Peygamberimizin Okumayı Tavsiye Ettiği Sûre ve Âyetler

Peygamber (s.a.v.) Efendimizin okumayı tavsiye ettiği sûre ve âyetler var mıdır? Belirli bazı sûre ve âyetleri okumaya teşvik eden hadis-i şerifler.

Belirli bazı sûre ve ayetleri okumaya teşvik eden hadis-i şerifler.

KUR’AN’DAKİ EN FAZİLETLİ SURE VE AYETLER

Kur’an’daki En Büyük Sûre

Ebû Saîd Râfi İbni Muallâ radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

– ”Mescidden çıkmazdan önce sana Kur’an’daki en büyük sûreyi öğreteyim mi?” buyurdu ve elimi tuttu. Çıkmak istediğimizde ben:

–Yâ Resûlallah! Bana Kur’an’daki en büyük sûreyi sana öğreteyim mi demiştiniz? dedim. Bunun üzerine:

– ”Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’dir. O seb’ul-mesânîdir; bana verilen Kur’ân-ı Azîmdir” buyurdular. (Buhârî, Tefsîr 1; Fezâilü’l-Kur’ân 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 15; Nesâî, İftitâh 26; İbni Mâce, Edeb 52)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Hadisin, Sahîh-i Buhârî’deki nakline göre, Ebû Saîd mescidde namaz kılarken Resûl-i Ekrem Efendimiz kendisini çağırmıştı. O, namazda olduğu için bu çağrıya anında icâbet edemedi. Namazını bitirdikten sonra gelip “Namaz kılıyordum”  diye mazeret beyan etti. Bunun üzerine Peygamberimiz:

“Allah Teâlâ, ‘Allah ve Resulü sizi çağırdıkları zaman hemen icâbet edin’ (Enfâl sûresi, 24) buyurmuyor mu?” diyerek onun bu hareketinin doğru olmadığına dikkat çekti ve sonra da aralarında hadiste geçen konuşma cereyan etti.

İslâm âlimleri, Hz.Peygamber’in emrine uymanın farziyeti hususunda görüş birliği içindedirler. Çünkü bu konudaki âyetleri başka türlü yorumlama imkânı olmadığı gibi, aksine delâlet eden herhangi bir nas da yoktur. Bu sebeple, namaz kılmakta olan bir kimsenin peygamberin emrine uyarak ona anında icâbet etmesi gerekir. Bu icâbetin namazı bozmayacağı kanaatinde olan pek çok âlim vardır; onlara göre kılınan sünnet namaz da emre icâbetten ibarettir. Namazı bozacağı kanaatinde olanlara göre ise, öncelikle peygamberin emrine icâbet etmek, sonra da o namazı tekrar aynı şekilde kılmak gerekir.

Elhamdülillâh’dan maksat, herkesin bildiği gibi Fâtiha sûresidir. Bu sûre, Kur’an’ın en faziletli, okunması karşılığında sevabı en çok, itibarı en yüksek  olan ve muhteva itibariyle de bütün Kur’an’ı kapsayıcı bir niteliği bulunan yegâne sûredir. Bu sebeple de “Ümmü’l-Kur’ân” veya “Ümmü’l-Kitâb” diye adlandırılır. Fakat Kur’an’a onunla başlanıldığı için, Kitab’ın başı anlamında Fâtihatü’l-Kitâb adıyla da anılır. Sûrenin bilinen isimlerinden biri de el-Hamd’dir ki, Sûretü’l-hamd’in kısaltılmışıdır. Bunlar dışında bu sûreye es-Sebu’l-mesânî, el-Vâfiyye, el-Kâfiyye ve daha başka isimler verildiğini görürüz. Fâtiha sûresinin büyüklüğü ve fazîletiyle ilgili birçok sahih hadis vardır. Bakara sûresinin sûrelerin en büyüğü olduğunu ifade eden hadis, bu rivayetlerle bir çelişki teşkil etmez. Çünkü orada kastedilen, Bakara sûresinin içindeki hükümler, misâller, ibretler ve delillerdir. Bu anlamda Bakara sûresinin içine aldığı hükümleri şâmil bir başka sûre yoktur. Bundan dolayı da  Bakara sûresi “Füstâtü’l-Kur’ân: Kur’an’ın çadırı” diye adlandırılır. Hatta içindeki fıkhî ahkâmın çokluğu ve kıymeti sebebiyle, Hz.Ömer’in sekiz sene onu öğrenmekle meşgul olduğu nakledilir. Oğlu Abdullah için de böyle bir rivayet vardır.

“es-Seb‘u’l-mesânî” Fâtiha sûresine verilen adlardan bir diğeridir demiştik. Böyle adlandırılışının sebebi, namazın her rekatında tekrar edildiği ve yedi âyetten müteşekkil olduğu içindir. Ayrıca hem Mekke hem Medine’de olmak üzere iki defa nâzil olması, hem Allah’a övgüyü hem duayı ihtiva etmesi, hem fesahat hem belâgatı içinde toplaması, bu ümmetten önce başka ümmetlere nâzil olmaması  ve bunlar dışında sayılan bazı sebeplerle bu ismi aldığı da söylenir. Hadis kitaplarımızın tefsir ve Kur’an’ın fazîletleriyle iligili bölümlerinde, özellikle rivâyet tefsiri vasfı taşıyan eserlerde sûrenin faziletleriyle ilgili hadislere yer verildiğini görürüz. Fâtiha sûresinin Kur’ân-ı Azîm diye adlandırılmasının sebebi de yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Kur’an’ın özü ve ruhu mahiyetinde olduğu içindir. Hasan-ı Basrî, Allah Teâlâ’nın daha önceki ilâhî kitapların bilgisini Kur’an’a tevdi ettiğini, Kur’an’ın bilgisinin özünü ve ruhunu da Fâtiha sûresinin teşkil ettiğini söyler. Bu yüzden Fâtiha sûresinin tefsirini tam olarak bilip kavramanın, Kur’an’ın tefsirini bilip kavramak anlamına geleceğini ifade eder. Belki bu sebepten dolayı, bütün müfessirler, özellikle rivayet ve dirayeti bir arada bulunduran tefsir sahipleri, Fâtiha sûresinin tefsiri üzerinde etraflıca dururlar. Müstakil Fâtiha sûresi tefsirleri de yazılagelmiştir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Allah’ın kitabı Kur’an’ın içindeki en büyük sûre, Fâtiha sûresidir.

2. Fâtiha sûresi, Kur’an’ın itikadî, amelî ve ahlâkî ahkâmının özüdür.

3. Fâtiha sûresinde tevhid inancı, sadece Allah’a ibadet, Allah’ın va’di ve vaîdi, geçmiş ümmetlerden gazaba uğrayanlar ve sapıklığa düşenlerin kıssalarının özü yer alır.

