Sabır ve Metanet ile İlgili Örnekler

Sabır ve metanet ne demek? Sabrın ilk şartı nedir? Sabır ve metanet ile ilgili sözler... Peygamberimizin ve sahabeninhayatından sabır örnekleri.

Sabır; değişen maddî ve mânevî durumlar karşısında dengeyi bozmamak, îtidâli muhâfaza etmek, iptilâlara tahammül göstermek, acılara katlanmak, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukâvemet etmek, beşerî hisleri aklın ve dînin sınırları dâhilinde sâbit tutmak mânâlarına gelir.

Metânet de başa gelen her türlü iptilâya karşı metinlik, muhkemlik, dayanıklılık ve sağlamlık demektir.

Sabır, güzel ahlâkın ağırlık merkezi, îmânın yarısı, ferah ve saâdetin anahtarıdır. Cennet nîmetlerine kavuşturan büyük bir fazîlettir. Sabır, hoşa gitmeyen ve ıztırap veren hâdiseler karşısında muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmek, Hakk’a teslîm olmaktır.

Enbiyâ ve evliyâ, sabır husûsunda zirve örnekler sergilemiş ve Allâh’ın yardımına nâil olmuşlardır. Bu sebeple onlar, her konuda olduğu gibi sabır husûsunda da bizim örneklerimiz olmalıdır.

Sabrın dünyevî tarafı acı, âhiret tarafı çok parlaktır. Sabrın acılarını sîneye çekenler, ebediyet devleti olan cennete ve Allâh’ın rızâsına kavuşurlar.

Her hâlükârda Allâh’ın emir ve yasaklarındaki nîmet, hikmet ve ilâhî mükâfâtları düşünmek, sabrı kolaylaştırır.

SABRIN İLK ŞARTI

Sabrın ilk şartı, onu gerektiren hâdiseyle ilk karşılaşıldığında gösterilmesidir. Vaktinde gösterilmeyen bir sabrın, fazla bir mükâfâtı yoktur.

Bütün ahlâkî güzellikleri içine aldığı için sabrın dînimizdeki mevkii çok büyüktür. Kur’ân-ı Kerîm’de yetmişten fazla yerde sabırdan bahsedilir. Âyet-i kerîmelerde, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ve O’nun şahsında bütün ümmete sabır tavsiye edilmiştir:

“Ey îmân edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin!..” (el-Bakara, 153)

“Ey îmân edenler! Sabredin, sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık olun. Allah’tan korkun ki başarıya erişesiniz.” (Âl-i İmrân, 200)

Bu âyetin tefsîrinde Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, şu açıklamayı yapar:

“Esmâ-i ilâhiyyeden biri de «es-Sabûr» ism-i şerîfidir. Her kimde sabır varsa, onda Allâh’ın kudretinden bir tecellî var demektir. Hele bu sabırlı kimseler biraraya gelip de bir cemaat olurlarsa, her hâlükârda Allâh’ın yardımına mazhar olurlar. Allâh, onların dâimâ dostu ve velîsidir.”[1]

Büyük mükâfatlar, dâimâ büyük sabırların, musîbet ve iptilâlara tahammülün arkasından gelir. Âyet-i kerîmede:

“Sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (ez-Zümer, 10) buyrulur.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

“Dünyâda sevdiği bir dostunu aldığım zaman, (sabredip) ecrini Allah’tan bekleyen mü’min kulumun katımdaki karşılığı cennettir.” (Buhârî, Rikàk, 6)

“Kulumu, iki gözünü kör etmekle imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm.” (Buhârî, Merdâ, 7; Tirmizî, Zühd, 58)

Sabır, dinimizin en mühim disiplinlerinden biridir. Sabır imtihanı da en zor imtihanlardandır. Bu sebeple Hazret-i Ebû Bekir:

“Bana göre âfiyette olup şükretmem, imtihana tâbî tutulup sabretmemden daha makbuldür.” demiştir.

