Sağlıklı Bir Hayat İçin Neler Yapılmalıdır?

Sağlıklı bir hayat için nelere dikakt etmeliyiz? Sağlıklı beslenmenin kriterleri nelerdir? Sağlıklı bir hayat için dikkat etmemiz gereken 5 şey hakkında detaylı bilgi...

Sağlıklı bir hayat için nelere dikakt etmeliyiz? Sağlıklı bir hayat için dikkat etmemiz gereken 5 şey:

1- BESLENME

Vücut için gerekli besinleri almamıza ve kullanmamıza beslenme denir. Beslenme, vazgeçilmez bir iştir ve ağızda başlar, sindirim organlarında devam eder. Aldığımız gıdalar, bağırsaklardan emilerek  damarlar yoluyla kana ve hücrelere ulaşır. Vücudumuzun işine yaramayacak olan kısım ise dışkı ve idrar olarak atılır.

Beslenmenin esas maksadı sağlığı korumak, sağlıklı büyüme ve gelişmeyi sağlamaktır. Bununla birlikte, gıdaların lezzetleri ve kokularıyla, bizi mutlu eden, damak tadımıza da hitap eden, çok güzel bir tarafları vardır. O halde, hem karnımızı doyurmak, hem mutlu olmak, hem de sıhhatli bir hayat sürmek için, iyi beslenmemiz gerekmektedir. Çünkü yeterli ve dengeli beslenme, sağlıklı olmanın ilk kuralıdır.

Besin öğelerini yeterli miktarda ve doğru zamanda alarak, bize verilmiş olan vücut emanetini korumalı ve onun güçten düşmesine sebep olmamalıyız.

Hayatımız boyunca bizim için gerekli, onlarca besin öğesi vardır. Vücut, bunlardan birini ya da birkaçını alamaz veya gereğinden fazla alırsa, büyüme ve gelişmede sıkıntılar yaşanmaya, sıhhat bozulmaya başlar. Bu duruma “dengesiz beslenme” denir.

Dengesiz beslenen kişiler, hareketlerinde ağır ve isteksiz; cilt yapısı ve genel görünüm açısından sağlıksız; çok zayıf ya da çok şişman olurlar.  Sık sık çeşitli ağrılardan söz eder, hep bir yakınma hâli içinde bulunurlar. Böyle kimseler, psikolojik açıdan da sıkıntılı, fazla gergin ya da fazla rahat bir tavır içine girebilirler. Çünkü dengesiz beslenmenin, insan yapısının bütününe zararı dokunur.

Buna karşın, dengeli ve yeterli beslenen kişilerin, sağlıklı bir görüntüleri, hareketli ve esnek bir bedenleri, güzel bir cilt yapıları vardır. Bu kişiler,  canlı ve parlak saçlara, sağlıklı tırnaklara ve gözlere sahiptirler. Kasları ve kemikleri sıhhatli, psikolojileri dengelidir. Sık sık hasta olmayan kuvvetli bir bünyeleri vardır. Boyları, kiloları ile uyum hâlinde,  gelişimleri ve büyümeleri normal seyrindedir.

Allah bizi yaratmış ve muhtaç kılmıştır. Beslenme de bu muhtaç olduğumuz hususlardan biridir. O halde, yine Allah’ın lûtfu olan gıdaları bir ölçü ile yemek ve ardından şükretmek gerekir. Allah azze ve celle buyurur:

“Ey mü’minler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız size verdiğim rızıkların temizinden ve helâlinden yiyin ve Allah’a şükredin.” (Bakara Suresi, 172. âyet)

Sevgili Peygamberimiz, Hazreti Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem de nimetlere şükrün gereğine şöylece dikkat çeker:

“Allah Teâlâ kulunun, bir şey yedikten ve içtikten sonra hamd etmesinden hoşnut olur.” (Müslim, Zikir 89 ).

Şimdi, Rabbimizin ikramı olan ve bir ömür boyunca hep ihtiyaç duyduğumuz besin öğelerini tek tek inceleyelim:

  • a)İçme suyu:

Suyun içerdiği organik bileşikler, insan vücudunun ihtiyaç duyduğu başlıca gıdalardır. 

Su, hidrojen ve oksijenden oluşan, sıvı durumunda bulunan, renksiz, kokusuz ve kendine has tadı olan bir maddedir. Sadece insanların değil, bütün canlıların hayatında vazgeçilmez bir yeri vardır. Besinlerin sindirilmesi ve hücrelere taşınması; hücre, organ ve dokuların düzgün çalışması,  toksik maddelerin vücuttan atılması, vücut ısısının dengelenmesi gibi birçok fonksiyon, suyun yardımıyla gerçekleşir. 

Yeni doğan bebekte vücuttaki su oranı %90 lara varır. Bu oran, yaş ilerledikçe azalır. Yetişkinlikte % 60’a, ihtiyarlıkta % 50 ye kadar iner. Kanın, beynin ve kasların büyük kısmı sudur. Kemiklerin içindeki su oranı bile % 22 yi bulur. Bu demek oluyor ki su, ihmal edilmemesi gereken bir gıdadır.

Vücudun su oranındaki azalmalar, derecesine göre farklı problemlerin oluşmasına yol açar. Vücudun, su eksikliğine verdiği ilk tepki, susamadır. Eksiklik arttıkça, tepkiler de çeşitlenir. Kan hacminde azalma meydana gelir. Fiziksel aktivitelerde azalma görülür. Daha ötesinde, konsantrasyon bozuklukları baş gösterir. Baş dönmesi, solumada güçlük ve aşırı yorgunluk gibi durumlar meydana gelir. Vücut, toplam su oranının % 10’unundan fazlasını kaybettiğinde, kas spazmı, aşırı yorgunluk, böbrek yetmezliği ve dolaşım bozukluğu gibi ciddi sıkıntılar oluşmaya başlar.

     İdrar, ter, dışkı ve solunum yoluyla, vücuttan her gün, yaklaşık 2,5 litre su atılmaktadır. Eksilen bu miktarın telafisi ve gün içinde yeterince su tüketilmesi önemlidir. Çünkü vücudun su dengesinin korunması, sağlık açısından gereklidir. Yeterli miktarda su tüketenlerde, cilt dolgun ve pürüzsüzdür. Bedenin su ihtiyacı karşılanınca kalp ve damarların yükü azalır. Kan akışkan, bünye kuvvetli olur.

     Yaş, cinsiyet, fiziksel faaliyet, boy uzunluğu, metabolizma hızı gibi sebeplerle, kişiden kişiye fark ediyor olsa da, genel olarak günlük su ihtiyacı, 2litre olarak bildirilir.

Sevgili Peygamberimizin su içmekle ilgili tavsiyelerde bulunmuş ve öncelikle kendisi bu tavsiyelerin uygulayıcısı olmuştur. O halde hemen, konuyla ilgili hadisleri sıralayalım:

Rasûl-i Ekrem:

“Gümüş ve altın kaplarla yiyip içen kimse, karnına cehennem ateşi doldurmuş olur.” (Müslim, Libâs, 1) buyurmuşlardır. Demek oluyor ki, su, altın ve gümüş dışındaki kaplardan içilebilir.

