Peygamberimizin Hiç Terk Etmediği Sünnet

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gecelerin en feyizli anları olan seherlerde namaz kılmayı, istiğfarda bulunmayı, zikretmeyi, Kur’ân okumayı ve duâ etmeyi hiç terk etmedi. Öyle ki, hastalandığı ve ayağa kalkamayacak kadar tâkatsiz kaldığı zamanlarda dahî oturarak da olsa seherlerini ihyâ etti. 

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, günün en bereketli ânı olan seher vakitlerinde, âdeta farklı bir âleme girer, bambaşka bir hâlet-i rûhiyeye bürünürdü. Zira Cenâb-ı Hak, Habîb-i Ekrem’ine, gecelerin feyizli ikliminden istifâde etmesi için şöyle buyurmuştu:

“Gecenin bir kısmında, sadece Sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüde kalk (Kur’ân, namaz ve zikirle meşgul ol)! Umulur ki Rabbin Sen’i Makâm-ı Mahmûd’a (övülmeye lâyık makâma, şefâat makâmına) eriştirir.” (el-İsrâ, 79)

Teheccüd, Peygamber Efendimiz’e nübüvvetle birlikte emredilmişti. Kâinâtı, insanı ve Kur’ân’ı Allâh’ın adıyla okumayı emreden âyetlerden sonra namaz[1] ve teheccüd emri geldi. Bu âyet-i kerîmelerde teheccüdün zamanı, keyfiyeti ve hikmetleri tafsîlâtıyla îzah ediliyordu.

EFENDİMİZ'E GELEN SEHER VAKTİNDE İBADET EMRİ

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Ey örtünüp bürünen (Rasûlüm)! Birazı hâriç, geceleyin kalk, namaz kıl! (Gecenin) yarısını (kıl) veya bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’ân’ı tertîl ile tâne tâne oku! Çünkü Biz Sen’in üzerine (mes’ûliyeti) ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece kalkışı, hem daha tesirli (ihlâslı ve huzurlu) hem de ifâde ve idrâk açısından daha sağlamdır. Gündüz ise Sen’in için uzun bir meşgûliyet vardır. Rabbinin ismini zikret ve mâsivâdan kesilerek bütün varlığınla O’na yönel! O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse sadece O’na güven ve O’nun himâyesine sığın! O (inançsızların) söylediklerine sabret ve onların yanından güzellikle ayrıl!” (el-Müzzemmil, 1-10)

Bundan sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gecelerin en feyizli anları olan seherlerde namaz kılmayı, istiğfarda bulunmayı, zikretmeyi, Kur’ân okumayı ve duâ etmeyi hiç terk etmedi. Öyle ki, hastalandığı ve ayağa kalkamayacak kadar tâkatsiz kaldığı zamanlarda dahî, oturarak da olsa seherlerini ihyâ etti. (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 18/1307)

RASULULLAH GECE KALKINCA ÖNCE DÖRT REKAT NAMAZ KILARDI

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle haber verir:

“…Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gece kalkınca önce dört rekât bir namaz kılardı ki, onların güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra dört rekât daha kılardı ki, onların da güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra üç rekât daha kılardı…” (Buhârî, Teheccüd 16, Terâvih 1; Müslim, Müsâfirîn 125)

Huzeyfe -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Bir gece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber namaza durdum. Bakara Sûresi’ni okumaya başladı. Ben içimden; «Yüzüncü âyete gelince rükûya varır herhâlde.» dedim. Yüzüncü âyete geldikten sonra da okumaya devam etti. «Herhâlde bu sûre ile iki rekât kılacak.» diye zihnimden geçirdim. Okumasına devam etti. «Sûreyi bitirince rükûya varır.» diye düşündüm. Ancak yine bitirmedi, Nisâ Sûresi’ni okumaya başladı. Bitirince de Âl-i İmrân Sûresi’ne geçti.[2] Ağır ağır okuyor; tesbih âyetleri geldiğinde « سُبْحَانَ اللّٰهِ» diyor, duâ âyeti geldiğinde duâ ediyor, istiâze âyeti geldiğinde de Allâh’a sığınıyordu. Sonra rükûya vardı, « سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ» demeye başladı. Rükûu da kıyâmı kadar sürdü. Sonra, « سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ» diyerek (doğruldu). Rükûda kaldığına yakın bir müddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede, « سُبْحَانَ رَبِّيَ الْأَعْلٰى» diyordu. Secdesi de kıyâmına yakın uzunlukta sürdü.” (Müslim, Müsâfirîn, 203)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e hizmet eden Rebîa bin Kâ‘b -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in kapısının yanında geceler, ona abdest suyunu verirdim. (Namaza durduktan) uzun bir müddet sonra; «سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ» dediğini duyardım. Gece uzun bir müddet de; «اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ» dediğini duyardım.” (Ahmed, IV, 57; İbn-i Sa‘d, IV, 313)