4. Fâtiha sûresi, Peygamberimiz tarafından es-Seb‘u’l-mesânî ve el-Kur’ânü’l-Azîm diye de adlandırılmıştır.

5. Fâtiha sûresini okumanın ecri ve sevabı çok büyüktür.

6. Kur’an’ın bazı sûreleri, diğer bazılarından daha faziletli olabilir.

Kur’an’ın Üçte Birine Denk Olan Sûre

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kul hüvallahü ahad” sûresi hakkında şöyle buyurdu:

“Canımı gücü ve kuvvetiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bu sûre Kur’an’ın üçte birine denktir.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 18; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 11)

Bir başka rivayete göre:  Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz bir gecede Kur’an’ın üçte birini okumaktan âciz mi kalıyor?” Bu onlara gerçekten zor geldi ve:

–Buna hangimizin gücü yeter ki, yâ Resûlallah! dediler. Bunun üzerine Efendimiz:

“Kul hüvellahü ahad Allahü’s-samed, Kur’an’ın üçte biridir” buyurdular. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 13. Ayrıca bk. Müslim, Müsâfirîn 259; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 11)

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, bir adam başka bir adamın “Kul hüvellahü ahad”’ı tekrar tekrar okuduğunu duydu. Sabah olunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip bu durumu anlattı. Adamın kendisi bunu azımsıyordu. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Canımı gücü ve kudretiyle elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, o sûre Kur’an’ın üçte birine denktir” buyurdu. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 13)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kul hüvellahü ahad” sûresi hakkında:

“Şüphesiz ki o sûre Kur’an’ın üçte birine denktir” buyurdu. (Müslim, Müsâfirîn 261)

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, bir adam:

–Ben şu “kul hüvellahü ahad” sûresini seviyorum, dedi. Peygamberimiz:

“Şüphesiz ki onun sevgisi seni cennete sokar” buyurdular. (Buhârî, Ezân 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilu’l-Kur’ân 11)

Hadisleri Nasıl Anlamalıyız?

Görüldüğü gibi, İhlâs sûresiyle ilgili bu rivayetlerin her biri muhteva itibariyle aynıdır. Sadece muhteva değil, hadisler arasındaki lafızlar bile müştereklik arzetmektedir. Bu sebeple hepsini birlikte ele almamızın daha isabetli olacağını düşündük.

İhlâs sûresinin de Fâtiha gibi birden çok adı bulunmaktadır. İhlâs’dan sonra en yaygın olan adı “Kul hüvellahü ahad”’dır. Fakat bu sûreye “Tevhîd sûresi”“Ma’rifet sûresi”“Tefrîd sûresi”, “Tecrîd sûresi”“Necât sûresi” adları başta olmak üzere, Kur’an tefsirlerinde sayılan daha başka birçok isim verildiğini görürüz. Bu sûre, müşriklerin Peygamber Efendimiz’e: “Bize Rabbinin nesebini söyle!” demeleri üzerine nâzil olmuştu (Tirmizî, Tefsîru sûre (112), 1) Bu sebeple“Nisbe sûresi” de denilmiştir. Allah Teâlâ’nın nesep, soy sop gibi şeylerden münezzeh olduğu, sûrede açıkça belirtilmiştir. Fakat bu kadar değil, İhlâs sûresi dinin temeli olan tevhid inancını en mükemmel şekilde ve en kısa tarzda dile getirmiştir. Bu sebeple “Esâs sûresi” diye de anılır. Bu sûrenin muhtevâsı tam kavranılırsa, Allah Taâlâ hakkıyla tanınmış olur. Çünkü ahad, samed, lem yelid, ve lem yûled, ve lem yekün lehu küfüven ahad nitelemelerinin her biri Cenâb-ı Hakk’ın yüce cemâlinin eşsiz vasıflarıdır. Bu sebeple de sûreye “Cemâl sûresi” denilmiştir. Bu sûre ile Allah’a sığınılacağı (teavvüz), kabir sıkıntılarına bu sûrenin mani olacağı, sürekli okuyup mâna ve mahiyetine  gönülden inanmak ve tefekkür etmek suretiyle insanı şirkten uzak kılacağı, daima tevhidi hatırlattığı için gerçek bir zikir olduğu gibi diğer özellikleri bu metni kısa sûreyi çok önemli kılmaktadır. Onun bu önemini Peygamberimiz’den sûre ile ilgili olarak rivayet edilen pek çok sahih hadis de ortaya koymaktadır.

İhlâs sûresini okumanın Kur’an’ın üçte birine denk olduğuna dair hadisler, bir çok sahâbîden rivayet edilmiştir. Onlar arasında Übey İbni Kâ’b, Ömer İbni Hattâb, Ebû Eyyûb el-Ensârî ve Ebû Mes’ûd el-Ensârî  gibi meşhur isimlerin bulunduğunu görmekteyiz. Hadis şârihleri ve müfessirler bu hadisleri yorumlarken çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kısım âlimlere göre, burada kastedilen denklik sevabı itibariyle değil, anlamı itibariyle üçte birine denk olmasıdır. Çünkü Kur’an’ın anlamları genel olarak üç ilme temel teşkil eder: Bunlardan birincisi tevhid ilmidir. Diğer ikisi ise şeriat ilmi ile ahlâk ilmidir. Bu sûre şeriat ve ahlâk ilminin de temeli olan tevhid ilmini en veciz ve en güzel şekilde ifade etmektedir. İmam Gazzâlî’ye göre Kur’an’daki bilgilerin temeli üç çeşit ilmi kapsar:

1. Mebde, yani varlığın başlangıcıyla ilgili ilimler;

2. Meâd, yani varlığın sonu hakkındaki ilimler;

3. Sırât-ı müstakîm, yani dosdoğru olan yolun ilmidir.

Bu sûre mebde ilminin temelini teşkil ettiği için Kur’an’ın üçte birine denk olur.

