Seherlerden Nasıl İstifâde Edilir?

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi seher ve gecelerin ehemmiyetinden sonra helak olan kavimlerden bahsediyor.

SEHERLERDEN NASIL İSTİFÂDE EDİLİR?

O seherler, istiğfarla geçerse, îman tecdidiyle geçerse, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼle beraber olmakla geçerse, ölümü düşünmekle geçerse…

Ölümden kurtulacak bir yer yok.

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ

(“O gün insan, «Kaçacak yer neresi!» diyecektir.” [el-Kıyâme, 10])

Kıyâmette kaçacak bir yer yok. Oʼnun mülkünde yaşıyoruz. Ölüm ne zaman tahakkuk edecek, nasıl tahakkuk edecek, onu da bilemiyoruz.

Velhâsıl bu seherler, yeni baştan bir diriliş…

Cenâb-ı Hak yine bize bir ibret; seher vakitlerinde bütün hayvanat yavaş yavaş kalkıyor. İlk başta horozlar kalkıyor. Onlar ötmeye başlıyor. Arkadan, kuşlar başlıyor. Arkadan, çiçekler açılmaya, rengini, şeklini, kokusunu vermeye başlıyorlar.

Tabi Cenâb-ı Hak bu kadar insanı uyarıyor, îkaz ediyor, olan hâdisatla. Tabi insanın hantal kalması uygun bir şey değil.

Efendimizʼin bir duâsı:

اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِbuyuruyor.

“Kabir azâbından, ateş (Cehennem) azâbından yâ Rabbi Sana sığınırım...” buyuruyor. (Buhârî, Ezân, 149)

Demek ki başımızdan öyle bir kabir hâli geçecek ki, bir âhiret hâli geçecek ki, Cenâb-ı Hak bu duâ üzere olmamızı bizim arzu ediyor. Yani bir, kabri unutmamak, âhireti unutmamak, hesaplarımızı unutmamak.

Muhammed Esʼad Erbilî Hazretleri, bir talebesine yazdığı mektupta diyor ki:

“Cenâb-ı Hak kalp gözünü nurlandırsın oğlum (diyor). Nasıl ki gül yaprağının her noktasında gül suyu mevcut ise aynen onun gibi senin kıymetli vücudunun her zerresini de muhabbet ve zikr-i dâimînin hoş kokusuyla zikr-i dâimînin, seni güzelleştirsin.” buyuruyor.

Bu o kadar mühim ki, kıyâmette tekrar kalkış var. Kalkışta:

“O gün sîmâlar vardır…” (Abese, 38)

Âyet-i kerîmede buyruluyor:

“…Sîmâlar vardır nurludur, mesuttur. Sîmâlar vardır (vücutla beraber) çirkindir, iğrençtir.” (Abese, 38-41) buyruluyor.

Yani bu dünyadaki iç dünyamızın hâli, orada şekil olarak kıyâmette ortaya çıkacak. Bu dünyadaki rengimiz, şeklimiz olmayacak.

Her ânımıza dikkat edeceğiz. Dilimiz bilhassa. Allah bize dil verdi. Niye verdi bu dili? Dili bir rahmet dili olacak. Gönlümüzden dâimâ bir rahmet yansıyacak. Boş şeylerden… Cenâb-ı Hak:

“Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Müʼminûn, 3) buyuruyor.

Velhâsıl bu seher vakti, bizim için çok mühim bir vakit. Havanın bir loş karanlığında kalbin Cenâb-ı Hakʼla beraber olması.

GECELERİN EHEMMİYETİ

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

وَلَيَالٍ عَشْرٍ buyuruyor.

“On gece.” (el-Fecr, 2) buyuruyor.

Her gece ayrı bir güzellik. Büyük hâdiseler gece oluyor. Mîraç gece oldu. Vahyin çoğu ekseriyetle gece gelirdi. Mühim hâdiseler gece olurdu.

Demek ki gecenin ihyâsı çok mühim. Zilhicceʼnin on gecesi, Muharremʼin on gecesi, Ramazanʼnın son on gecesi. Bunlar için Cenâb-ı Hak bunlarda yoğunlaşmamızı arzu ediyor.

Ondan sonra:

وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ

“Çifte ve teke andolsun.” (el-Fecr, 3) buyuruyor.

Cenâb-ı Hak tek. Zâtının hakîkati bilinmez, meçhul. Bütün yarattıkları çift, yahut benzer özelliklere sahip. Yalnız kendisi tek.

Burada demek ki Cenâb-ı Hakkʼın bir sonsuz azametini bir tefekkür edebilmek. Ondan sonra:

وَالَّيْلِ اِذَا يَسْرِ

“Her şeyi karanlığı ile örttüğü geceye andolsun.” (el-Fecr, 4) buyruluyor.

Gündüz bitiyor, gece başlıyor. Gündüz geceye hazırlanılacak. Vücut hazırlanıyor zâten, vücut bitkin hâle geliyor, uykuyla geceye hazırlanıyor.