Eğer bardak bulunamaz da, mecbur kalınırsa, suyun bir kaynaktan ya da çeşmeden içilebileceğini (Buhârî, Eşribe 14, 20), su tulumu ya da kırbaya ağzını dayayarak su içmenin doğru olmadığını (Buhârî, Eşribe, 24), ayakta su içilebileceğini ( Buhârî, Hac, 76); fakat oturarak su içmenin daha sağlıklı ve iyi olduğunu (Müslim, Eşribe, 116), su içilen kabın içine solumamak gerektiğini (Müslim, Tahâret, 65 ) yine Sevgili Peygamberimizden öğreniyoruz.

Su içmeye besmeleyle başlanması, suyun iki- üç nefeste içilmesi, sonrasında “elhamdülillah” denilmesi gerekir. (Tirmizî, Eşribe, 13)

Sevgili Peygamberimiz, sadece su içmekle değil, su dağıtmakla ilgili edebi de bildirmiş ve şöyle buyurmuşlardır:

“Halka su dağıtan kimse, suyu en son içer.” (Tirmizî, Eşribe, 20).

Allah azze ve celle, Nahl sûresinde şöyle buyurur:

“Gökten suyu indiren O’dur. Size ondan hem içecek vardır hem de hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler. Allah su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve nice başka meyveler  bitirir. İşte bunlarda, düşünen bir toplum için, büyük bir ibret vardır.” (Nahl, 10 – 11).  

Demek oluyor ki, su bir hayat kaynağıdır. O kadar ki insan, vücudundaki yağların ve karbonhidratların tümünü yitirse, hayatı tehlikeye girer; fakat suyun sadece  % 20 sini yitirse, bu onun ölümle burun buruna gelmesine sebep olur. Bu sebeple suyu ve su kaynaklarını korumak, israf etmeden kullanmak, insanlık ve kulluk mesuliyetimizdir.

  • b) Vitaminler:

Rabbimiz, sıhhat ve afiyet üzere yaşayabilmemiz için gerekli her türlü gıdayı yaratmıştır. Bu gıdalar içine sadece lezzeti değil, şifayı da saklamıştır. Vitaminler, eksiklikleri önemli bir hastalık sebebi olabileceğinden işte bu şifa kaynaklarından biridir.

Vitaminler yağda ve suda eriyenler olmak üzere, iki ayrı gurupta ele alınırlar.Şimdi, tek tek her birini sayalım ve hangi gıdalarda mevcut olduklarına bakalım ki, aradığımızda bulması kolay olsun:

     *Yağda eriyenler:

     Bu guruptaki vitaminler, ancak yağ içinde eriyip faydalı hale geçebilirler. Bu sebeple, A, D, E ve K vitaminlerinin sağlıklı bir şekilde kullanılabilmesi için, yağa ihtiyaç vardır. En sağlıklı yağ, halis zeytinyağıdır.

A Vitamini:

Vücudun enfeksiyonlara karşı direncini artıran, sağlıklı büyüme ve üremesine destek olan, özellikle kemik, diş/ diş etleri, cilt, tırnaklar, saçlar ve gözler için çok gerekli vitamindir. Fazlası idrarla atılmayıp depo edilir. Aşırı yüklenmesi halinde, ciltte renk değişimine sebep olabilir. Kayısı, portakal, erik gibi meyvelerde ve kuşkonmaz, maydanoz, ıspanak, havuç, kereviz, marul, domates gibi sebzelerde yoğun olarak bulunur.

D Vitamini:

Kalsiyumun kemik ve dişlerde tutunmasına, ince bağırsaklarda sağlıklı bir şekilde emilmesine, böylece, vücudun kalsiyum ihtiyacını dengeli bir şekilde karşılamasına yardımcı olur. Özellikle balık yağı, balık, yumurta, tereyağı, karaciğer, et ve yulaf, D vitamini kaynağı olarak sayılabilir. Bu vitaminin vücutta etkili olabilmesi için, Güneş ışığına ihtiyaç vardır. Bir insan, ne kadar çok D vitamini alırsa alsın, eğer Güneş ışığından istifade etmiyorsa, Kalsiyum eksikliği problemiyle karşı karşıyadır. Çünkü Güneş ışığı D vitaminini harekete geçirir, D vitamini de kalsiyumun emilimini sağlayarak kemiklere ve dişlere kuvvet kazandırır. Bir zincir şeklinde birbirine yardımcı olan, birbirini anlamlı ve yararlı kılan bu üç unsur ( Güneş, D vitamini, Kalsiyum ) insan sağlığı için son derece önemlidir. 

K Vitamini:

K vitamini, K1 ve K2 olmak üzere iki çeşittir. K1vitamininin en önemli görevi, kanın pıhtılaşmasını sağlamaktır. Tahıllar, sebzelerin yeşil bölümü, ıspanak, kabak, marul, yeşil domates, çam iğnesi, yeşilbiber, lahana, Brüksel lahanası, karnabahar, marul, yeşil domates, fasulye, bezelye, yoğurt, yumurta sarısı, kivi, yaban mersini ve yeşil çayda bulunur. K2 ise kemik yapımında, kemik sağlığını devam ettirmedeve damarlarda sertliğe sebep olan kalsiyum birikmesini önlemede, önemli bir göreve sahiptir. Kalın bağırsaktaki yararlı bakteriler tarafından üretilir. 

     *Suda Eriyenler:

     Su içinde kolayca çözünebilen B ve C vitaminleridir. Fazlası vücutta depolanmaz ve idrar yoluyla dışarı atılır. Bu sebeple çok alınmaları tehlike oluşturmaz. Çok çabuk değer kaybetmelerinden ötürü, besinlerin hazırlama, pişirme, saklama ve ısıtma aşamalarında, bu vitaminlerin büyük ölçüde kaybedilmesi mümkündür. Bu nedenle B ve C gurubu vitaminlerini içeren gıdaların, çok dikkatli hazırlanması ve hemen tüketilmesi gerekir.

B1 Vitamini:

Sindirime yardımcıdır ve enfeksiyonlara karşı koruyucudur. Sinir dokularının normal çalışması için gerekli bir vitamindir. Kan şekerini enerjiye dönüştürür. Kalp sağlığı için önemlidir. Hazımsızlığa iyi geldiği gibi, zihni açık tutan,  nörolojik açıdan da sağlıklı kılan bir etkisi vardır. Vücudun karbonhidratlardan yararlanabilmesi için, B1 vitaminine ihtiyacı vardır. Oysa tütün, alkol ve şeker bu vitamini yok eder. B1 vitamini, soya fasulyesi, kuşkonmaz, lahana, havuç, kereviz, hindistancevizi, greyfurt, limon, maydanoz, nar, turp, yulaf, mısır, muz, pirinç, kepekli ekmek, bezelye, yer fıstığı (kavrulmuş), patates, tavuk, biftek, karaciğer, süt, buğday, kuru üzüm, karnıbahar ve nohutta bulunur.