Bir kısım âlimlere göre ise İhlâs sûresi sevap bakımından da Kur’an’ın üçte birine eşittir. Çünkü hadislerin zâhirinden anlaşılan mâna budur. Fakat Peygamber Efendimiz’in Kur’an’ın her harfine on sevap verileceğine dair bu konunun başında açıkladığımız hadislerine bakarak bu görüşe itiraz edenler olmuştur. Bu itirazlara birtakım aklî ve naklî yorumlarla cevaplar verilmişse de bizim bu tafsilâtı tefsirlere bırakmamız daha doğru olur. Bu konuda İbni Abdülber şöyle der: “Biz, Hz. Peygamber’den sahih olarak nakledildiği sabit olan rivayetlerle amel eder, ona asla muhalefet etmeyiz. Peygamberimiz’in söylediği sözlerden mânasını kavrayamadıklarımıza da öylece inanır ve Resûlullah’ın söylediği sözlerin bilgisine sahip olduğunu kabul ederiz. İhlâs sûresinin neden Kur’an’ın üçte birine denk olduğu konusunu da bilmiyor, fakat Resûl-i Ekrem’in bu konudaki sözlerine inanıyoruz”. Buhârî’nin hocası meşhur muhaddis İshak İbni Râhûye: “Bu hadisin anlamı, üç İhlâs okuyan kimse bütün Kur’an’ı okuyan kadar sevap kazanır demek değildir. Hatta iki yüz defadan fazla okusa bile bunu demeyiz”  demektedir. Şunu kabul etmek gerekir ki, “Kim bir iyilik yaparsa ona on katıyla sevap vardır” (En’âm sûresi, 160) vaadiyle bir harfe on sevap veren Allah, dilerse İhlas sûresine diğerlerinin tamamına veya üçte birine denk bir sevap verebilir. Buna mânî bir durum ve aksini ispata yarayacak şer’î  bir delil yoktur. Tam aksine “Allah dilediğini yapar” (İbrahim sûresi, 27) ve “Dilediği gibi hüküm verir” (Mâide sûresi,1) gibi Kur’an âyetlerinden başka sebep aramak da doğru olmaz.

İmam Nevevî’nin Buhârî’den tahric ettiği ve Tirmizî’nin de aynısını rivayet ettiği, Peygamberimiz’in İhlâs sûresini seven kişiye, bu sevginin kendisini cennete götüreceğini haber  verdiği hadis, uzun bir metnin en son cümlesidir. Buhârî bu hadisi muallak olarak, yani senedini zikretmeksizin nakletmiştir. Buna göre, Kubâ Mescidi’nde cemaate namaz kıldıran ensara mensup bir sahâbî, kıldırdığı her namazın her rek‘atında “Kul hüvellâhü ahad” sûresini okuyor, sonra bir başka sûreyi ona ekliyordu. Cemaat kendisine itiraz ettiyse de buna devam etti ve dilerlerse bir başkasını kendilerine imam edinmelerini söyledi. Fakat onlar cemaatin en faziletlisi olarak o sahâbîyi gördükleri için bir başkasının namaz kıldırmasını da istemiyorlardı. Peygamber Efendimiz bir gün onların yanına gelmişti. Bu durumu kendilerine haber verdiler. Resûl-i Ekrem o sahâbîye:

– “Arkadaşlarının arzu ettiği şeyden seni alıkoyan ve her rek‘atta bu sûreyi okumaya sevkeden sebep nedir?”  diye sordu. O sahâbî:

–Yâ Resûlallah! Ben İhlâs sûresini çok seviyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:

– “Şüphesiz ki onun sevgisi seni cennete sokar”  buyurdular.

Böylece Efendimiz onu takdir etti ve bu davranışından vazgeçmesini de söylemedi. Hadisin başka kaynaklardaki rivayetlerinde bu kişinin Külsûm İbni Hidm adındaki sahâbî olduğu tasrih edilmiştir. Fakat bu, herkesin yapması gereken veya her zaman yapılması gereken bir sünnet olmadığı gibi, hangi sûre olursa olsun, sürekli onu okumak, sanki başka şey okunmazmış gibi bir kanaate sahip olmak veya bu kanaate sahip olunmasına vesile teşkil etmek hoş karşılanmamıştır. Ne var ki, namaz dışında ve kişinin kendine ait bir vird olmak üzere dilediği sûre ve âyetleri ezberlemesi, okuması ve bunu sıkça tekrar etmesinde hiçbir sakınca yoktur. Bizim toplumumuzda özellikle Fâtiha ve İhlâs sûrelerinin birçok vesileyle namaz dışında yaygın olarak okunması bu teşvik unsuru hadislere bağlanabilir. Böyle davranmakta da hiçbir sakınca söz konusu değildir.

Hadislerden Öğrendiklerimiz

1. İhlâs sûresi, metni kısa fakat muhtevası yoğun sûrelerdendir.

2. İhlâs sûresinin birçok ismi olup “Kul hüvellahü ahad” bu isimlerden biridir. 

3. İhlâs sûresi Kur’an’ın üçte birine denktir. Bu denklik, ihtivâ ettiği ilim ve mâna derinliği ile ilgili olabileceği gibi, sevabıyla da ilgili olabilir.

4. Kur’an’ın ihtiva ettiği bilgiler temelde üç kısma ayrılır: Tevhid, teşrî‘ ve ahlâk. İhlâs sûresi tevhidin temelini teşkil eder. Fakat teşrî‘ ve ahlâk da tevhide bağlıdır.

5. Peygamber Efendimiz, İhlâs sûresinin faziletleriyle ilgili pek çok sahih hadis irad buyurmuşlardır. Bunlar bize onun kıymeti hakkında yol gösterir.

6. İhlâs sûresini sevmek, onun muhtevasını sevip ona uymak anlamına geldiği için, böyle olanlar cennete girmeyi hak ederler.

Cinlerden ve Göz Değmesinden Korunmak İçin Okunacak Sûreler

Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bu gece indirilen âyetleri görmedin mi? Onların benzerleri asla görülmemiştir: Kul eûzü birabbi’l-felak ve kul eûzü birabbi’n-nâs.” (Müslim, Müsâfirîn 264. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 12)

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh  şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cinlerden ve göz değmesinden Allah’a sığınırdı. Nihayet Muavvizeteyn (Kul eûzü birabbi’l-felak ve kul eûzü birabbi’n-nâs) nâzil oldu. Ondan sonra Muavvizeteyn ile Allah’a sığınmaya başladı ve diğer duaları bıraktı. (Tirmizî, Tıb 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Tıb 33)

Hadisleri Nasıl Anlamalıyız?

