
Muhabbetullah’a Nasıl Ulaşılır? Samimiyet ve Kulluğun Zirvesi Nedir?
Muhabbetullah’a ulaşmak için kalpten gelen samimiyet neden önemlidir? Kulluğun en yüce mertebesi olan bu muhabbet nasıl kazanılır?
Gönülden gelen en ufak bir davranış, dağlar misâli büyük görünen samîmiyetsiz amellerle mukâyese edilemeyecek kadar üstündür. Bunun en mühim tezâhürü de, muhabbetlerin zirvesi olan muhabbetullah’ta kendini gösterir. Bir kul için en son ve mükemmel seviye, Allah muhabbetinin feyzine nâil olabilmektir. Bununla beraber her şeyin olduğu gibi muhabbetin de Hâlık’ı, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hak’tır. O dilemedikçe kul, bu makâma yükselemez. Öyleyse bu hususta da kula düşen; Hakk’a tazarrû, niyaz ve ilticâ hâlinde bulunmaktır. Nitekim âyet-i kerîmede:
“(Rasûlüm!) De ki: (Eğer kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?..” (el-Furkân, 77) buyrulmaktadır.
MUHABBETULLAH’A NASIL ULAŞILIR?
Allâh’ı sevmenin alâmeti ve O’nun muhabbetine kavuşmanın yolu, Allâh’ın farz ve mecbûrî kıldığı asgarî kulluk vazifelerini büyük bir huşû içinde îfâ ettikten sonra, zarûrî olmadığı hâlde, sırf gönülden gelen aşk ve muhabbet sebebiyle nâfile ibadetleri ve hayırlı amelleri de kemâl-i edep, tâzim ve şevk ile çoğaltmaya çalışmaktır. Bu hâl üzere devâm ederek muhabbetullâh’a ulaşmak, insanoğlunun yaratılış gâyesini gerçekleştirmesi demektir. Zira İslâm’da insana sunulan ilâhî tekliflerin zirvesi ve nihâî hedefi, “vâsıl-ı ilâllâh” olmaktır. Bunun da en mühim sermâyesi muhabbettir. Diğer ameller, bu muhabbetin bir tezâhürüdür.
Mü’minin gönlünde Allah muhabbeti çoğaldıkça, Allah için yapılan amellerin ziyâdeleşmesi de tabiîdir. Bu sebeple, muhabbetullah’ta merhale almaya başlayan kimseler, farz ibadetlerle iktifâ etmeyerek birtakım ilâve ibadetleri de farz şevk ve heyecanıyla îfâ ederler. Bunun neticesinde de çölde suya hasret kalan bir insanın suya olan iştiyâkının ziyâdeleşmesi gibi iştihâlarının sonsuzlaşması ile karşılaşırlar. Bu hâle gelenlere, Allâh’a rücû etmekten başka hiçbir şey tesellî sunamaz. O zaman:
“Ey huzura kavuşmuş nefs! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön!” (el-Fecr, 27-28) âyet-i kerîmelerinin tecellîsinden başka bir tatmin vâkî olamaz.
İlâhî muhabbette bu kıvâma eren mü’minler, şüphesiz ki bu müstesnâ hâle varabilmek için, fânîlerin iltifatlarından uzak, tenha mekânlarda ve gece karanlıklarında Allâh’a yakararak, hayatı ve nefesleri bir ömür tesbîhi hâline getirebilme gayreti içinde olurlar. Dâimî bir kulluk şuuru ile ihsân iklîminde ilâhî muhabbet şerbetiyle sermest olmaya çalışırlar. Böylece, yeri geldiğinde maldan, mevkîden, dünyadan, hattâ candan vazgeçerler. Hepsinden mühimi de, Allâh’ın muhabbetine ve O’nun rızâsına nâil olabilmek için kalben dâimî bir niyaz hâlinde yaşarlar.
Allah Teâlâ, kendisini sevmenin kıstaslarını beyân ederek şöyle buyurmaktadır:
“Ey îman edenler! Sizden kim dîninden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allâh’ı severler; mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda cihâd ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allâh’ın bir lûtfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” (el-Mâide, 54)
Yani muhabbetullah nîmetine nâil olabilmek için evvelâ Allâh’ın kulunu sevmesi îcâb etmektedir. Bunun için de ibadet ve hizmetlerle Cenâb-ı Hakk’a lâyık olmaya çalışmak ve Yüce Rabbimiz’in elimizden tutması için dâimâ niyaz hâlinde bulunmak lâzımdır. Daha sonra Allâh’ı seven kimse, mü’minlere karşı tevâzu sahibi, kâfirlerle karşılaştığı zaman da izzetli, cesur ve kendinden emîn olmalıdır. Her şeyini fedâ ederek Allah yolunda gayret etmeli, çalışmalı ve bu esnâda hiçbir şeyden çekinmemeli, insanların kınaması ve ayıplamasına aldırmamalı, hak bildiği yolda dosdoğru yürümelidir. Yani Allah Teâlâ’yı râzı edebilmek için can dâhil her şeyini fedâ edebilmelidir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları
YORUMLAR