B2 Vitamini:

Besinlerin enerjiye dönüştürülmesine yardımcı olur. Bazı kanser türlerine karşı koruyucudur. Gözlerin, cildin ve saçların sağlıklı olması için gereklidir. Soya fasulyesi ve unu, buğdaylı maddeler, fındık, yer fıstığı, elma, lahana, havuç, ıspanak, greyfurt, kayısı, badem, yulaf, arpa, domates, hurma, şeftali, erik, pirinç, mısır, karnıbahar, et, karaciğer, tavuk, yağsız süt, yoğurt, yumurta sarısı ve brokoli, bilinen B2 kaynaklarıdır.

B3 Vitamini:

 Kolesterolün dengelenmesine yardımcı, kalp damar hastalıklarına ve yüksek tansiyona karşı da koruyucudur. Vücudu temizleyici, kandaki yağ oranını düşürmede etkilidir. Sağlıklı kan dolaşımı, karaciğerin sağlıklı çalışması ve baş ağrılarının azalması hususunda yardımcıdır. Depresyondan, gereksiz ve yersiz endişelerden korunmak isteyen herkesin, yeterli miktarda B3 vitamini tüketmesi gereklidir. Çimlendirilmiş buğday, buğday kepeği, patates, domates, havuç, fındık, ceviz, erik, mercimek, tavuk, biftek, yumurta, peynir, balık, fasulye, bezelye ve yapraklı yeşilliklerde bulunur.

B5 Vitamini:

Böbreküstü bezlerinin sağlıklı çalışması ve antikor yapımı açısından önemlidir. Kas güçsüzlüğü, baş ağrısı ve baş dönmesi yaşamamak için, B5 vitaminin yeterli miktarda almak gerekir. Tavuk, fındık, buğday ve yumurta, bilinen kaynaklardır.

B6 Vitamini:

Protein ve yağın vücutta kullanılabilmesi, enerji üretilebilmesi, merkezi sinir sisteminin sağlıklı çalışabilmesinde ve hemoglobin üretiminde görevlidir. Yeterince B6 vitamini alınamaz ve tüketilen besin de proteince yüksek, karbonhidratça düşük olursa, böbrek taşı oluşma ihtimali yüksek olur. Bu nedenle yüksek miktarda protein,  yüksek miktarda B6 vitamini gerektirir. Kişide, nedensiz huysuzluk, huzursuzluk, uykusuzluk, unutkanlık ve ellerde titreme varsa, B6 vitamini eksikliği var demektir. Buğday, kepekli un, sebze, marul, arpa, soya fasulyesi, yulaf, muz, hindi, tavuk, balık, biftek, patates, portakal, süt, ıspanak, bezelye, ceviz ve avokado, B6 Vitamini kaynaklarıdır.

B12 Vitamini:

Sinir sisteminin düzenli çalışması ve kan hücrelerinin oluşmasında etkilidir. Özellikle kırmızı kan hücrelerinin üretimi için son derece gereklidir. Yağ asitlerinin vücutta kullanılabilmesine de yardımcı olur. B12 vitamininin eksikliği, öldürücü anemi gibi ciddi hastalıklara ya da geri dönülmesi zor hasarlara yol açabilir. Kuzu eti ve ciğeri, balık, biftek, yumurta, tavuk, yağsız süt, yağsız yoğurt ve yapraklı yeşilliklerde bulunur. 

C Vitamini:

En hassas vitamindir. Çok çabuk yıpranır ve değer kaybeder. Bu sebeple, C vitamini içeren gıdaların metal ile temas etmemesi, bıçak, rende ya da blender ile fazla işlem görmemesi, fazla bekletilmeden tüketilmesi gerekir. Dilimlenmiş elmanın kısa süre içinde kararması, sıkılmış greyfurtun tadının kısa süre içinde bozulması, C vitamininin hassaslığına birer örnek olarak verilebilir.  Kan damarlarının kuvvetlendirici, enfeksiyon ve toksinlerinden koruyucu etkisi vardır. Bazı vitaminlerin vücutta kullanılabilmesi için, yeterli C vitamini almış olmak gerekir. Bu sebeple, her gün bir miktar C vitamini almak gerekir. C vitamini ayrıca, kandaki kalsiyumun vücuda yayılabilmesi için de lazımdır. Kemiklerin ve damarların sağlığında, eklemlerin ve sırtın ağrısız olmasında, diş etlerinin sıhhatinde, kuvvet ve direnç kazanabilmede etkilidir. Elma, portakal, greyfurt, mandalina, limon, lahana, çilek, kivi, ıspanak, kavun, domates, pancar yaprağı, yeşil fasulye, ıspanak, bezelye, yeşilbiber, maydanoz, asma yaprağı gibi sebze ve meyveler, iyi birer C vitamini kaynağıdır.

Genel olarak ifade etmek gerekirse, her vitaminin çok bulunduğu bir gıda vardır; fakat bu gıda, sadece o vitamine has değildir. Her bir gıda birçok vitamini içinde barındırır ve %10, % 50, % 90 gibi farklı oranlarda olmak üzere, ona kaynaklık eder.

  • c.Proteinler:

Özellikle büyüme ve gelişme çağındaki çocukların, sporcuların, emziren annelerin, ameliyat sonrası iyileşme devresinde bulunanların, protein alımına daha büyük bir özen göstermesi lazım gelir. İhtiyaçtan az protein alımı, sıhhatin bozulmasına sebep olurken, ihtiyaç fazlası protein, vücutta yağa dönüşerek fazla kilo problemine yol açar.

Yüksek protein içeren gıdalar, günlük olarak düzenli tüketilmelidir. O halde, hangi besinlerle protein alabileceğimize bir bakalım:

Kırmızı et, balık, süt, yumurta, peynir, yoğurt, kuru fasulye, nohut, barbunya, mercimek ve ceviz, iyi birer protein kaynağı olarak sayılmaktadır.

  • Karbonhidratlar:

Karbon, hidrojen ve oksijen atomlarından meydana gelen organik bileşiklerdir. Hareket edebilmek, düşünebilmek, hastalıklarla mücadele edebilmek için gerekli enerjinin büyük çoğunluğunu, karbonhidratlar ile kazanırız.

Karbonhidratların en önemli görevi enerjiyi oluşturmaktır. Vücutta depolanırlar ve fazla alındığı takdirde, yağa dönüşürler. Yeterince karbonhidrat alan kişilerde vücut, proteini enerji için kullanmaktan kurtulur. Karbonhidrat ayrıca, su ve elektrolitlerin vücutta yeterince bulunmasını sağlar. Kandaki asit-baz dengesini korumasına yardım eder.

Yapıları gereği, monosakkarit, disakkarit ve polisakkarit olmak üzere üç guruba ayrılırlar.

