Osmanlı'nın Müthiş Gücü

Kânûnî, babasından dün­yanın en zengin ve en güçlü ordusuna sahip bir devleti mîras olarak devralmıştı. Kısa zamanda, giriştiği fütûhâtın büyüklüğü kadar idâresindeki dirâyet ve fazîlet ile de öyle temâyüz etti ki, hasmı olan Avrupalılar bile kendisini “Muhteşem Süleyman” lâkabı ile anmaya mecbur kaldılar.

Avrupalılar, babası Yavuz Sultan Selîm vefat edince Şehzâde Süleyman’ın pâ­di­şah olması üzerine “haçlı dün­yası”nın genç ve tecrübesiz bir hasma muhâtap olacağını düşünüp ümide kapılarak sevin­mişler ve: “Aslan öldü, yerine kuzu geldi!” demişlerdi. Ancak çok geç­me­den bu sevinç, yerini müthiş bir hayâl kırıklığına bırakmıştı.

Çünkü cengâver babası Yavuz Sultan Selîm Hân’ın ânî vefâtı ile ger­çek­leştiremediği Batı fütûhâtı, Kânûnî Sultan Süleyman Hân’a baba­sın­dan -âdeta- bir va­si­yet ve emânet olarak kalmıştı.

Der­hâl Avrupa hedefine yönelen genç hükümdar, 1522’de Rodos’u aldı. 1526’da Mohaç Muhârebesi ile Macaristan’ı haritadan sildi. Budapeşte’yi fethetti. 1529’da Viyana kuşatıldı. 1532’de Avusturya seferine çıkıldı. 1533’de Almanya ile anlaşma imzâlandı. 1537’de Estergon, İstoni ve Belgrad’ı fethetti.

O sırada devletin ihtişâmı öyle göz kamaştırıcı idi ki, Barbaros Hayreddîn Paşa, “İslâm birliği” düşüncesi ile mâliki olduğu kuzey Afrika’yı Osmanlı devletine hediye etti. Kânûnî de, buna mukâbil ona devletin Kaptan-ı Deryâlığı’nı (Osmanlı deniz kuvvetleri kumandanlığını) verdi. Akdeniz kısa zamanda bir Osmanlı gölü hâline geldi.

Hind Okyanusu’na bile donanma gönderilerek, oradaki müslümanlara yardımda bulunuldu. Sudan ve Habeşistan’a seferler yapıldı. Hudutlar, güneyde orta Afrika’ya kadar uzandı. Kuzeyde Kırım Hanları, Moskova’ya kadar ilerlediler. 1548’de Tebriz dördüncü defa geri alındı. Böylece doğudaki hudut, Hazar Denizi’ne dayanmış oldu.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.