Felak ve Nâs sûreleri “sığınırım de” emriyle başladıkları için, ikisine birden iki sığındırıcı anlamında “Muavvizeteyn” adı verilir. Bu ikisine İhlâs sûresi de dahil edilerek üçüne birden “Muavvizât” denilmektedir. Hz.Âişe’den rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem bir rahatsızlık hissettiği zaman ve her gece yatağına yatarken bu üç sûreyi okuyup avuçlarına üfleyerek, başına ve yüzünden başlamak üzere bütün vücuduna mesheder ve bunu üç defa tekrar ederlerdi. (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 14; Müslim, Selâm 51; Ebû Dâvûd, Tıb 19)

Felak ve Nâs sûreleri, meşhur olan görüşe göre Medine’de nâzil oldu. Nâzil oluş sebebi, yahudi Lebîd İbni A‘sam’ın sihir kıssasıyla ilgilidir. Rivayete göre bu yahudi Hz. Peygamber’e sihir yapmış, Resûl-i Ekrem o yüzden birkaç gün rahatsız olmuştu. Cebrâil aleyhisselâm Peygamberimiz’e gelerek, kendisine yahudilerden bir adamın sihir yaptığını, sihrin yerini, yapanı ve ne ile yaptığını  haber vermiş ve bu vesileyle de bu iki sûreyi getirmişti. Resûl-i Ekrem bu iki sûreden her bir âyeti okudukça sihir yapılan ipin bir düğümü çözülmüş, sûreler bitince son düğüm de çözülmek suretiyle hem rahatsızlığından kurtulmuş, hem de ayağa kalkmıştı. Nakledilen bu nüzûl sebebini kabul etmeyen müfessirler de vardır. Tefsir kitaplarında bu konunun enine boyuna münakaşası yapılmıştır. Biz onlar üzerinde duracak değiliz. Şu kadarını ifade edelim ki, bu rivayetler Hz.Peygamber’in sihire mağlup olduğu gibi bir anlama gelmez. Tam aksine mûcize ile ona üstün geldiğini gösterir. Peygamber Efendimiz’in bu iki sûrenin inmesinden önce de, cinlerin ve kötü gözlü insanların şerlerinden Allah’a sığındığı, belki bunun için bazı âyetleri ve duaları okuduğu bilinmektedir. Fakat bu sûrelerin nüzûlünden sonra artık başka şeyler okumadığı anlaşılmaktadır. İşte Ukbe’ye veya bütün sahâbeye şimdiye kadar benzeri olmayan âyetler indiğini söylemesinin sebebi bu hadise olabilir. Peygamber Efendimiz’den ümmete intikal eden bir fiilî sünnet olarak, kötü gözlerden, birtakım şerli insanların şerrinden ve cinlerin tasallutundan korunmak için bu sûrelerin okunması bütün müslümanlar arasında yaygınlık kazanmıştır. Müslümanların bu uygulamaları Kur’an’ın: “Biz Kur’an’dan, mü’minlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz (İsrâ sûresi, 82) âyetine uygun bir davranıştır.

Hadislerden Öğrendiklerimiz

1. Felak ve Nâs sûreleri Kur’an’ın faziletli sûrelerinden ikisidir.

2. Bu iki sûre, insanların ve cinlerin şerrinden Allah’a sığınmayı konu edindiği için iki sığındırıcı anlamında Muavvizeteyn diye adlandırılmıştır.

3. Göz değmesi hak olup, Resûl-i Ekrem Efendimiz bundan Allah’a sığınmıştır.

4. Cinlerin eziyetinden, kindar ve hasetçi kimselerin çok zararlı olan gözlerinin şerrinden kurtulmak için duaya sımsıkı sarılmak gerekir; Muavvizeteyn sûreleri bunun bir vesilesidir.

Okuyana Şefaat Edecek Sûre

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kur’an’da otuz ayetten ibaret bir sûre bir adama şefaat etti; neticede o kişi bağışlandı. O sûre: Tebârekellezî biyedihi’l-mülk’dür.” (Ebû Dâvud, Salât 327; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 9. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 52)

Açıklamalar

Tebâreke sûresi, Kur’an’ın 67’nci sûresi olup 30 âyetten ibarettir. Bu sûre Mülk sûresi diye  anılır ve Kur’an’daki adı böyledir. Ancak ona Mânia, Münciye, Vâkiye gibi isimler de verilmiştir. Bu sûre Mekke’de nâzil olmuştur. Mülk sûresinin fazileti hakkında çeşitli hadisler vardır. Onlardan birinde bildirildiğine göre, Peygamber Efendimiz, Secde ve Mülk sûrelerini her gece yatmadan önce okurlardı (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 9). Bunu mukîm iken de, yolculukta olduğu sıralarda da bırakmadıkları nakledilir. Resûlullah’ın bu sünnetinden hareketle müslümanlar da hem bu sûrenin hem de sünnete uymanın bereketini umarak her gece Mülk sûresini okumayı güzel bir âdet  edinmişlerdir. Bunun mendup sayılan davranışlardan biri olduğu kabul edilir.

Bu sûrenin bir adama şefaat etmesi ve bu vesileyle onun mağfirete nâil olup bağışlanması, onu sürekli okuması ve kadrini kıymetini bilmesi sebebiyledir. Bu şekilde davrananları Cenâb-ı Hak kabir azâbından koruyacak veya kıyamet gününde kendilerini bağışlayıp affedecektir. Hattâ sûreye “Mânia” ve “Münciye” adlarının verilmesinin sebebi, onun mâna ve mâhiyetini kavrayarak ve inanarak okuyanın kabir azâbı görmesine engel olacağı ve kurtuluşuna da vesile teşkil edeceği içindir. Sûreye bu iki ismi bizzat Efendimiz vermişlerdir. (Bk. Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 9) Peygamberimiz’in bu hadisleri  Tebâreke sûresinin sürekli okunmasına teşvik mahiyetinde kabul edilmelidir.