Monosakkaritler, basit şekerler diye de bilinir. Glikoz, fruktoz ( meyve şekeri ) ve galaktoz, bu guruptadır. Glikoz insan vücudunda serbest halde kanda bulunur. Özellikle beyin ve alyuvarlar, enerji kaynağı olarak glikozu kullanırlar. Üzüm ve ürünleri iyi bir glikoz kaynağıdır. Früktoz ise üzüm, incir ve dut gibi meyvelerle, pekmezde ve balda bulunur.

Disakkaritlersakkaroz ( çay şekeri), laktoz ( süt şekeri ) ve maltoz ( malt şekeri) olmak üzere üç çeşittir. Sakkaroz, şeker kamışı ve şeker pancarından elde edilir. Laktoz, doğal olarak sütün içinde yer alır. Hayvansal kaynaklı bir şeker olmakla beraber, insan sütünde de mevcuttur.

Polisakkaritler, nişasta, glikojen ve selüloz olmak üzere üç guruptur. Nişasta, birçok glikoz molekülünün birleşmesiyle oluşur. Bitkilerin tanelerinde, tohumlarında ve yumrularında bulunur. Buğday patates pirinç, yer fıstığı havuç ve mısır, nişastanın yoğun olarak bulunduğu gıdalardır. Nişasta, ağızda ve ince bağırsaklarda sindirilir. Bağırsaklarda glikoza çevrildikten sonra kullanılır. Glikojen, vücutta depolanan ve kullanıma hazır durumda bulunan yedek enerjidir. En çok karaciğerde ve kaslarda bulunur. Selüloz ise bitkilerin yapısında mevcuttur. Yiyeceklerin sindirilemeyen kısımlarıdır. Hareketlerini artırarak, bağırsakların rahat çalışmasına yardımcı olur. Kabızlığın ilacı, doygunluk hissinin sebebidir. Kepekli tahıl ürünler ile çiğ ve kabuklu tüketilen meyve sebzeler, özellikle çilek ve muz, iyi birer selüloz kaynağıdır.

  • Yağlar:

Hücreleri sarıp koruyan hücre zarı için son derece önemlidir. Vücut için, karbonhidratlardan sonra ikinci vazgeçilmez enerji kaynağıdır. Ayrıca yağlar, A,D,E ve K vitaminlerinin vücutta faydalı olabilmesini sağlar. Bu vitaminlerin ancak yağda eriyebildiklerini, yağ tüketiminin bu sebeple de çok önemli olduğunu, vitaminler bahsinde de dile getirmiştik. Tüm bunların yanı sıra yağ, gıdalara lezzet katan bir unsur olduğu için de önemlidir. Cildin, saçların, iç ve dış organların sıhhati, büyük oranda yağ dengesine bağlıdır.  Hayatî önemi olan bazı hormonlar, yağdan sentezlenir.

Yağları iki kısımda ele alabiliriz:

1-Doymuş yağlar

2-Doymamış yağlar

Doymuş yağlar, hayvansal kaynaklıdır ve fazla alınması halinde, kolesterol seviyesinin yükselmesine ve kalp hastalıklarına yol açar. Tereyağı, iç yağı, süt ve -henüz tartışılmakta olan bir görüşe göre de- yumurta içinde mevcuttur.

Doymamış yağlar ise bitkisel kaynaklıdır. Kolesterol seviyesinin düşük olmasına, beynin sağlıklı gelişmesine ve hücrelerin yapılanmasına sebep olur. Zeytinyağı ve yerfıstığı içinde bulunan doymamış yağlar, özellikle şifalıdır. Bunun yanı sıra, ceviz, fındık, lahana, ıspanak, brokoli, marul, balık ve balıkyağında bulunan Omega 3 ile tahıllarda ve ayçiçeği yağında bulunan Omega 6 yağları da, vücudumuz için son derece gereklidir. Omega 3 kanın akışkanlığını sağlarken, Omega 6 kanın gerektiğinde pıhtılaşmasına yardımcı olur. Özellikle sağlıklı kan dolaşımı için, bu iki yağın düzenli olarak tüketilmesi gereklidir.

Çeşitli bitkilerden elde edilen yağlarla kendimizi zinde ve huzurlu hissetmemiz mümkün olur.  Badem yağı, kekik yağı, lavanta yağı gibi nice yağlar, içerdikleri şifalar ve yaydıkları güzel kokularla, hem bedenimiz hem ruhumuz için iyi bir dinlenme ve huzur vesilesidirler.

Şunu da ifade etmek gerekir: Margarin ve rafine yağlar, vücudun hazmetmekte zorlandığı zararlılardır. Damar tıkanıklıkları, özellikle bu iki gurup yağ sebebiyle gerçekleşir. Vücut ancak, doğal olanı tanıyıp kullanır. O halde, başta halis zeytinyağı olmak üzere, doğal olan her yağ bir ölçü dâhilinde tüketilebilir.

  • Mineraller:

Vücudun kendi kendine oluşturamadığı inorganik maddelerdir. Vücutta, vitaminlerle beraber çalışarak faydalı olurlar. Bu sebeple, yeterli vitamin almamız, minerallerden de yeterince faydalanmamız anlamına gelir ki, özellikle büyüme ve gelişme çağında olan çocuklar için mineraller, son derece önemlidir.

     Sinir ve üreme sisteminin gelişiminde, kas fonksiyonlarında ve kanın oluşumunda, kalp ritminin ve kan basıncının düzeninde, vücut sıvı dengesinin korunmasında minerallerin katkısı büyüktür.

     Özellikle çinko, demir, iyot, kalsiyum, magnezyum, kükürt, fosfor, sodyum, potasyum gibi mineraller, insan vücudu için gereklidir. Tamamı ince bağırsaktan emilen minerallerin bazıları gerekli hücrelerde depolanır, bazıları da idrarla atılır. Eksikliği, vücudu olumsuz etkileyerek, birçok sağlık sorunlarının doğmasına sebep olur.

Şimdi bazı minerallere daha yakından bakalım ve vücudumuza ne şekilde yardımcı olduklarını daha iyi anlayalım:

Çinko: Bu mineral kan, alyuvarlar, prostat, pankreas, karaciğer, bazı kaslar ve kemikler için son derece önemlidir. Üreme organlarının sağlıklı gelişimi, yaraların iyileşmesi, tat ve koku algılarının sağlıklı devam edebilmesi için, çinkonun yeterli miktarda alınması gerekir. Çinko eksikliği, hastalıklara karşı dirençsizlik, tırnaklarda incelme ve beyaz lekelerin oluşması, büyüme ve gelişim geriliği gibi sonuçlara yol açar. Yağlı tohumlar, kakao, istiridye, yumurta sarısı, karaciğer, et ve baklagiller, iyi birer çinko kaynağıdır.

