Peygamber Efendimiz'in Cömertliği

Dünyanın en cömert insanı kimdir?

Cenâb-ı Hak biz kullarına dâimâ sayıya gelmez nîmetler lûtfediyor. Bitip tükenmez hazinelerinden her an nice ihsan ve ikramlarda bulunuyor. Kendisinin cömert olduğunu ve cömertliği sevdiğini beyân ediyor. Kullarının da bu ahlâk ile ahlâklanmasını emrediyor ve cömert kullarına daha fazla ihsanlarda bulunacağını vaad ediyor. (Bkz. el-Bakara, 261; Sebe’, 39)

Peygamber Efendimiz de her şeyin sahibinin Allah Teâlâ olduğunu; O’nun veren, kendisinin de taksim eden (Kāsım) olduğunu beyân eder, Allâh’ın kullarına infak ve ikram etmekten büyük bir lezzet alırdı. Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh-’ın beyânına göre:

“Kendisinden bir şey istendiğinde, «hayır» dediği vâkî değildi.” (Müslim, Fedâil, 56)

Zira O şöyle buyuruyordu:

“Cibrîl bana Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu söyledi:

«Bu dîn (yani İslâm), Zâtʼım için seçip râzı olduğum bir dîndir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe, onu bu iki hasletle yüceltiniz!»” (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenz, VI, 392)

KİMSENİN İSTEĞİNİN GERİ ÇEVRİLMEDİĞİ BİR KAPI

İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ-, Peygamber Efendimizʼin cömertliğini şöyle anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. Bilhassa Ramazan’da Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın, kendisi ile buluştuğu vakitlerde O’nun cömertliği coşup taşardı. Cebrâîl -aleyhisselâm-, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cebrâîl ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fedâil 48, 50)rosa

Ramazan ayı girdiğinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün esirleri serbest bırakır ve kendisinden bir şey isteyen herkese ihtiyacını verirdi. (İbn-i Sa‘d, I, 377)

O’nun nazarında hakîkî servet, kulun Allah rızâsı istikâmetinde sarf edebildiklerinden ibâretti. Nitekim bir gün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âilesi bir koyun kesmişti. Birçok kimseye infakta bulunulduktan sonra Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- koyundan geriye ne kaldığını sordu. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:

“–Sadece bir kürek kemiği kaldı.” cevabını verdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise:

“–Hakîkatte bir kürek kemiği hâriç, hepsi duruyor!” buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet, 33/2470)

Süfyan bin Uyeyne (r.a.), Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in cömertliği husûsunda şöyle der:

“O’nun yanında (vereceği bir şey) olmadığı zaman, (eline geçtiğinde vereceğine dâir) vaadde bulunurdu.” (Dârimî, Mukaddime, 12)

Hattâ daha da ilerisi…

PEYGAMBER EFENDİMİZİN YÜZÜNÜ EKŞİTEN HÂDİSE 

Bir gün, muhtaç bir kimse Peygamber Efendimiz’e gelerek bir şeyler istedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Yanımda sana verebileceğim bir şey yok, git benim nâmıma satın al, mal geldiğinde öderim.” buyurdular.

Efendimiz’in sıkıntıya girmesine gönlü râzı olmayan Hçağrıazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Yanında varsa verirsin, yoksa Allah Sen’i gücünün yetmeyeceği şeyle mükellef kılmamıştır.” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu sözden hoşnud olmadıkları, mübârek yüzlerinden belli oldu. Bunun üzerine Ensâr’dan bir zât:

“–Anam, babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Ver! Arş’ın Sahibi azaltır diye korkma!” dedi.

Bu sahâbînin sözleri Efendimiz’in çok hoşuna gitti, tebessüm ettiler ve:

“–Ben de bununla emrolundum.” buyurdular. (Heysemî, X, 242)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, dâimâ cömertliği metheder, cimriliği zemmeder ve şöyle buyururlardı:

“Cömert insan, Allâh’a, cennete ve insanlara yakın; cehennem ateşine uzaktır. Cimri ise, Allâh’a, cennete ve insanlara uzak; cehennem ateşine yakındır!” (Tirmizî, Birr, 40/1961)

“Gerçek mü’minde şu iki haslet aslâ bulunmaz: Cimrilik ve kötü ahlâk!..” (Tirmizî, Birr, 41/1962)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Fahr-i Âlem - Habîbi Hüdâ Hz. Muhammed Mustafâ, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.