Hadisten öğrendiklerimiz

1. Tebâreke sûresi, Kur’an’ın özellikli ve faziletli sûrelerindendir.

2. Tebâreke sûresinin ezberlenmesi ve her gece yatmadan önce sürekli okunması Peygamberimiz’in sünnetlerindendir.

3. Tebâreke sûresini sürekli okumak, onun şefaatine nâil olmanın ve bağışlanmanın vesilesidir.

4. Bu şefaat, kabir azâbından korunmak olabileceği gibi, kıyamet gününde bağışlanmak da olabilir.

Bakara Suresinin Son İki Ayetinin Fazileti

Ebû Mes’ûd el-Bedrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bakara sûresinin sonundan iki âyeti geceleyin okuyan kimseye bunlar yeter.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 10, 27, 34; Müslim, Müsâfirîn 255. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Ramazan 9; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 4; İbni Mâce, İkâmet 183)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Bakara sûresinin sonundaki iki âyet, her Müslümanın ezberleyip her gece okumaya özen gösterdiği “Âmenerrasûlü”dür. Bu âyetler nâzil olduktan sonra Peygamber Efendimiz’in onları ilk olarak okuduğu esnada, her dua kelimesinden sonra Cenâb-ı Hakk’ın “duânı kabul ettim” buyurduğu nakledilir. (Müslim, Îmân 199-200) Ebû Zer’den nakledilen bir hadise göre de Peygamberimiz: “Allah Teâlâ Bakara sûresini iki âyetle sona erdirmiştir ki, bunları bana arşın altındaki bir hazineden vermiştir. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, çocuklarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salâttır, hem duadır, hem Kur’an’dır” buyurmuşlardır. (Dârimî, Fezâilü’l-Kur’an 14; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 147, 151; V, 180) Özellikle ülkemizde cemaatle kılınan yatsı namazlarından sonra bütün camilerde Âmenerrasûlü okunması, neredeyse vazgeçilmez bir âdet olmuştur. Ferdî olarak da hemen her Müslüman bu iki âyeti her gece okur. Bu iki âyetten birincisi imanın temel esaslarını, ikincisi ise yedi ayrı dua cümlesini ihtivâ eder. Hz.Ömer ve Hz.Ali’nin: Akıllı bir adam görmedik ki, Bakara sûresinin sonundaki iki âyeti okumadan uyusun” (Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân 14) dedikleri nakledilir.

Âmenerrasûlü’nün o gece okuyana yetmesi ifadesini, gece namazının yerini tutar veya Kur’an okumanın yerini tutar tarzında anlayanlar olmuştur. Bir kısım âlimler de, bu iki âyet, okuyanı şeytanın ve diğer şerlilerin kötülüklerinden korur şeklinde anlamışlardır. Müfessirler özellikle Âmenerrasûlü’nün mâna ve mahiyeti üzerinde etraflıca bilgiler vermişler, önemini açıklamaya özen göstermişlerdir. Çünkü bu âyetler dünya ve âhiret hayırlarını, en güzel ve en kapsamlı duaları ihtiva etmektedir. Hayrı ve şerri bilip tanımak bir Müslümanın en önemli görevidir. Duanın hayatımızda ne kadar büyük önemi olduğu, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’an’da bize öğrettiği dua âyetlerinin çokluğundan ve Resûl-i Ekrem Efendimiz’in sürekli yaptığı, ümmetine de tavsiye ettiği me’sûr dualardan anlaşılır. Dua ve niyazı olmayan bir müslüman düşünülemez. Bakara sûresinin bu son iki âyetini daha bir şuurla okumak, onlardan daha çok istifade etmek için bu âyetler hakkında Kur’an tefsirlerinden bilgi edinmek gerekir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Bakara sûresinin son iki âyeti olan Âmenerrasûlü’yü her gece okumak, Efendimiz’in sünneti olup, bizim de bu sünnete uymamız en büyük fazilet sayılır.

2. Bakara sûresinin son iki âyetini okuyan kimse bu sayede dünya ve âhiret saadetine nâil olur, bu iki âyet o kimseyi kötülüklerin her çeşidinden korur.

3. Bu âyetler imanın tecdidine ve dolayısıyla her gece yeniden manevî bir güç kazanmaya vesile olur.

4. Âmenerrasûlü, dua olarak kişinin dünya ve âhiret hayırlarının hepsini her gün Allah Taâlâ’dan bir kere daha temennî etmesi anlamına gelir

Şeytanı Evden Kaçıran Sûre!

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar.” (Müslim, Müsâfirîn 212. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 2)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Kabirler, içinde insan olduğu halde, dıştan bakanlar için hiçbir hayat eseri görülmeyen mekânlardır. Çünkü oradaki insanlar ölüdürler. Peygamberimiz, içinde Kur’an okunmayan, namaz kılınmayan, Allah’ın adı anılmayan evleri, içinde canlılık eseri görülmeyen kabirlere benzetmiştir.  Müslümanları, evlerini bu hale çevirmemeleri konusunda uyarmıştır. Şayet bir ev bu halde ise,  o ev kabir, onun içinde yaşayanlar da diri değil ölü hükmünde olurlar. Resûl-i Ekrem Efendimiz, sahâbeye evlerinde Kur’an okumalarını ve farzlar dışındaki sünnet namazları, nâfileleri evlerinde kılmayı tavsiye etmiştir. “Farz namazlar dışında, kişinin kıldığı namazların en faziletlisi, evinde kıldığı namazdır”  (Müslim, Müsâfirîn 213) hadisi, evlerimizi ibadetten mahrum etmemek gerektiğini gösterir. Nitekim Peygamberimiz, evi mescide bitişik olduğu halde nâfile namazları evinde kılmışlardır. Ancak bu sözlerden cami ve mescidlerde sünnet ve nâfile namaz kılmanın caiz olmadığı veya hoş karşılanmadığı gibi bir kanaate ulaşmak doğru olmaz. Çünkü Peygamberimiz’in zamanında da mescidde bazı nâfile namazların kılındığını görmekteyiz. Hatta Kâdî İyâz, selef âlimlerinden bir kısmının bütün nâfile namazların mescidde kılınmasının daha faziletli sayıldığı kanaatinde olduklarını söyler. İmam Mâlik ve Süfyân es-Sevrî’nin de aralarında bulunduğu bir kısım âlimin ise gündüz nâfilelerinin mescidde kılınmasına taraftar olduklarını belirtir. Bu konuda ilgili bahislerde bilgi verilmiştir; burada o münakaşaya girmeyeceğiz.

Bakara sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in metin ve âyet sayısı bakımından en uzun sûresidir. Bunun yanında içinde bulunan ahkâmın, darbı mesellerin, hüccetlerin, Allah’ın varlığıyla ilgili kesin delillerin, dinin uyulması gereken temel esaslarının, kıssa ve mevızaların, garip olayların ve akıllara durgunluk veren mûcizelerin çokluğu, içinde Allah’ın isimlerinin en fazla geçtiği sûre olması açısından da özellikli bir yere sahiptir. Bütün bunların bulunduğu bir sûreyi okuyan ve mahiyetini kavrayıp hayatına uygulayan bir kimseyi şeytanın aldatması, saptırması mümkün olmaz. Bu sebeple bu sûreyi okuyan kimseden ve okunduğu mahalden şeytanın kaçıp uzaklaşması tabiidir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Müslümanlar, içinde Kur’an okumak, namaz kılmak, dua etmek ve Allah’ı zikretmek suretiyle evlerini canlı kılmalı, ölüler yurdu olan kabre çevirmekten sakınmalıdırlar.