Demir: Kanın dokulara oksijen taşımasını sağlayan hemoglobinin sentezi için gereklidir. Ayrıca, oksijenin dokulara taşınması, karbondioksitin solunum yoluyla atılması, bağışıklık sisteminin güçlü kalması, enerji tüketimi ve büyüme için de lazımdır. Eksikliği çok yaygındır çünkü annelerin birçoğunda demir depoları yetersizdir. Vücutta demir eksikliği halsizlik, kansızlık, saç dökülmesi, tırnak şeklinde bozulmalar, zihinsel yeteneklerde zayıflamalar gibi sonuçlar doğurur. Kırmızı ette, tavuk ve balıkta, kuru baklagillerde, yumurtada, kurutulmuş meyvelerde, pekmezde ve ıspanak, bezelye, semizotu gibi sebzelerde bulunur. 

İyot: Büyüme ve gelişme ile üreme sisteminin olgunlaşmasında görevli hormonların üretiminde, önemli bir rolü vardır. Saç, cilt, tırnak ve kemiklerin sağlığı açısından elzemdir. Tiroit hormonlarının yapımında da görevlidir. Eksikliği, zihinsel aktivitelerde gerilemeye, ciltte kuruma ve pullanmaya, kabızlığa, kalp atışlarının zayıflamasına, doğurganlığın gerilemesine sebep olur. Şalgam, tuz, deniz yosunu ve deniz ürünleri, sarımsak ve kuşkonmaz, iyi birer iyot kaynağıdır.

Kalsiyum: Kemiklerin sağlıklı gelişimi, kan basıncının düzenliliği, kanın pıhtılaşması, sinirsel mesajların sağlıklı iletimi ve kasların düzgün çalışabilmesi için de kalsiyuma ihtiyaç vardır. Eksikliği halinde eklem ağrıları, tırnak kırılmaları, kemiklerde zayıflama, diş çürümelerinde artma, kalpte çarpıntı gibi durumlar sık görülür. Uzun süreli kalsiyum eksikliği, boy kısalığına sebep olur. Kanda kalsiyumun eksikliği durumunda, kas kasılmaları, kramp ve titremeler oluşabilir. Süt ve süt ürünleri başta olmak üzere, susam, kuru incir, pekmez, şalgam, yeşil yapraklı sebzeler ve yağlı tohumlar, kalsiyum kaynaklarıdır.

Magnezyum: Metabolizmanın sağlıklı çalışmasında, enerjinin etkili kullanımında, protein yapımı ve hücre çoğalmasında etkilidir. Vücutta kalsiyum ve potasyumun kullanılabilmesi için, magnezyuma ihtiyaç vardır. Eksikliği halinde yersiz gerginlikler, depresyon, iştahsızlık, kalp ritminde düzensizlikler, kramplar, kulak uğuldaması, uykusuzluk gibi problemler yaşanabilir. Ceviz, fındık, badem, hurma, kuru incir, kuru baklagiller, tahıllar, muz, roka, ıspanak, marul ve maydanoz, iyi birer magnezyum kaynağı olarak bilinir.

Kükürt: Enerji üretimi, kemik ve dişlerin oluşumu, hücre büyümesi ve onarımı, böbreklerin ve kalp kaslarının sağlıklı çalışması için gereklidir. Eksikliği halinde genel güçsüzlük, yorgunluk, böbrek hastalıkları, bağırsak sorunları, dişlerin geç çıkması gibi problemler muhtemeldir. Et, süt, tavuk, balık, yumurta, tahıllar ve kuru baklagiller, kükürt kaynaklarıdır. Yoğun kükürt içeren doğal kaplıca suları da, vücut sağlığı için son derece şifalıdır.  

Sodyum: Vücudun, kendisi için gerekli suyu tutması, kasların sağlıklı kasılması, hücrelerde su ve elektrolit alışverişinin sağlanması yoluyla tansiyonun düzenlenmesi, sodyum yardımıyla olur. Bu sebeple, vücudun yeterli sodyumla desteklenmesi şarttır. Özellikle terlemeler neticesinde vücutta, su ile beraber sodyum kaybı da yaşanır. Bu nedenle, terlemiş kimselerin sadece su ile değil, tuzla da vücutlarını takviye etmeleri önemlidir. Sodyum fazlalığı da azlığı da organizmada sıkıntı oluşturur. Eksikliği halinde kaslarda zayıflık ve ağrı, bilinçte bulanıklık, solunum yetmezliği gibi durumlar söz konusu olur. Tuz, salamura zeytin, peynir, tereyağı, ekmek, beyin, böbrek, kahve, kuru baklagiller, patates, ıspanak, marul, havuç, portakal, patlıcan ve elma gibi birçok gıda, iyi birer sodyum kaynağıdır.

 Potasyum: Vücut sıvı dengesinin korunması, hücre ve dokuların sağlığı, sinir sisteminin sağlıklı çalışması ve kalp sıhhati için önemlidir. Eksikliği, halsizlik, kas yorgunluğu, düşük tansiyon, ödem, cilt kuruluğu ve akne sebebidir. Süt ve süt ürünlerinde, muz, incir, şeftali, kayısı, hurma, kuru üzüm, kiraz gibi meyvelerde ve patateste bulunur.

2-DOĞRU BESLENME

Allah azze ve celle, bizim için yarattığı tüm nimetler karşılığında bizden, sadece güzel bir kulluk istemiştir. Kulluk ise Allah’ın yaptıklarından râzı olmakla mümkündür. Rabbimiz yol haritamızı çizmiş, bize, Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa sallallâhualayhi ve sellemi en güzel örnek olarak sunmuş ve O’nun sünnetine uygun yaşamamızı emretmiştir.

Rabbimiz Ahzab sûresi 21. âyette şöyle buyurur:

“Andolsun ki Rasûlullah’ta sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için, en mükemmel bir örnek vardır.”

Mademki gerçek budur, o halde, her Müslümanın da güzel bir kul olabilmek yolunda, Sevgili peygamberini taklit etmesi, O’nun gibi yaşamaya ve davranmaya azmetmesi gerekir. Bu gayret, hayatın her alanında ve her hususta gerekli olup, beslenmede de böyledir.

Doğru beslenmenin nasıl olacağını, nimetlerin en doğru şekilde nasıl tüketilmesi gerektiğini, sünnete bakarak görebilir ve böylece hem maddi hem de manevi sıhhatimizi korumak adına, iyi ve doğru bir adım atmış oluruz.

Şimdi, aklın ve bilimin kendisini sürekli doğrulamakta olan Kur’an’a ve en mükemmel örnek olan Rasûlullahaleyhisselâm’a tekrar tekrar dönelim ve nasıl beslenmemiz gerektiğini, bu iki şaşmaz kaynaktan öğrenelim:

  • Az Yemek:

Her Müslüman’ın hayatına yerleştirmesi gereken belki de en önemli yeme alışkanlığı, az ile yetinmesini, az yiyerek doymasını bilmektir. Rasûlullah aleyhisselâm, şöyle buyurmuşlardır:

“Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendisini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet, mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefese ayırmalıdır.” (Tirmizî, Zühd, 47)

Bunun nasıl olacağını merak edenler için, hemen açıklayalım: Acıkmadan sofraya oturmayacak ve doymadan sofradan kalkacağız. Sofra başından, daha canı yemek isterken kaçabilmek, nefsine hâkim olarak, kendini çok yemekten alıkoyabilmek, kolay olmasa da, her Müslüman’ın hayat tarzı haline getirmesi gereken çok mühim bir alışkanlıktır.