SABIR VE METANET ÖRNEKLERİ

  • Sabır ve rızâ numûnesi 

Allah Rasûlü’nün hayâtı, baştan sona en güzel sabır örnekleri ile doludur. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocukluğundan vefâtına kadar, hep büyük acılarla karşılaşmış, her türlü sıkıntı ve ıztırâbı tatmıştır. Dünyâya gelmeden babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında dedesini, peygamberliğinin onuncu senesinde kendisini muhâfaza eden amcası Ebû Tâlib’i, bundan üç gün sonra da dâvâsındaki en büyük desteği sevgili hanımı Hazret-i Hatîce’yi, Uhud’da Şehîdlerin Efendisi Hazret-i Hamza’yı, yedi evlâdından altısı ile birçok torununu, kimisi küçük yaşta kimisi de yetişkinlik çağında olmak üzere bir bir Hakk’a uğurladı. Çok sevdiği ashâbından birçoğunu kendi elleri ile kabre koydu. İşkencelere, hakâretlere, iftirâlara, açlığa ve yokluğa mâruz kaldı. Savaşlarda yaralandı, ateşli hastalıklara müptelâ oldu. Ancak bunların hiçbirisi O’nun metânetini ve muvâzenesini bozmadı. O her hâlükârda sabır ve rızâ hâline örnek oldu.

Acabâ kaç kişi altı evlâdını kendi elleriyle toprağa vermiştir? Kaç kişinin kucağında küçük yavruları ve torunları nefes almakta zorlanmış ve rûhunu teslîm etmiştir? Hiç amcasının nahif bedeni parçalanıp ciğeri dişlenen bir kimse var mıdır? Hâsılı Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi her türlü acının en dehşetlisiyle imtihân edilen ve her birinde de sabır ve rızâ numûnesi olan başka biri var mıdır?

  • Peygamberimizden sabır örneği

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, câhiliye dönemindeki hac mevsimlerinde kurulan panayırlarda İslâm’ı tebliğ eder, bu esnâda pek çok sıkıntı, meşakkat ve işkencelere mâruz kalırdı. Hepsini de sabırla karşılar, şikâyette bulunmazdı. Bir defâsında, birçok kabîleyi olduğu gibi Âmir bin Sa’saa Oğulları’nı da İslâm’a dâvet etmişti. Efendimiz’i dinlediler, bâzı sualler de sordular, lâkin Müslüman olmadılar. Allah Rasûlü, yanlarından kalkıp devesine bindiğinde, içlerinden Beyhara isimli müşrik, deveyi ansızın dürtüverdi. Deve sıçrayıp kalkarken Fahr-i Kâinât Efendimiz’i yere düşürdü. Allah Rasûlü’ne yapılan bu hakâreti gören Dubâa bint-i Âmir ismindeki Müslüman kadın:

“–Ey Âmir hânedânı! Gözünüzün önünde Allâh’ın Rasûlü’ne yapılan şu eziyeti görüp de içinizden O’nu, hatırım için koruyacak kimse yok mudur?” diye feryâd etti. Amca oğullarından üç kişi hemen kalkıp Beyhara alçağının üzerine yürüdüler. Bu hâdiseden sonra Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir vefâkârlık misâli sergileyerek onlar hakkında:

“Allâh’ım! Şunlara bereketini ihsân eyle!” diye duâ etti. Bu duâ bereketi ile Allah Teâlâ o yiğitlere îman nasîb etti ve nihâyetinde şehîdlik mertebesine nâil oldular. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 353)

  • Lâ ilâhe illallâh, deyiniz de kurtulunuz!

Allah Rasûlü’nün İslâm’ı tebliğ uğrunda katlandığı ve sabırla karşıladığı meşakkatlerle alâkalı olarak Târık bin Abdullâh el-Muhâribî, bir müşâhedesini şöyle anlatır:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i Zülmecaz Panayırı’nda görmüştüm:

«–Ey insanlar! Lâ ilâhe illallâh, deyiniz de kurtulunuz!» diye yüksek sesle hitâb ediyordu. Bir adam da elindeki taşla O’nu tâkip ediyor ve:

«–Ey insanlar! Sakın O’na inanmayınız, itaat etmeyiniz. Çünkü O yalancıdır(!)» diyerek bağırıyordu. Attığı taşlarla Efendimiz’in ayak bileklerini kanatmıştı. Oradakilere:

«–Kimdir bu zât?» diye sordum.

«–Bu, Abdülmuttaliboğulları’ndan bir gençtir.» dediler.

«–Ya O’nun ardına düşüp taş atan kimdir?» diye sordum.

«–O da amcası Ebû Leheb’dir.» dediler.”[2]

  • Sabır abidesi

Allah Rasûlü’nün sabır âbidesi olduğunu gösteren misallerden birini de Müdrik el-Ezdî şöyle anlatmaktadır:

“Babamla birlikte (câhiliye) haccı yapıyordum. Mina’ya gelip konaklayınca bir toplulukla karşılaştım. Babama:

«–Bu cemaat ne için toplanmış?» diye sordum. Babam:

«–Kavminin dinini terk etmiş olan şu kişi için.» dedi. İşâret ettiği tarafa bakınca Rasûl-i Ekrem Efendimiz’i gördüm:

«–Ey insanlar! Lâ ilâhe illallâh, deyiniz de kurtulunuz!» diye sesleniyordu.