2. Nâfile ibadetleri evde yapmak daha faziletlidir.

3. Bakara sûresini okumak, mahiyetini kavrayıp üzerinde düşünmek, ahkâmını uygulamak faziletli amellerden biridir.

4. Bakara sûresini yukarıda sayılan özelliklere dikkat ederek okuyan kimsenin yanından şeytan uzaklaşır.

Kur’an’da En Büyük Âyet

Übey İbni Kâ’b radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ey Ebü’l-Münzir! Allah’ın kitabından ezberinde bulunan âyetlerden hangisinin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben:

–Allâhü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyu’l-kayyûm, dedim. Bu cevabım üzerine elini göğsüme vurdu ve:

 “İlim sana mübarek olsun, ey Ebü’l-Münzir” buyurdu. (Müslim, Müsâfirîn 258)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Übey İbni Kâ’b, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in zaman-ı saâdetlerinde Kur’ân-ı Kerîm’i baştan sona kadar ezberleyen sahâbîlerden biridir. Ebü’l-Münzir onun künyesidir. Hayat hikâyesini anlatırken bunlardan bahsetmiştik. Burada dikkatimizi çekmesi gereken husus, Peygamberimiz’in, Übey İbni Kâ’b’ın tamamını ezberlediği Kur’an’ın bilgisine de sahip olmasını takdir buyurmalarıdır. Çünkü Übeyy’in cevabını bu bilgiye sahip olduğunu anlatmaya yeterli bulmuş ve “İlim sana mübârek olsun”  buyurmuşlardır. Bu bizim için örnek alınacak bir noktadır. Nice Kur’an okuyan kimse vardır ki, onun bilgisinden ve ilminden mahrumdur. Kur’an’ı inanarak ve ecrini Allah’tan umarak sadece ezberleyip okumak da asla küçümsenemeyecek bir fazilettir. Ancak onun ilmine vâkıf olmanın, bununla birlikte gereğini yapıp yaşamanın daha büyük bir fazilet olduğu da açıktır.

Burada büyüklüğünden söz edilen âyet, Bakara sûresindeki “Âyetü’l-kürsî” diye anılan 255’nci âyettir. Bu âyetin büyüklüğü sebebiyle Bakara sûresine, “Sûretü’l-kürsî” de denilir. Bu âyet, ilâhî saltanatın ve hükümdarlığın gayet açık ve özet bir anlatımıdır. Allah Teâlâ’nın zâtını ve sıfatını eksiksiz tarif etmektedir. Göklerin, yerlerin ve çevrelerinin yaratılması, ayakta durması, düzeni, miktar ve genişliğinin korunması, hayat sırrı, ilim sırrı, hâkimiyet sırrı gibi maddî ve mânevî kuvvetlerini bu âyet son derece açık bir şekilde ispat etmektedir. Bütün bunlar ilâhiyat meselelerinin ana unsurunu teşkil ettiği gibi, Allah’ın kürsüsü kavramıyla da  kapsayıcılığının genişliğini ortaya koymaktadır. Bu açıdan, konusu ve kapsamı ile uygunluk açısından, Âyetü’l-kürsî’nin Kur’an âyetleri arasında büyük bir kıymeti ve üstün bir fazileti vardır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz: “Kur’an’da en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir. Bu âyeti kim okursa, Allah o kimseye ânında bir melek gönderir, o melek o kişinin ertesi güne kadar iyiliklerini yazar, günahlarını  siler. Bu âyet bir evde okunduğunda, şeytanlar o evi otuz gün bırakıp terkeder. Kırk gün müddetle o eve ne bir sihirbaz kadın, ne de bir sihirbaz erkek girer. Ey Ali! Bu âyeti çocuklarına, ailene ve komşularına öğret. Çünkü bundan büyük bir âyet nâzil olmadı” buyurmuştur. (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 142, 178)

Âyetü’l-kürsî’nin faziletleriyle ilgili pek çok sahih rivayet vardır. Bunları Efendimiz’den kendilerine bir emir ve tâlimat kabul eden müslümanlar, her vesileyle gereğini yerine getirmeye büyük bir özen gösterirler. Günde beş vakit kılınan namazların ardından, tesbihattan önce muhakkak Âyetü’l-kürsî’yi okurlar. Çünkü Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Kim farz namazların peşinden Âyetü’l-kürsî’yi okursa, ölümden başka hiçbir şey onu Cennete girmekten engelleyemez. Ölünce de doğru cennete gider.” (Müttekî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, 2534, 2569-70-71) Bir başka hadiste: “Farz namazların peşinden Âyetü’l-kürsî’yi okuyan kimse, diğer namaz vaktine kadar Allah’ın koruması altındadır” buyurulur. (İbni Hacer el-Heysemî, Mecmaü’z-zevâid, II, 148) Sadece namazların arkasından değil yatağa yatıp uyumadan önce de bu âyetin okunması tavsiye buyurulmuştur. Bir müslüman, gücü ve imkânı nisbetinde bu tavsiyelere uyarsa, bu dünyada düzenli bir hayat sürer, âhirette de büyük sevaba ve mânevî derecelere kavuşur. Çünkü bunlar bizim hayatımızı disiplin altına alan ve Allah rızâsına uygun davranışlar ortaya koymamızı sağlayan önemli teşviklerdir. Tabii ki, her zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi Kur’an’ın bir ibadet aşkı ile okunmasının yanında, okunan sûre ve âyetlerin mânalarını kavramaya çalışmak, gerekleriyle amel etmek işin temelini teşkil eder.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Kur’an’ın bazı âyetleri diğerlerinden faziletlidir. Bu ayırım, bazı âyetlerin eksik ve noksan olduğu anlamına gelmez.

2. Âyetü’l-kürsî’nin büyüklüğü, muhtevâsının büyüklüğü ve kapsayıcılığıyla alâkalıdır. Çünkü bu âyet, Allah Teâlâ’nın bütün isim ve sıfatlarının esasını teşkil eder.

3. Übey İbni Kâ’b, sahâbenin önde gelen ilim ehlinden biridir. Onun bu vasıfla anılmasının sebebi Kur’an hâfızı olması ve onun bilgisine sahip bulunmasındandır.