Çok yemenin, hem fazla kilolara hem fazla uykuya hem de rehavete ve sıhhatsizliğe kapı araladığını herkes bilir. Mademki durum budur, Allah’ın bize emanet etmiş olduğu vücudu korumak adına, az yemeye alışmamız gerekir.

Sevgili Peygamberimiz, aza kanaat etmekle ilgili bir başka hadislerinde,  beraber yiyenlerin sayısı arttıkça, yemeğin bereketinin de artacağını haber vererek, şöyle buyuruyor:

“İki kişinin yiyeceği üç kişiye yeter. Üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” (Buhâri, Et’ıme, 11)

Demek ki, bana kalmaz, korkusuyla cimrilik etmek, sadece kendine ayırıp bencilce tüketmek de bir Müslüman’a yakışmaz. Zira Müslüman, bölüştükçe çoğalacağına inanır. Zaten, cennete nasıl girileceğine dâir hadis-i şeriflerinden birinde, Rasûlullah aleyhisselâm, şöyle buyurur:

“Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sâyede selâmetle cennete girersiniz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 42 )

Demek ki, az yemeye ve yemek yedirmeye riayet edersek, hem dünyada, hem ahirette cennet bizi bekliyor.

  • Çok Çiğnemek:

Az yemeye alışmak isteyenlerin, öncelikle yapması gereken, çok çiğnemeyi öğrenmektir. Çünkü bir lokma ne kadar çok çiğnenirse, tadı ve şifâsı o kadar iyi alınır, o kadar iyi parçalanır ve midedeki hazmı da o derece kolay olur. Güzelce hazmedilen gıdalar, vücudun faydalanacağı hale gelir. Vücut, ihtiyacı giderildiği için az bir yemeklede olsa doygunluk hisseder. Oysa löp löp yutulan, doğru düzgün çiğnenmeden mideye indirilen lokmalar, ne yazık ki aynı hissi veremez. Zira yeterince çiğnenmeden yutulan lokmaları vücut, yenmiş lokma olarak algılayamaz. Bu durumda kişi, çok yediği halde doymaz. Doymadığı için yemeye devam eder. Çok yediği için de kilo alır.

Ayrıca yeterince çiğnenmemiş lokmaların, midedeki sindirimi zorlaşacağı göz önüne alınırsa, ikinci bir zarar söz konusu olur. Mide, hazmetmesi için yutulmuş o iri parçalarla uğraşırken yorulur. Parçalayamadığı lokmalar çürüyerek, toksine dönüşür. Bu toksinler, ilkin karaciğerle bölüşülür. Karaciğer de taşıyamaz olunca, safra ile yük paylaşır. Böylece, sadece az çiğneme alışkanlığı dolayısıyla, nice sağlık problemi ortaya çıkar.

Bir lokmayı, en az püre kıvamına gelene kadar çiğnemek ve ondan sonra mideye göndermek, en doğrusudur. 

  • Taze Yemek:

Yemeklerin, bir öğünlük pişirilmesi ve taze taze tüketilmesi esastır. Zira bekleyen yemek, bakterilerin oluşumuna müsaittir. Bekleyen besin, besleyici değerini yitirir ve içinde zararlı olabilecek nitrit gibi toksinler oluşabilir. Özellikle patates ve ıspanak yemeklerinin bekletilmesi uygun değildir. Yiyeceği kadar pişirmek ve pişen yemeyi o öğünde tüketmek, hem sünnete hem de sıhhate en uygun tavırdır.

  • Tek çeşit yemek:

Tek çeşitten kasıt, aynı besin öğlelerini bir arada tüketmektir. Çeşit sayısı ne kadar artarsa, hazım da o kadar geç ve güç gerçekleşir. Nefsin her istediğini yapmak yerine, azla ve tek çeşitle yetinmek, sıhhate en uygun olanıdır.

Meselâ: Peynir, protein içerir. Yanında yine protein içermekte olan tereyağı ve yumurta gibi gıdaları da yemek, midenin yükünü artırmaktır. Yine de, bu üç gıda aynı neviden olduğu için, midenin bunları aynı öğünde hazmetmesi mümkündür. Yanında ceviz yemek, peynirin hazmını kolaylaştıran bir sebeptir. İşte böyle, birbirine yardımcı olan yiyecekleri bilmek ve ona uygun bir beslenme programı yapmak en güzelidir.

Sebze ile yoğurdun, et ile salatanın bir arada tüketilmesinde bir sakınca yoktur; fakat ekmek ile et aynı öğünde tüketildiğinde, hazmı zor, ağır bir yemek yenmiş olur.

Bir de, çeşit çeşit yemeklerle donatılmış sofraları düşünün ki, durum ne kadar vahim. Allah da bizim, yaratılışımıza uygun beslenmemizi ve sıhhatli olmamızı murat eder.

Sünnete baktığımızda, hep en az ile ve tek çeşitle yetinildiğini görmekteyiz. Süt ikramı tek, et ikramı tek, ekmek ikramı tek yapılagelmiştir.

3- İDEAL ÖLÇÜLER

Her insan kendine has bir yaratılışla dünyaya gelir. Tıpatıp birbirine benzeyen insanlar, sadece tek yumurta ikizleridir. Bunun dışında herkes, kendi özel yapısını devam ettirir. O halde, tek bir ideal ölçü ortaya koyarak, herkesin bu ölçü içine girmesini istemek, hiç de akıllıca ve gerçeğe uygun değildir.

Çok zayıf yapılı birinden, kilolu olmasını beklemek ne kadar gereksizse, yapılı birinden de incecik bir vücuda kavuşmasını istemek, o kadar yersiz olur. Bu anlamda, herkesin kendi bünyesini iyi tanıması ve ona uygun bir beslenme programıyla kendi idealine ulaşması, en güzelidir.

Her insanın kas yapısı yağ dokusu, kemik ağırlığı başkadır. Bu nedenle, aynı kiloda olmasına rağmen, kimi insan daha ince, kimi insan daha kilolu görünebilir.

Her insanın vücut tipi de başka başkadır. Genel olarak üç vücut tipinden bahsedilir:

  • Ektomorf Tip:

Bu tip, genetik olarak zayıf ya da çok zayıftır. Kırılgan ve narin bir yapısı vardır. Ektomorf tiplerde kemikler ince, eklemler küçüktür. Kas dokuları oldukça azdır. Omuzlar düşüktür. Boy uzun ya da kısa olmakla beraber, uzuvların uzunluğu ve kasların yetersizliği nedeniyle, genel olarak uzun gösterirler. Doğuştan güçsüz bir yapıları vardır. Bu nedenle, kaslarını kuvvetlendirebilmek için, sürekli olarak kendilerini takviye etmeleri ve çalışmaları gerekir.