Fakat kalp de geceye hazırlanacak. Gündüz; sâlihlerle, sâdıklarla beraber olunacak. Yanlış yerlerde dolaşılmayacak. Yanlış şeylere bakılmayacak.

Gece, bir mânâda bir ölüme giriş. Yani sanki bir ölüm tatbikâtı. Uykuya dalıyorsun, kaldığın yerden, ne yaşından, ne başından, ne çoluk-çocuk, hiçbir şeyden haberin olmuyor. Bir ölüm tatbikâtı. Herkes durumuna göre farklı rüyâ görüyor. Kiminde safâ, kiminde ıztırap.

Şafak vakti ise yeniden bir kalkış. Sanki bir kıyâmette kalkış, bir âhiret manzarası. Onun için Efendimiz buyuruyor:

“Uyku, ölümün kardeşidir.” buyuruyor. (Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, 43)

Yani oradan da bir ibret alabilme, ders alabilme.

Cenâb-ı Hak seni uyutuyor, nasıl bir ölüme gireceksin, kıyâmette o şekilde kalkacaksın.

Geceye girerken bir muhâsebe; “Bugün Allah için ben ne yaptım?” Hep kayda geçiyor.

ÖLÜM GELMEDEN...

Yine Münâfikûn Sûresiʼnde:

“Herhangi birinize ölüm gelip de; «Rabbim beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip sâlihlerden olsam» demeden önce, verdiğimiz rızıklardan infâk edin.” (el-Münâfikûn, 10) buyuruyor.

Efendimiz buyuruyor ki:

“…Sâlihler bile ölüme pişmanlıkla girecek…” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59) Keşke daha öteye gitseydim diye.

İlyas -aleyhisselâm-ʼa ölüm meleği geliyor, Azrâil geliyor. Bir titreme, bir şey oluyor, dehşete kapılıyor.

Azrâil diyor ki:

“‒Sen (diyor) peygambersin, ölümden mi korktun?” diyor.

“‒Yok (diyor), ölümden korkmadım (diyor), dünya hayatı ne güzeldi (diyor), Cenâb-ı Hakkʼa güzel bir kulluk yapıyordum, ibadetimle, yaşayışımla, tebliğ etmemle çok huzurlu bir ömrüm vardı. Şimdi mezarda rehin kalacağım kıyâmete kadar. Bu ecirlerden mahrum olacağım.”

Velhâsıl Cenâb-ı Hak şu ömrümüzün kıymetini bize bildirsin -inşâallah-.

Rebî bin Haysem vardır. O diyor ki:

“Bir keresinde can çekişen bir adamın yanında bulundum (diyor). Ben ona «Lâ ilâhe illâllah» diye telkinde bulunuyorum…” diyor.

Çünkü vefâtı yakın kimsenin yanında sessizce kelime-i tevhid getirmek lâzım.

“…Sanki o (diyor), kelime-i tevhîdi duymuyordu (diyor). Elinde sanki bir torba, para sayar gibi, o şekilde öldü gitti.” diyor.

Yani Efendimiz buyuruyor:

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, öyle haşrolursunuz.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadir, V, 663)

Şu bardağı dolduran damlalar gibi. Şu dolduran damlalar, şu hayat sermayemiz ne kadar şeffaf olursa o kadar -elhamdülillah- selâmetimiz olacak. Fakat, lâkin, şu su, temiz bir bardağa kondu. Kirli, bulaşık bir bardağa konsaydı, buraya yine menba suyu konsa, hattâ zemzem konulsaydı, içilmezdi bu. Bardağın temiz olması lâzım. Demek ki kalp temizlenecek.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“(Nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى

((Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14])

Cenâb-ı Hak onu istiyor.

Temizlenecek ki, ibadet, tâat, muâmelât, kula rûhâniyet kazandıracak. İllâ kalp.

هَلْ فِي ذٰلِكَ قَسَمٌ لِذِي حِجْرٍ

“Bunlar da (bu, Cenâb-ı Hakkʼın bildirdiği, yoğunlaşın dediği) akıl sahipleri için elbette birer yemin mâhiyetindedir.” (el-Fecr, 5) buyuruyor.

HELÂK OLAN KAVİMLER

Ondan sonra Cenâb-ı Hak, okunan âyet-i kerîmelerde, geçmiş devirlerde kahrolan kavimlere geliyor.

“Görmedin mi (diyor) Rabbin ne yaptı?..” (el-Fecr, 6) diyor.

اَلَمْ تَرَ : “Görmedin mi?” diyor. Yani “yoğunlaş bu hususta” diyor.