4. Kendini beğenme ve kibir hissine kapılmamasından emin olunan kimseyi yüzüne karşı methetmek câizdir.

5. Kur’an’ın faziletli olarak nitelendirilen sûre ve âyetlerini okumak, okuyana büyük sevap kazandırır.

Şeytandan Korunmak İçin Okunacak Âyet

Ebû Hüreyre radıyallahu anh  şöyle dedi:

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni Ramazan zekâtı olan sadaka-i fıtrı korumakla görevlendirmişti. Bir adam gelip yiyecek şeylerden avuçlamaya başladı. Adamı tuttum ve:

– Vallahi seni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna götüreceğim, dedim. Adam:

– Şüphesiz ben muhtacım, çoluğum çocuğum ve pek çok ihtiyacım var, dedi. Bunun üzerine ben adamı salıverdim. Sabaha çıkınca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

 “Yâ Ebâ Hüreyre! Dün gece tutsağını ne yaptı?” buyurdu. Ben de:

– Yâ Resûlallah! İhtiyaç içinde bulunduğunu ve çoluk çocuğu olduğunu söyledi, ben de acıdım ve salıverdim, dedim. Resûl-i Ekrem:

– “O sana yalan söyledi, tekrar gelecek” buyurdu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözü üzerine tekrar geleceğini anladım ve onu gözetlemeye koyuldum. Adam geldi ve yine yiyecek şeylerden avuçlamaya başladı. Bunun üzerine:

– Seni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna çıkaracağım, dedim. Adam:

– Beni bırak, çünkü ben gerçekten muhtacım. Çoluk çocuğum da var. Bir daha gelmem, dedi. Ben de acıdım ve salıverdim. Sabah olunca yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

– “Yâ Ebâ Hüreyre! Dün gece tutsağın ne yaptı?” diye sordu. Ben de:

– Yâ Resûlallah! Bana yine ihtiyaç içinde bulunduğunu ve çoluk çocuğu olduğunu söyledi, ben de acıdım ve salıverdim, dedim. Peygamberimiz:

– “O kesinlikle sana yalan söyledi, ama tekrar gelecek” buyurdu. Ben de üçüncü defa gelmesini bekledim. Gerçekten geldi ve yine yiyecek şeylerden avuçlamaya başladı. Onu tekrar yakaladım ve:

– Seni mutlaka Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna çıkaracağım; artık bu üçüncü ve son gelişindir. Bir daha gelmeyeceğine söz veriyorsun sonra tekrar geliyorsun, dedim. Bu defa bana:

– Beni bırak!  Allah’ın seni faydalandıracağı bazı kelimeleri ben sana öğreteyim, dedi. Ben:

– O kelimeler nelerdir? dedim. O:

– Yatağına girdiğinde Âyetü’l-kürsî’yi oku. O takdirde, senin yanında Allah tarafından sürekli bir koruyucu bulunur ve sabaha kadar şeytan sana yaklaşamaz, dedi. Bunun üzerine ben onu salıverdim. Sabah olunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

– “Tutsağın dün gece ne yaptı?” diye sordu. Ben de:

–Yâ Resûlallah! Allah’ın beni faydalandıracağı birtakım kelimeleri bana öğreteceğini söyledi, ben de onu salıverdim, dedim. Peygamber Efendimiz:

 “O kelimeler neler?” diye sordu, ben de o kimsenin bana:

–Yatağına girdiğin zaman Âyetü’l-kürsî’yi, “Allahü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyûm” âyetini başından sonuna kadar oku; senin yanında Allah tarafından sürekli bir koruyucu bulunur ve sabaha kadar şeytan sana asla yaklaşamaz, dediğini söyledim. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

 “Bak hele! Kendisi yalancı olduğu halde bu sefer sana doğruyu söylemiş. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun, ey Ebû Hüreyre?” dedi. Ben:

– Hayır, bilmiyorum, dedim. Resûl-i Ekrem:

– “O şeytandır” buyurdular. (Buhârî, Vekâlet 10, Fezâilü’l-Kur’ân 10, Bed’ü’l-halk 11)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Buhârî bu hadisi Sahîh’inin üç ayrı yerinde zikretmiştir. Ancak, buradaki şekliyle sadece Kitâbü’l-Vekâle’de zikretmiş, diğer yerlerde ihtisâr etmiştir. Biz, hadiste dikkat çekilen bazı noktalara işaret etmekle yetineceğiz. Bu hadisten Peygamberimiz zamanında sadaka-i fıtrın bir mekânda toplandığını, sonra ihtiyaç sahiplerine dağıtıldığını anlıyoruz. Hz. Peygamber’in gaybın bilgisine sahip kılındığının hadislerde pek çok misali varsa da, Ebû Hüreyre olup biteni anlatmadığı, Efendimiz de bu olaya bizzat şahit olmadığı halde gelen adamın yaptıklarını ve  daha sonra yapacaklarını haber vermesi bunun bir örneğini teşkil eder. Ebû Hüreyre’nin onu görmesi ve yakalaması, şeytanın değişik şekillere girdiğinin bir delilidir. Ayrıca, Resûl-i Ekrem’e hakkıyla tâbi olmanın bereketi ve kerâmetinin Ebû Hüreyre’de tezâhürünün de açık bir göstergesidir. Sadaka-i fıtır fakir ve muhtaçların hakkı olduğu için, sadaka malından alan kişi kendisini böyle tanıtmıştır.

Beyhakî’nin naklettiğine göre, gece yatağına girdiğinde Âyetü’l-kürsî’yi okuyan kimsenin Allah Taâlâ kendi evini, komşusunun evini ve mahallesini güvenli kılar. (Ali el-Kârî, el-Mirkât, IV, 632)

Ebû Hüreyre, Peygamberimiz’in uyarısı ile gelen kişinin yalan söyleyen biri olduğunu biliyordu. Bu sebeple üçüncü gelişinde mutlaka onu yakalayıp Resûl-i Ekrem’in huzuruna çıkarmak istemişti. Fakat bu defa onun Allah katında makbul ve insan için faydalı sözlerden bahsetmesi Ebû Hüreyre’yi bu kararından vazgeçirdi. Belki de o bu kişinin yaptığına pişman olup tövbe ettiği kanaatine sahip oldu. Bu sebeple de onu salıverdi. Zaten bunun artık bir başka gece gelmesi de mümkün değildi. Çünkü Resûl-i Ekrem’in “Gelen kişi doğru söylemiş” demesi üzerine Ebû Hüreyre bundan böyle her gece yatağına girdiğinde Âyetü’l-kürsî’yi okuyacak, sabaha kadar kendisine şeytan yaklaşamayacaktı. Esasen şeytanın verdiği haberler yalan haberlerdir. Çünkü Efendimiz’in açıkça buyurduğu üzere, şeytanın vasfı yalancılıktır. Fakat yalancı olanın bazı kere doğru söylediği de olur. İşte Peygamberimiz bu hususa dikkat çekmişlerdir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Âyetü’l-kürsî, birçok açıdan faziletlere sahiptir.

2. İhlâs ve samimi bir inançla geceleyin Âyetü’l-kürsî okunan bir evi, Cenâb-ı Hak o gece şeytanın şerlerinden korur.

3. Geceleyin uyumadan önce Âyetü’l-kürsî okumak sünnete uygun bir davranıştır.

4. Peygamber Efendimiz, Allah’ın izniyle gayb bilgilerine sahipti.

5. Şeytanın ve cinlerin vasfı yalancılık olup, onların söylediğine inanılmaz. Ancak bazı kere doğru söyledikleri de olur.