Ektomorf tipte parmaklar ve boyun uzundur. Üçgene benzer bir yüz şekli vardır. Keskin yüz hatları dikkat çeker. Fazla sıcak genel olarak bu tiplere iyi gelmez. Yağ oranları düşük olduğu için, soğuktan da çabuk etkilenirler. Saçları sağlıklıdır ve çabuk uzar. Zor kilo alırlar ya da alamazlar. Dar omuzlu ve düz / düze yakın göğüslü olurlar.

  • Mezomorf Tip:

Bu tip, genetik olarak belirgin bir kas dokusuna sahiptir. Kemikleri kalındır. Bele doğru incelen bir gövdeleri vardır. Yüz kemikli, uzun ve geniştir. Kollar ve bacaklar gelişkindir ve el parmakları bile kaslıdır. Bu tiplerde deri genellikle esmer ve kalındır.

Atletik ve sağlam vücutlarıyla dikkat çekerler. Kadınlarda kum saatini, erkeklerde dikdörtgeni andıran bir vücut şekilleri vardır. Vücut duruşları mükemmeldir. Ektomorflara göre, kolaylıkla kas geliştirebilecek ve çabuk yağ toplayabilecek bir yapıdadırlar. Derileri de daha kalındır.

  • Endomorf Tip:

Bu tip, genetik olarak yuvarlak vücutludur. Kol ve bacaklar kısadır. Bele doğru kalınlaşma görülür. Kalın bir vücutları vardır. Kalça geniş ve yüksekçe,  üst kol, kolun diğer bölümlerine oranla daha gelişkindir.  Bu tiplerin tenleri yumuşak ve pürüzsüz, saçları sağlıklıdır. Yüz hatları ve baş yuvarlak yapılı ve büyükçedir. Endomorf tipte kaslar kuvvetli ve gelişkin değildir. Kilo vermeleri çok zor, almaları çok kolaydır. Diğer yandan, mezomorflarda olduğu gibi, kas geliştirmeleri kolaydır ve biraz çalışmayla, bu konuda ilerleme kaydedebilirler.

Buradan da anlaşılıyor ki, bir insanın genetik olarak getirdiği bir vücut yapısı vardır ve bu yapı değişmez. Fakat kişi, düzgün beslenmek, spor yapmak, doğru yaşamak suretiyle, vücudunu aşırılıklardan koruyarak, sağlıklı ve zinde kalabilir.

Aynaya baktığında kendini güzel ve mutlu hissediyor, aşırı kiloları sebebiyle hareket zaafı yaşamıyor ve görüntü bozukluğuna uğramıyor, kendini zinde ve sağlıklı hissediyorsa, o kişi kendi ideal ölçüleri içinde, demektir. Bunun dışında bir durum için zorlamanın ve gereksiz takıntılar yapmanın anlamı yoktur.

Yapısını tanıdıktan sonra, insana düşen en büyük vazife, aşağıdaki ayetleri düşünmek ve yaratıcısına karşı tam bir rıza ve şükür hali içinde olmaya çalışmaktır:

Allah azze ve celle buyurur:

“Andolsun ki biz insanı çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam ve emin bir karargâhta (rahimde)nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi bir kan pıhtısı (embriyo) hâline soktuk. Derken, o kan pıhtısını bir lokmacık et yaptık. Bu bir lokmacık eti kemiklere çevirdik. O kemikleri etle kapladık. Sonunda onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir.” (Mü’minûn, 12 – 14)

“Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O’dur.” (Âl-i İmrân, 6)

“Ey insan! Engin lûtuf ve kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatıp isyana sürükleyen nedir? O Rabbin ki seni yarattı. Sana şu sıhhatli organları verdi. Seni ölçülü bir biçime koydu. Seni dilediği sûrette terkip eden de O’dur.”(İnfitâr, 6 – 8)

“Şimdi insan, neden yaratıldığına ibretle baksın. O atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır. O su, omurga kemikleri ile göğüs arasından çıkar. İşte, başlangıçta bu şekilde yaratılan insanı Allah, tekrar yaratıp diriltmeye kâdirdir.” (Târık, 5 – 8)

4- SPOR VE BEDEN EĞİTİMİ

  • Spor Nedir?

Kişisel veya toplu yarışlar biçiminde yapılan, bazı kurallara göre uygulanan beden hareketlerinin tümüne spor denir. Spor, vücut direncinin artmasına, sistemlerin fizyolojik kapasite­sinin gelişmesine yardımcı olur. Bilinçli ve düzenli olarak spor yapan kişiler, sağlıklı ve zinde olmakla kalmayıp, moral açısından da kuvvetli olurlar. 

Yürümek, koşmak, tırmanmak, bireysel spor­lardır. Bu sporlar her yerde yapılabilir. Açık havada hareketler yapmak, yüzmek ve oyun oynamak da spor sayılabilecek uğraşlardır. Her sabah 10-15 dakika vücut hareketleri yapmak ve bu sırada düzenli ve derin nefes alıp vermek de, vücutta yağların yakılmasını destekleyen, faydalı bir sportif aktivitedir. 

Spor yaparken, vücudun farklı bölgelerini çalıştıran hareketler seçilebilir. Yapacağı sportif aktiviteyi tespit ederken kişi, yaşına, sağlık durumuna ve diğer özel hallere göre düşünmelidir. 

Fertlerin dayanıklı, disiplinli, dinç ve diri olmasında, sporun yeri son derece önemlidir. 

  • Sporun Faydaları Nelerdir?

Spor yapan kişilerde, tembellik ve isteksizlik kaybolur. Yeni konulara ilgi uyanır, daha sosyal ve stresten uzak bir yapı gelişir. Vücut sporla sürekli çalıştığından, yaşlanma ve mevcut yeteneklerin körelmesi gibi durumlar gecikir.  Spor yapanlar, fazla enerjilerini bu yolla atmakta olduklarından, negatif enerji birikmesi dolayısıyla yaşanabilecek her türlü olumsuzluktan korunurlar. Boş zamanların bedensel aktivitelerle değerlendirilmesi, vücudun kapasitesinin artmasına sebep olur. Vücut sistemleri ve organlar sıhhatle çalışır, refleksler hızlanır, hareket ve sinir sisteminin aktivitesi çoğalır ve kuvvetlenir. Bu kişilerde kaslar daha sağlıklı, özgüven daha yüksek, yaşama sevinci daha yoğun olur.
Spor, ileri yaş hastalıklarının önüne geçmede, kas, eklem ve sinir sistemi hastalıklarını rehabilite etmede birebir faydalıdır.

  • Beden Eğitimi Nedir?

Vücudu güçlendirmek ve sağlığı korumak amacıyla, araçlı veya araçsız hareketler yapmak, bedeni, belli bir disiplinle çalıştırmaktır. Oyun, jimnastik ve spor gibi faaliyetler, beden eğitiminin kapsamındadır. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal açıdan, yaşımızın gerektirdiği verime en üstü düzeyde ulaşabilmede, beden eğitiminin çok önemli bir yeri vardır. 

