ı Hak bu dünyada sâlih ve sâdık kullarıyla hemdem olup onların ahlâklarıyla ahlâklanabilmeyi, âhirette de o sâlihler zümresine dâhil olabilmeyi, cümlemize lûtf u keremiyle ikram ve ihsân eylesin.

Âmîn!..

Dipnotlar:

[7] Safî, Reşahât, s. 470.

[8] Ayrıca bkz. Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, VIII, 190; Ali el-Kārî, Mirkātü’l-Mefâtîh, V, 1774-1775.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2020 – Ağustos, Sayı: 414

İslam ve İhsan

SÂLİHLERLE BERABER OLABİLMENİN YOLU!

Sâlihlerle Beraber Olabilmenin Yolu!

SALİH VE SADIKLARLA BERABER OLMAK

Salih ve Sadıklarla Beraber Olmak

YALNIZLIK KÖTÜ ARKADAŞTAN DAHA HAYIRLIDIR

Yalnızlık Kötü Arkadaştan Daha Hayırlıdır

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.