İnsanlardan kimi O’nun yüzüne tükürüyor, kimi başına toprak saçıyor, kimi de O’na sövüp sayıyordu. Öğleye kadar bu hâl devâm etti. O sırada, yakası açılmış bir kız, içinde su bulunan bir kap ve elinde bir mendil olduğu hâlde geldi. Ağlıyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz kabı alıp sudan içti, elini yüzünü yıkadı. Başını kaldırıp:

«–Yavrucuğum, yakanı başörtünle ört! Baban hakkında, tuzağa düşürülüp öldürülecek ve zillete uğrayacak diye korkma!» buyurdu.

Bunun kim olduğunu sorduk, «Kızı Zeyneb!» dediler.” (Heysemî, VI, 21)

  • Allah, Musa’ya rahmet etsin

Abdullâh bin Mesut -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Huneyn Savaşı’nda elde edilen ganimetleri taksim ederken, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bâzı kişilere diğerlerinden fazla hisse verdi. Akra bin Hâbis’e yüz deve, Uyeyne bin Hısn’a da bir o kadar verdi. Arapların ileri gelenlerine de o günkü taksimde biraz fazla pay verdi. Bunun üzerine bir kişi:

“–Vallâhi bu taksimde hakkâniyet yoktur, Allâh rızâsı da gözetilmemiştir!” dedi.

Ben de:

“–Allâh’a yemin ederim ki, ben bunu Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e söyleyeceğim.” dedim. Gittim, adamın söylediklerini anlattım.

Bunun üzerine Allah Rasûlü’nün mübârek yüzü, üzüntüden kıpkırmızı kesildi.

“–Allâh ve Rasûlü de adâlet etmezse, hiç kimse adâlet etmez.” buyurdu ve şöyle devâm etti:

“–Allâh, Mûsâ’ya rahmet etsin. O bundan daha ağır bir ithâma mâruz kalmıştı da, sabretmişti.”

Ben de bundan sonra kimsenin sözünü Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ulaştırmamaya karar verdim. (Buhârî, Edeb, 53; Müslim, Zekât, 145)

  • Hakîkî sabır, felâketin ilk ânında gösterilendir!

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuğunun mezarı başında feryâd ederek ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona:

“–Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu.

Kadın:

“–Çekil git başımdan; zîrâ benim başıma gelen felâket, Sen’in başına gelmemiştir!” dedi.

Kadın, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i tanıyamamıştı. Kendisine, O’nun Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olduğunu söylediler. Kadın bunu duyar duymaz Peygamber Efendimiz’in kapısına koştu. Orada kendisini engelleyen herhangi bir kimse olmadığı için, doğrudan Efendimiz’in huzûruna çıktı ve:

“–Yâ Rasûlâllah! Siz’i tanıyamadım.” diyerek özür diledi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hakîkî sabır, felâketin ilk ânında gösterilendir!” buyurarak kadına nasihatte bulundu. (Buhârî, Cenâiz, 32)

  • Müslümanın günahları ağaç yaprakları gibi dökülür

Abdullâh bin Mesut -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna vardım. Kendisi sıtmaya yakalanmıştı.

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Gerçekten şiddetli bir sıtma nöbetine tutulmuşsunuz!” dedim.

“–Evet, sizden iki kişinin çekebileceği kadar ıztırap çekmekteyim.” buyurdu.

“–Bu, herhâlde iki kat sevap kazanmanız içindir.” dedim.

“–Evet, öyledir. Allâh, Müslümanın ayağına batan bir diken veya başına gelen daha büyük bir sıkıntı sebebiyle günahlarını bağışlar. O Müslümanın günahları ağaç yaprakları gibi dökülür.” buyurdu. (Buhârî, Merdâ, 3, 13, 16; Müslim, Birr, 45)

  • Yüz şehit sevabı

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Cebrâîl -aleyhisselâm-’a sordu:

“–Yâkûb’un Yûsuf’a olan hicrânı ne dereceye varmıştı?”

Cebrâîl -aleyhisselâm-:

“–Evlâdını kaybeden yetmiş annenin toplam hicrânına!” cevâbını verdi.

Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“–O hâlde onun sevâbı ne kadardır?” diye sordu.