Deccalden Korunmak İçin Okunacak Sûre

Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kehf sûresinin başından on âyet ezberleyen kimse Deccâlden korunmuş olur.”

Bir rivayette: “Kehf sûresinin sonundan” buyurulmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 257. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Melâhim 14; Tirmizî, Fezâilu’l-Kur’ân 6)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Kehf sûresi Kur’an’ın 18’nci sûresi olup, 110 âyettir. Bu sûrenin mahiyet ve muhtevasıyla ilgili bazı özet bilgileri 1000 nolu hadisin açıklamasında belirtmeye çalışmıştık. Bu sûrede bir çok garip olay ve her asırda gelişen ilmî seviyeye göre yeniden yorumlanmaya ihtiyaç duyulan mucizevî özellikler olduğunu bir kere daha hatırlamalıyız. Sûredeki gerçekleri düşünenler, Deccâlin fitnesine kapılmaktan kendilerini koruyabilirler. Deccâlden maksat, kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere, kıyamete yakın ortaya çıkacağı mütevâtir derecesinde haberlerle sâbit olan Deccâldir. O, ulûhiyet iddiasında bulunacak ve birtakım harikalar gösterecektir. Yeryüzündeki en büyük fitne, Deccâl fitnesidir. Bazı hadis şârihleri ile kelâm âlimleri buradaki Deccâlin hak ile bâtılı birbirine karıştıranlar olduğunu söylemişlerdir. Sûrenin hem ilk âyetleri hem son âyetleri ibret alınacak nitelikte hakikatleri ihtiva eder. Bundan anlıyoruz ki, Kur’an’daki bu nevi âyetleri ezberlemek ve onların mahiyetleri üzerinde sürekli düşünmek gerekir. İlk âyetlerinin tavsiye edilmesi, anılan garip olayların daha çok o âyetlerde yer almasından, son âyetlerinin tavsiye edilmesi de ibret alınacak özelliklerin daha çok onlarda bulunmasından kaynaklanmış olabilir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Kehf sûresinin tamamını her gün okumak, faziletli amellerdendir.

2. Kehf sûresinin ilk on âyetini ezberleyip sabah akşam okumak, insanı deccâlin fitnesinden koruduğu gibi birtakım şerlerden de muhafaza eder.

3. Kehf sûresinin son tarafını ezberleyip okumak da faziletlidir.

Fatiha Suresi ile Bakara Suresinin Son iki Âyetinin Fazileti

İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, bir keresinde Cebrâil aleyhisselâm Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturmakta iken, Resûl-i Ekrem yukarı taraftan kapı gıcırtısına benzer bir ses işitti ve başını kaldırdı. Cebrâil:

– Bu, şimdiye kadar hiçbir şekilde açılmayıp sadece bugün açılan bir gök kapısıdır, dedi. Peşinden o kapıdan bir melek indi. Bunun üzerine Cebrâil:

– Bu, yeryüzüne inen bir melektir. Bugüne kadar hiç inmemişti, dedi. Melek selâm verdi ve Peygamberimiz’e şöyle dedi:

– Müjde! Sana, senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur verildi. Biri Fâtiha sûresi, diğeri Bakara sûresinin son âyetleri. Bunlardan okuyacağın her harfe karşılık sana sevap ve ecir verilir. (Müslim, Müsâfirîn 254. Ayrıca bk. Nesâî, İftitâh 25)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

İbni Abbas’ın bu rivayeti, Peygamber Efendimiz’in ona anlattığı bir gerçeğin bize aktarılması olmalıdır. Her ne kadar kendisinin böyle bir olaya şahit olması ve anlatması imkân dışı değilse de, daha doğru olan tevcih böyledir. Vahiy meleği olan Cebrâil aleyhisselâm’ın bazı kere Peygamber Efendimiz’in yanına gelip onunla oturmasına birçok sahih rivayette rastlarız. Bu durum, onun sadece Allah’tan aldığı Kur’an vahyini getirmekle yükümlü olduğu yönündeki anlayışın doğru olmadığının bir delili kabul edilir. Çünkü Peygamberimiz’e Kur’an dışında da vahiyler geldiği hem Kur’an hem mütevâtir sünnetle sabittir. İşte bu hadisten Cebrâil dışındaki meleklerin de kendisine haber getirdiğini öğrenmekteyiz.

Daha önce Fâtiha sûresi’nin ve Bakara sûresi’nin son âyetleri olan “Âmenerrasûlü”’nün faziletleri üzerinde yeterince durmuştuk. Bu ikisinin nur olarak nitelendirilmesinin sebebi, muhtevâları ile alâkalıdır. Bunların bilgisine sahip olup mahiyetlerini düşünen ve gereklerini yerine getirenler dosdoğru yolu bulmuş, gönüllerini ve kalplerini nurlandırmış olurlar. Açılan gök kapısından Cebrâil’in de yanında bulunduğu sırada Resûl-i Ekrem’in huzuruna bir meleğin inip Fâtiha ile Âmenerrasûlü’nün daha önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur olduğunu bildirmesi bunların önemini, kıymetini ve üstün faziletini ortaya koyar. Üstelik o gök kapısı ilk defa açılmış, oradan inen melek de ilk defa yeryüzüne inmiştir. Bunların bizzat Cebrâil tarafından bilgi olarak Efendimiz’e sunulmuş olması, işin önemini ve büyüklüğünü daha da pekiştirmektedir. Bütün bunlardan sonra aklı başında her müslümana düşen görev, bunları okumak, mâna ve muhtevalarını anlamak, hikmetlerini düşünmek suretiyle gerektiği şekilde değerlendirmektir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Cebrâil aleyhisselâm Peygamber Efendimiz’e Kur’an âyetlerini getirme görevi dışında da gelmiş ve bazı kere birlikte oturmuşlardır.

2. Allah Teâlâ, Peygamberimiz’e Cebrâil dışındaki meleklerle de birtakım haberler ve bilgiler ulaştırmıştır ki, bunlar da vahyin bir çeşididir.

3. Fâtiha sûresi ve Bakara sûresinin sonundaki iki âyet çok faziletlidir. Bunları ezberleyip okuyan, mahiyetini ve muhtevasını düşünen, gereğini yerine getirenler doğru yolu bulur, dünya ve âhiret saadetine erişirler.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

DUA AYETLERİ

Dua Ayetleri

DUA İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Dua ile İlgili Ayet ve Hadisler

HADİSLERDE GEÇEN DUALAR

Hadislerde Geçen Dualar

KUR’AN’DA GEÇEN DUALAR

Kur’an’da Geçen Dualar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.