“Âd Kavmi” diyor:

Âd Kavmiʼne Cenâb-ı Hak çok ihsân etti. İrem bağları, insanları güçlü-kuvvetliydi, taştan oyma evler yapıyorlardı, fıskiyeli havuzlar yapıyorlardı. Cenâb-ı Hak verdikçe onlar azdı. “Ülkeleri, benzeri yaratılmamış” (Bkz. el-Fecr, 8) buyruluyor. Bu kadar bir güzellik. O İrem şehirleri. Allah verdikçe azdılar. Allâhʼın verdiği nîmetleri kendilerine izâfe ettiler. “Bizden güçlü kim var?” dediler. “Kim var bizden güçlü?” dediler.

Köleleri, alırlardı, köleleri, onları, bugün avcıların yaptığı gibi zevk için, tâ binanın tepesine çıkarırlardı, aşağı atarlardı; kim daha iyi patlatacak kölesini diye. Yani azgınlaştılar, canavarlaştılar. Cenâb-ı Hak bir azap kamçısı indirdi. Fırtınayla helâk etti onları.

Çünkü peygamberlerine dediler ki:

“‒Sen mûcize olarak rüzgârı (dediler), böyle değil, böyle getir (dediler), sana îmân edelim.” dediler.

Öyle Hûd -aleyhisselâm- şey yaptı. Yine onlar o isyana devam etti. Cenâb-ı Hak da onu fırtınalarla, rüzgârlarla helâk etti.

Ondan sonra Semûd Kavmi geldi. (Bkz. el-Fecr, 9) Bu Semûd Kavmi de aynı şekilde bir ders almadı, ibret almadı olan hâdiselerden.

“‒Onlar (dediler), çürük yaptı temelleri, biz kuvvetli yaptık, bize bir şey olmaz (dediler). Bizi hiçbir güç yıkamaz.” dediler.

Onları da Cenâb-ı Hak bir sesle, öyle bir ses ki, sesle ödleri patlayarak kavim helâk oldu.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak Firavun kavmini bildiriyor. (Bkz. el-Fecr, 10) Onun evtâd, köleleri, şeyleri, dört tane, kollarını, ayaklarını kazıklara bağlarlardı, değirmen çevirirlerdi. Bu şekilde onlara işkence, zulüm ederlerdi.

Cenâb-ı Hak:

“Bunlar fesadı artırdı.” (el-Fecr, 12)

Nîmet verdi, fesâdı artırdı. Bunların üzerine bir azap kamçısı tecellî ettiriyor.

Diğer âyetlerde buna benzer şeyler. Bir Lût Kavmi. Bugün olduğu gibi maalesef. İnsanlığın dışında hâllerde bulundular, hayvanları bile aştılar. Lût -aleyhisselâm- îkaz etti:

“‒Sizin içinizde (dedi), aklı başında rüşd sahibi bir insan yok mu (dedi) lâftan anlayacak?” (Bkz. Hûd, 78)

Onlar da:

“‒Sen temizsen çık! (Dediler.) Bizi kendi hâlimize bırak burada!” dediler. Bir peygamber ne kadar zor, nasıl bir köşeye sıkıştı.

“Keşke gücüm olsa da bertaraf etsem.” dedi o ahlâksızları. “Bir karyeye sığınsam, sizin şerrinizden korunsam.” dedi.

Cenâb-ı Hak yukarıdan lâvlar yağdırdı üzerlerine…

Karısı da onların içinde kaldı. Çünkü karısı da fâsıklarla beraberdi, onlarla beraberdi, o ahlâksızlarla beraber oldu.

Yani düşünün bir peygamber nasıl bir çile çemberinden geçiyor.

Şuayb -aleyhisselâm-ʼın kavmi. O da sahtekâr bir kavimdi. Aldatırdı, kandırırdı. Karaborsacılık yapardı. Her türlü -kazanç için- melʼaneti işlerdi. Ona da bir azap kamçısı indi.

Bugün gelelim günümüze:

Bunlar günümüzde var mı, yok mu? Var. Cenâb-ı Hak bunları kahretti, bu kavimleri. Fakat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz üç şey Cenâb-ı Hakʼtan talep etti. O üç şeyden biri de kavminin helâk olmaması. Cenâb-ı Hak o bakımdan lûtfediyor.

Tabi burada, herkesi kıyâmet bekliyor. Ve bütün şey, bu, olan şeylerden Cenâb-ı Hak ders almamızı, ibret almamızı bildiriyor.

Bugün maalesef bu ahlâksızlık taştı gidiyor. Bu cep telefonları… Evlâtlarımız istediği, girilmeyecek yerlere girip çıkıyorlar. Hayat bir mâlâyânî ile, boş şeylerle geçiyor. Ufacık yavrudan başlıyor bu.

Onun için ana-babaların mesʼûliyeti çok arttı bu devirde. Müesseseler kurulacak. Tâ kreşten, Kurʼân Kurslarından, İmam Hatiplerden vs. Yani neslin kurtulması. Aksi hâlde nesil gidiyor kardeşler! Yani ana-babaya evlât yabancı olmaya başlıyor. Kan beraberliği bir fayda vermiyor…

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.