O da:

“–Yüz şehit sevâbıdır. Çünkü O, Allâh’a bir an bile sû-i zan beslemedi.” dedi. (Taberî, XIII, 61; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, IV, 570; Yûsuf, 86)

İşte bu sabır, “sabr-ı cemîl” idi.

  • Allah’ım halkımı bağışla çünkü onlar bilmiyorlar

Abdullâh bin Mesut -radıyallâhu anh- şöyle der:

Peygamber Efendimiz, kavmine gönderilen bir peygamberden bahsetti. Kavmi onu dövmüş ve yüzünü kanatmıştı. O peygamber ise, bir taraftan yüzündeki kanı siliyor, bir taraftan da:

“–Ey Allâh’ım, halkımı bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” diyormuş. Allah Rasûlü’nün bu peygamberin hâlini anlatması hâlâ gözümün önündedir. (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Cihâd, 104)

  • Sabrın mükâfâtı

Sabrın mükâfâtının ancak Cennet olduğunu gösteren şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ- bir gün Atâ bin Ebî Rebâh’a:

“–Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?” dedi. O:

“–Evet, göster!” deyince İbn-i Abbâs şöyle dedi:

“–Şu siyah kadın var ya! İşte bu kadın, Fahr-i Kâinât Efendimiz’e geldi ve:

«–Beni sara tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allâh’a duâ eder misiniz?» dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Eğer sabredeyim dersen, sana cennet vardır. Ama yine de sen istersen, şifâ vermesi için Allâh’a duâ ederim.» buyurdu.

Bunun üzerine kadın:

«–Hastalığıma sabrederim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılmaması için duâ buyurunuz.» dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onun için Allâh’a niyazda bulundu.” (Buhârî, Merdâ, 6; Müslim, Birr, 54)

İşte başa gelen iptilâlara sabrın Hak katındaki yüksek kıymeti…

  • Sabır ehli fakirlerin mükâfâtı

Ebû Saîd -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Muhâcirlerin fakirlerinden bir grupla birlikte oturmuştum. Bunlardan bir kısmı, (bütün vücûdunu örten bir elbisesi olmadığı için) diğerleri(nin karaltısından istifâde) ile iyice örtünmeye çalışıyorlardı. O sırada bir kimse de bize Kur’ân okuyordu. Derken Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çıkageldi ve yanımızda durdu. Allah Rasûlü’nün gelmesi üzerine Kur’ân okuyan kimse okumayı kesti. Rasûlullâh da selâm verdi ve:

«–Ne yapıyorsunuz?» diye sordu.

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! O hocamızdır, bize Kur’ân okuyor. Biz de Allah Teâlâ’nın kitâbını dinliyoruz.» dedik.

Bunun üzerine Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allâh’a hamd olsun!» buyurdu.[3]

Sonra Allah Rasûlü, kendisini bizimle aynı seviyede tutarak ortamıza oturdu. Eliyle işâret edip:

«–Şöyle (halka yapın!)» buyurdu.

Cemaat hemen etrâfında halka oldu ve yüzlerini O’na doğru çevirdi. Nihâyet Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizlere şu müjdeyi verdi:

«–Ey yoksul Muhâcirler, müjdeler olsun! Sizlere kıyâmet gününde tam bir nûr müjdeliyorum. Sizler cennete, insanların zenginlerinden yarım gün önce gireceksiniz. Bu yarım gün, (dünyâ günleriyle) beş yüz sene eder.»” (Ebû Dâvûd, İlim, 13/3666)

Bu da sabır ehli fakirlerin mükâfâtı…

  • Sabır ve metânete muhteşem örnek

Fedâle bin Ubeyd -radıyallâhu anh-’ın naklettiği şu hâdise, Allah Rasûlü’nün has talebeleri olan ashâbın mâruz kaldığı büyük mahrûmiyetlere ve onların bu meşakkatler karşısında sergilediği dâsitânî sabır ve metânete ne muhteşem bir misaldir:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına namaz kıldırırken, onlardan bâzıları, açlığın verdiği tâkatsizlik sebebiyle ayakta duramayarak yere düşerlerdi. Bunlar Suffe Ashâbı idi. Çölden gelen bedevîler, onların hâline hayret ederlerdi. Allah Rasûlü namazı bitirince açlıktan bayılanların yanına gelir ve onları tesellî ederek:

«Allah Teâlâ’nın katında sizin için neler hazırlandığını bir bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz.» buyururdu.” (Tirmizî, Zühd, 39/2368)

  • Suffe Ehli’nden yetmiş kişi

Ebû Hüreyre Hazretleri şöyle demiştir:

“Ben Suffe Ehli’nden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinde vücûdun belden üst tarafını örten bir elbise (ridâ) yoktu. Ya belden aşağı giyilen bir izâr ya da boyunlarına bağlayıp aşağıya saldıkları bir elbiseleri vardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de avret yerleri görülmesin diye elbiselerini elleriyle toplarlardı.” (Buhârî, Salât, 58)

Görüldüğü gibi Ashâb-ı Suffe’nin hiçbiri vücudunu tam olarak örtecek iki parça kumaş bulamıyordu. Fakat buna rağmen onlar, açlık, yoksulluk, harp, musîbet gibi her türlü meşakkate sabırla tahammül göstererek İslâm’ın bugünlere kadar ulaşmasına vesîle olmuşlardır. Biz de onların yolunu tâkip ederek üzerimizdeki mukaddes emâneti gelecek nesillere îtinâ ile devretmeliyiz.

  • Hayırların en hayırlısı

Abdurrahmân bin Avf -radıyallâhu anh- diyor ki:

“İslâm, nefse hoş gelmeyen zor emirler getirmişti. Biz hayırların en hayırlısını, nefislerin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. Meselâ Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Mekke’den çıkıp hicret etmiştik. Nefsimize zor gelen bu hicretimizle bize üstünlük ve zafer bahşolundu (zafer yolları açıldı). Yine Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de:

«(Onların bu hâli) mü’minlerden bir grup kesinlikle istemediği hâlde, Rabbinin Sen’i evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki hâlleri) gibidir. Gerçek ortaya çıktıktan sonra bile sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihâd husûsunda) Sen’inle tartışıyorlardı.» (el-Enfâl, 5-6) buyurarak târif ettiği hâl üzere, Allah Rasûlü’nün maiyyetinde Bedir’e çıkmıştık. Allah Teâlâ burada da bizler için üstünlük ve zafer lûtfetmişti.

Velhâsıl biz, en büyük hayırlara hep böyle nefsimize zor gelen emirler sâyesinde ulaşmıştık.” (Heysemî, VII, 26-27)

  • Zorluklara sabır ve tahammül göstermenin fazîleti

Muhammed İkbâl’e âit şu temsîlî sözler de, zorluklara sabır ve tahammül göstermenin fazîletini ifâde etmektedir:

“Bir ceylan, diğer bir ceylana dert yanıyordu:

«–Bundan sonra Kâbe’de, Harem’de yaşayacağım. Orada yatar-kalkar, orada otlarım. Zîrâ ovalarda avcılar pusu kurmuşlar, gece gündüz biz âhûların izinde dolaşıyorlar. Artık avcı derdinden selâmete ermek istiyorum. Gönlüm biraz da huzûra kavuşsun!..»

Bunları dinleyen diğer ceylan ise:

«–Ey akıllı dostum! Yaşamak istiyorsan tehlike içinde yaşa. Kendini dâimâ bileği taşına vur; cevheri temiz olan kılıçtan daha keskin yaşa! Tehlike; gücü, kudreti imtihân eder. Cisim ve canın nelere kâdir olduğunu bize o bildirir.» cevâbını verdi.”

  • Sabır ziyadır

Sözün özü, sabır insanın derûnundaki kıymetli bir hazinedir. Belâ ve musîbetler karşısında en sağlam kalkandır. Allah Teâlâ’nın râzı olduğu ve büyük mükâfatlar vaad ettiği ulvî bir haslettir. Allah Rasûlü’nün ifâdesiyle:

“Sabır ziyâdır.” (Müslim, Tahâret, 1) Nihâyetinde insanın dünyâ ve ukbâsını aydınlatır.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, İstanbul 1971, I, 546. [2] Dârekutnî, Sünen, Beyrut 1986, III, 44-45. [3] Peygamber Efendimiz bu sözüyle: “Sabah akşam Rab’lerine, O’nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sabret. Dünyâ hayâtının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini Bizi anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!” (el-Kehf, 28) âyetine telmihte bulunmaktadır. Burada Allah Teâlâ, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, İslâm’a ilk giren fakir ve düşkünlerle birlikte, başlarına gelebilecek sıkıntılara sabretmesini ve onlara karşı muâmelelerinde oldukça hassas davranmasını emretmiştir.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDAN SABIR ÖRNEKLERİ

Peygamberimizin Hayatından Sabır Örnekleri

EN GÜZEL SABIR ÖRNEKLERİ

En Güzel Sabır Örnekleri

SABIR İLE İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

Sabır İle İlgili Ayetler ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.