TEHECCÜD NAMAZLARINI HUŞÛ VE HUZUR İÇİNDE UZUN UZUN KILARDI

Bu rivâyet, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in teheccüd namazını ne kadar derin bir huşû ve huzur içinde ve uzun uzun kıldığını açıkça ifâde etmektedir.

Rebîa -radıyallâhu anh- diğer bir rivâyette de şunları anlatır:

“…Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- akşam evine girdiğinde, «Belki bir ihtiyacı olur.” diye kapısında beklerdim. Efendimiz’in durmadan «سُبْحَانَ اللّٰهِ، سُبْحَانَ اللّٰهِ، سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِهِ» dediğini işitirdim. Nihâyet yorulur ve geri dönerdim veya gözlerime uyku basardı da yatıp uyurdum.” (Ahmed, IV, 59)

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemizden rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılardı.

Âişe -radıyallâhu anhâ-:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah sizin geçmiş ve gelecek hatâlarınızı[3] bağışlamış olduğu hâlde niçin böyle yapıyorsunuz (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsunuz)?” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Çok şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu. (Buhârî, Tefsîr, 48/2; Müslim, Münâfikîn, 81)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın şu sözleri de, Allah Rasûlü’nün ibadet aşkını ne güzel ifâde etmektedir:

“…İyi biliyorum, Bedir günü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hâriç hepimiz uyumuştuk. Rasûl-i Ekrem Efendimiz ise sabaha kadar bir ağacın altında namaz kılıp gözyaşı dökmüştü.”[4]

Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle buyurur:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- rahatsızlık gibi bir sebeple gece namazı kılamadığında, ertesi gün on iki rekât namaz kılardı.” (Müslim, Müsâfirîn, 140)

GECENİN SON KISMINDA ALLAH'I ZİKREDENLERDEN OLMAK

Amr bin Abese -radıyallâhu anh- der ki:

“Bir gün:

«−Ey Allâh’ın Rasûlü! Allâh’a, biri diğerinden daha yakın olan saat var mıdır?» dedim.

«Evet, Rabbin kula en yakın olduğu vakit, gecenin son kısmının ortasıdır. Eğer o saatte Allâh’ı zikreden kimselerden olmaya gücün yeterse ol!...» buyurdular.” (Ebû Dâvûd, Salât, 299/1277)

Ebû Osman en-Nehdî de şöyle der:

“Ben Ebû Hüreyre’ye yedi gece misafir oldum. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, hanımı ve hizmetçisi geceyi üçe bölüp birer kısmında nöbet tutuyorlardı. Nöbetçi olan (gecenin üçte birinde) namaz kılıyor, sonra diğerini uyandırıyordu.” (Buhârî, Et‘ime, 40)

Dipnotlar:

[1] Bkz. el-Müddessir, 3.

[2] Bu hadîs-i şerîfin beyânına göre Rasûlullah r Efendimiz, Bakara Sûresi’nden sonra Nisâ Sûresi’ni, ondan sonra da Âl-i İmrân Sûresi’ni okumuştur. Bu sıralamayla okuyuş, hâlihazırdaki Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ şeklindeki sûre tertibine uymamaktadır. Hadis şârihleri, bunun hikmetini iki şekilde îzah etmişlerdir: Birincisi, o zamanlar henüz sûrelerin tertibi son şeklini almamıştır. İkincisi de, bu sıralamayla okumanın da cevâzını göstermek içindir.

[3] Aslında peygamberler bilerek günah işlemezler. Onların hatâları ya evlâ (daha iyi) olanı terk etmek ya da zelle denilen küçük sürçmelerden ibârettir. Bunların da muhtelif hikmetleri vardır. Cenâb-ı Hak, peygamberlerin zellesini olduğu gibi bırakmayıp hemen düzeltir.

[4] Müslim, Sıyâm, 204; İbn-i Huzeyme, Sahîh, Beyrut 1970, II, 52.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

TEHECCÜD NAMAZI NASIL KILINIR?

TEHECCÜD VE GECE NAMAZI AYNI MIDIR?

SEHERLER DİRİLİŞTİR

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.