5- UYKU VE DİNLENME

Uyku, Allah’ın büyük bir lûtfudur. İnsan, beden ve zihin yorgunluğunu uyku ile atar ve dinlenir. Uyumak gibi kıymetli bir dinlenme sâyesinde, hayatımız boyunca çalışacak gücü elde ederiz. Allah azze ve celle buyurur:

“Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de yayılıp çalışma zamanı yapan O’dur.” (Furkan, 47)

Buradan anlaşılıyor ki, uyku ile dinlenme zamanı, öncelikle gecedir. Yatsı namazı ile imsak vakti arasındaki 4- 5 saatlik bir uyku, insan hayatının sıhhatle devamında son derece önemlidir. Hücrelerin yenilenmesi, iç ve dış organların sükûn bulup dinlenmesi, uykuyla mümkündür. Gecenin bir kısmında kalkıp ibadet etmek, çok faziletlidir. Bunu kolaylaştırmak için, kaylûle denilen öğle uykusu, sünnettir. Kaylûle, tüm sünnetler gibi, bilim adamlarının araştırma konusu olmuş ve faydaları tespit edilmiştir.

Araştırmalarının sonuçlarını Amerikan Bilimsel İlerleme Topluluğu’nun San Diego’daki yıllık toplantılarında sunan bilim adamları, günde 1,5 saat kestiren gönüllülerin kendilerini zorlayan anlama testlerinde daha iyi sonuç aldıklarını belirtti.

California Üniversitesi’nde yapılan bu araştırmada, beynin, yeni bilgiler için kısa süreli hafıza oluşturmak için, uykuya ihtiyacı olabileceği kaydedildi. Deneyde, sağlıklı yetişkin deneklere sabah zor bir anlama testi uygulandı ve genellikle tümü benzer notlar aldı. Deneklerden yarısı siestaya gönderildi. Yarısı ise uyanık bırakıldı. Ardından yapılan testte, uyuyanların, uyumayanlardan daha iyi sonuçlar aldıkları görüldü (Siesta, genel olarak İtalya ve İspanya’da yaygın olan öğle uykusuna verilen addır. Kaylule uykusunun, Avrupa’ya giden Müslümanlardan öğrenilmesiyle doğmuştur. Kaylule uykusundan farkı, siestanın daha uzun (2-3 saat) sürmesidir.

Uyku süresi, kişiden kişiye değişmekle beraber, genel olarak 6 – 7 saat uykunun, yetişkin bir insan için yeterli olduğu bildirilir. Bazı insanlar, 3 – 4 saatlik uyku ile yetinebilirken, bazılarına 10 – 11 saat uyku gerekebilir. Genetik faktörler ve çevre şartları sebebiyle, bünyeden bünyeye değişen bu ihtiyaç evrenseldir ve insanlar hep uykuya muhtaçtırlar.

Yeterince uyumayan kimselerde, dalgınlık, gerginlik, dikkat eksikliği gibi durumlar söz konusu olmaktadır. Uykusuzluk insan üzerinde acayip tesirlere yol açabilmektedir. Sevgili Peygamberimiz, bir hadis-i şerifinde, bunu şöylece dile getirmiştir:

“Biriniz namaz kılarken uyuklayacak olursa, uykusu dağılana kadar yatsın. Çünkü uyuklayarak namaz kılarsa, Allah’tan bağışlanma dileyeyim, derken, belki de kendine bedduâ eder.”

(Buhârî, Vudû, 53)

Uykusuzluğun menfî etkileri sebebiyle, bu hususta hep bir merhametli yaklaşım sergilenmiş ve uykusuzluk hisseden kişiye, uyuması tavsiye edilmiştir. Bir başka hadis-i şerifte, Efendimiz (sallallahü aleyhi vesellem) buyurur:

“Biriniz, geceleyin namaz kılmak üzere kalkıp da Kur’an’dan ne okuyacağını bilemeyecek kadar dili dolaşırsa, yatıp uyusun.” (Müslim, Müsâfirîn, 223)

Her hususta olduğu gibi, uyku ve dinlenme hususunda da en güzel misal, Hazreti Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellemdir. O’nun yatağı, insanın kabrine konduğu şekildeydi, mescit de baş tarafındaydı. (Ebu Davud, Edeb, 106)

Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm karnı üzerine yatmış bir adam görmüştü; hemen müdahale edip: “Bu Allah Teâlâ Hazretlerinin sevmediği bir yatıştır!” buyurdular (Tirmizî, Edeb 21). Korkuluğu olmayan damda uyunmasını uygun görmediler. ( Tirmizî, Edeb 82)

Şimdi, yatmadan önce neler yapılması gerektiğini, nasıl yatıp uyumamız gerektiğini ve daha birçok inceliği, yine O’nun hadisleriyle öğrenelim:

“Yatağına gideceğin zaman namaz abdesti gibi abdest al. Sonra sağ yanın üzerine yat ve şu duâyı oku. Bu duânın sözlerini, yatmadan önceki son sözün yap:

Allah’ım! (Sağ yanı üzere yatarak) Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım. Rızânı isteyerek ve azâbından korkarak, sırtımı Sana dayadım, Sana sığındım. Sana karşı, yine Senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.” (Buhârî, Vudû, 75)

“Biriniz sırtüstü uzanıp, sonra da ayak ayak üstüne atmasın.” (Ebu Dâvud, Edeb, 36)

“Biriniz uyuduğu zaman, şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı yere, “Gecen uzun olsun, yat, uyu!” diye eliyle vurur. Şayet o kimse uyanarak Allah’ı zikrederse, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece o kişi, neşeli ve huzurlu bir şekilde sabahlar. Allah’ı anmaz, abdest alıp namaz kılmazsa, uyuşuk ve tembel bir halde sabahlar.” (Buhârî, Teheccüd, 12)

     Demek ki, uyku ile dinlenmenin şartı, ibadet vaktini aksatmadan uyumaktır. Bedenin hakkıyla dinlenebilmesi için, rûhun gıdası olan ibâdetleri ihmal etmemek ve vakitlice ifâ etmek şarttır.

     Dinlenmek ile ilgili olarak, şunu da dile getirmek lazım: Müslüman, âtıl ve tembel olmamalıdır. Dinlenmek, bir işten bir başka işe geçmekledir. Rabbimiz:

     “Boş kaldığın vakit, hemen (başka) bir işe koyul ve yalnız Rabbine yönel!” (İnşirah, 7 – 8 ) buyurarak, insan fıtratına en uygun dinlenmeyi tarif etmiştir.

     Gerçekten de insan, en çok boş kaldığında yorulur. Zira meşgul edilmeyen nefis, meşgul eder. Bu da vesveseler, vehimler ve gereksiz kaygılarla dolmamıza, rûhumuzun yorgun düşmesine yol açar. O halde, uyku ve dinlenme programımızı tekrar gözden geçirmemizde faydalar var.

Kaynak: Sağlik, Temizlik ve İlk Yardim, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

SAĞLIK HİZMETLERİ NELERDİR?

Sağlık Hizmetleri Nelerdir?

SAĞLIK KAVRAMI NEDİR?

Sağlık Kavramı Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.