Osmanlı’da Kurban Bayramı Gelenekleri

Heyecanla beklediğimiz Kurban Bayramı’nı yaşıyoruz. Arife günü hazırlıklar başladı, bayram namazı kılındı, üzerine farz olanlar kurbanlarını kesti/kestirecek, çocuklar harçlık için hâne hâne dolaşacak, akraba ziyaretleri yapılacak ve hânesine et girmeyenlerin kursağı bayram edecek.

Büyüklerimizin nerede o eski bayramlar diye hayıflandığı günler bir anı olarak eskilerde kaldı. Peki ecdadımız Osmanlı’da Kurban Bayramı’nın öncesi ve sonrasını nasıl ifa ederdi?

Haber: Nurullah Mısıroğlu

OSMANLI’DA BAYRAM ÖNCESİ HAZIRLIKLAR

Padişah tarafından bayramdan önce tembihnâmeler yayınlanırdı. Bu tembihnâmelerle birlikte konaklarda, evlerde ve saraylarda büyük bir temizlik başlardı. Tembihnâmeler toplumun ahlakını bozacak davranışlardan kaçınılması, vazifelilerin alması gereken tedbirler, sokakların temizlenmesi gibi maddeler ihtiva ederdi. Kısaca insanlar ikaz edilir, maddi ve mânevî temizliğe yönlendirilirdi. Bayram gecesinde mahalle bekçileri sabaha karşı davullarını bir ahenk içerisinde tokmaklarken mâni söylerlerdi. Osman devrinden bir mani örneği...

davulcu
“Bu sabahın yazına, 

Kalkın Hakk’ın niyazına,

Abdest alın ey komşular!  

Bayram, sabah namazına.”

OSMANLI’DA BAYRAM GÜNÜ

Osmanlı döneminde Kurban Bayramı sevinci, Arefe günü atılan top atışlarıyla başlar, son günün ikindi vaktinde atılan top atışlarıyla da biterdi. Bayram namazının yaklaşmasıyla birlikte ev ahalisinin erkekleri bayramlıklarını giyerek en yakındaki camiye giderlerdi. Hanımlar ise bayram namazı dönüşü ailecek kahvaltı yapmanın heyecanıyla bayramlıklarını giyinmiş vaziyette kahvaltı sofrasını hazırlarlardı. Bayramları mutlaka ailecek konu, komşu ve kabristan ziyaretleri yapılırdı.

ÇOCUKLARA ARİFE ÇİÇEĞİ DENİRDİ

Bayram boyunca caddelerde, mahallelerde bir sürü “Arife Çiçeği” yani çocuklar olurdu. Çocuklara “Arife Çiçekleri” denilmesinin nedeni bayram gününü bekle(ye)meden Arife gününden bayramlık kıyafetlerini giyip dışarı çıkmalarıdır.

Bayram tebrik merasimleri 19. yüzyılın ortalarına kadar Topkapı Sarayı’nda, 1867’li yıllarda itibaren Dolmabahçe Sarayı'nda, Sultan II. Abdülhamid Han devrinde ise Yıldız Sarayı'nda yapıldı. Bayram namazı kılınacak camiyi padişah seçerdi. Devlet erkânı, bayram namazını çoğunlukla Ayasofya ve Sultanahmet Camisi'nde kılardı.

PADİŞAHLAR İÇİN ÖZEL KOÇ YETİŞTİRİLİRDİ

Devrin padişahı için “Saya Ocağı” adı verilen âlâ koçlar yetiştirilirdi. Padişaha sunulacak kurbanların beslenmesi, yetiştirilmesi ve kesimleriyle saya neferleri ilgilenirdi. Padişah, Hırka-i Saadet Dairesi'nin kapısında hazır bekleyen yaklaşık 40 kurbanlığın bulunduğu yere gider ve kendisi için hususi olarak hazırlanan kurbanlardan birini seçerek büyük bir merasimle ilk kurbanı kendisi keserdi. Kesilen kurbanların birçoğu ilim talebelerinin istifade etmesi için medreselere dağıtılırdı. Kalan diğer kısımları da dul ve kimsesiz kadınlara, bekçilere, tulumbacılara ve diğer ihtiyaç sahibi kimselere dağıtılırdı.

MEMURLARA İKRAMİYE DAĞITILIRDI

Subay ve memurlara bayram hediyesi olarak birer maaş ikramiye; zaptiyelere yeni fes ve püskül veya bunların temini için mukabili olan para verilirdi. İstanbul’un büyük camilerinde de cemaate iftariye adı verilen hediyeler, şeker, helva ve lokumlar dağıtılırdı. Cezalarının üçte ikisini çeken mahkûmların bir kısmı bayram vesilesiyle affedilirdi.

Cezaevindeki mahkûmlara ise helva dağıtılırdı.

EVLERDE “TURUNÇ REÇELİ” BULUNURDU

Kanlı etin yenmesi dinimizce caiz olmadığından kurban eti hemen yenilmezdi. Kurban eti kendi aile efradına, fakirlere ve eş-dosta dağıtmak üzere de üçe taksim edilirdi. Kurban bayramı münasebetiyle bolca tüketilen et, sindirim sistemini bozduğundan imkânı olan her hâne, vücudu dengelediği için “Turunç Reçeli” bulundururdu. Zengin kimselerin hanımına, çocuklarına, yakın akrabalarına, vefat etmiş yakınları adına hatta gücü yetmeyip kurban kesemeyen komşularına kurbanlık hediye etme âdeti vardı.

Kaynak: nurullahmisiroglu.com

İslam ve İhsan

OSMANLI'DA BAYRAM ADETLERİ

Osmanlı'da Bayram Adetleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.