Bu Yaz Mevsimini Evlâdım Ne İle Geçirecek?

Bu yaz mevsimini evlâdım ne ile geçirecek? Hangi programı uygulayacak? Vaktini israf mı edecek? Kötü çevre ve mekânlara gitmesine engel olabilecek miyim?

Yaz mevsimiyle alâkalı olarak, dikkat edilmesi gereken bir mevzu da şudur:

Zamanımızda evlâtların hayatındaki her boşluk; telefon, internet ve televizyonun menfî programlarıyla doldurulmaktadır.

Benim imam-hatip okuduğum yıllarda, cumartesi günü de bir ders günüydü. Yarım gün de olsa tahsil devam ediyordu. Zamanımızda çeşitli bahanelerle eğitim defalarca tatil ediliyor. Bahsettiğimiz üzere, eskiden bu boşluklar şuurlu aileler ve sahip çıkan babaların gayretiyle dolduruluyordu. Lâkin bugün bebekler bile, eline telefon veya tablet verilerek avutulur oldu. Dolayısıyla boşlukların hayırlı bir şekilde doldurulması pek mühimdir.

BU YAZ MEVSİMİNİ EVLÂDIM NE İLE GEÇİRECEK?

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Bir (hayır) işini bitirince hemen (başka bir iş veya ibâdete) koyul ve yalnız Rabbine yönel!” (el-İnşirâh, 7-8)

Demek ki;

Çocuk olsun, genç olsun, yetişkin olsun, hayatta boşluk bırakmamak gereklidir, dâimâ hayırlı faaliyetlerle doldurmak lâzımdır. Şu sualleri sormalı ve cevaplandırmalıyız:

Bu yaz mevsimini evlâdım ne ile geçirecek? Hangi programı uygulayacak? Vaktini israf mı edecek? Kötü çevre ve mekânlara gitmesine engel olabilecek miyim?

Yazımızın başında ifade ettiğimiz üzere, padişahlar dahî evlâtlarını eğitmek için büyük gayret gösterdiler. Onları padişah çocuğu şımarıklığına terk etmediler.

Zamanımızda ise, orta hâlli insanların evlâtları bile, yanlış psikolojik telkinlerle âdetâ dokunulmaz addediliyor. Geniş imkânlar içinde, bomboş bırakılıyor. İmâm-ı Şâfiî’nin buyurduğu gibi:

“Hak ile meşgul olmayan bir kalbi, bâtıl işgal eder.”

Akşemseddin Hazretleri’nin gönlünden taşan şu güzel öğütlerine kulak verelim:

“Dünya rahatlığı, âhiret rahatlığına nisbetle yok gibidir. Cismânî lezzet, rûhânî lezzete nisbetle bir hiçtir. Hiçe iltifât etmeyiniz!”

İşte evlâtlara bu mânevî lezzetleri tattırmak gerekir. Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Çocuk, elmayı görmeden kokulu soğanı elinden bırakır mı?”

Demek ki;

Mânevî lezzetleri tattırmadan, nefsânî tatların sarhoşluğundan onları koruyabilmek kolay değildir. İş işten geçtikten sonra sadece yasaklamak, kızmak ve bağırmak da bir müddet sonra anne-babaları bezdirir, evlâtları da arsız eder.

Çare İslâm ahlâkını ömür boyu ailecek yaşamak ve yaşatmaktır.

Bu aynı zamanda millî bir dâvâdır. İçtimâî bir meseledir. Zira;

Bir toplumda gençler güç ve kuvvetlerini, hayır-hasenâta, fazîletlere hasr ediyorlarsa orada huzur vardır, saâdet vardır. İstikbalde de o millet yükselecektir.

Lâkin bir toplumda gençler; güç ve kuvvetlerini nefsâniyetin, hevâ ve heveslerin peşinde israf ediyorlarsa, orada felâket vardır, büyük bir hüsran vardır. İstikbalde de çöküş vardır.

Buhranlı zamanlarda, bir medeniyetin yetiştirdiği insan tipi devreye girer. Allâh’ın yardımı da o milletin mânevî kıvâmına göre tecellî eder.

Bunu Çanakkale’de gördük. Düşman karşısında imkânımız, mukayese edilemeyecek kadar zayıf olduğu hâlde Rabbimiz büyük bir nusret tecellî ettirdi. Düşman Allâh’ın yardımıyla bertaraf edildi. O harbe gönderilen Mehmetçiğin ruh hâli de, şehâdete koşan kınalı koçlar gibiydi. Onları gönderen annelerin ruh hâli, şehîd annesi olmayı canına minnet bilen sâliha hanımlar vasfındaydı.

Dünyevî tahsile ekseriya; büyük adam olur, zengin olur, yüksek makamlara gelir diye heves edilir.

Lâkin bu hedefler gerçekleşirken ya evlâdımız zâlim bir fert olursa?

Gazze hâdisesi, bütün tahsil âlemine bir ayna tutmuştur:

Zâlimlere ve onları destekleyenlere bakıyoruz. Müşterek vasıfları: Sırf dünyevî tahsil ile doktoralar, çifte fakülteler bitirmek…

Evlâtlarımızın böyle bir zâlim veya zâlim destekçisi olmasından Allâh’a sığınmalı ve bunun tedbiri olarak da, mâneviyatlarına îtinâ göstermeliyiz.

Geçtiğimiz aylarda, mâneviyat olmadan sadece dünyevî tahsilin nasıl neticeler verdiğine dair bir hâdise gördük:

Küçücük bebekleri, para kazanma uğruna ölüme terk eden bir çete ile karşılaştık.

Ne yazık!

  • Tıp tahsili yapmış, hastahâne açmış, fakat çocuk cellâdı olmuş!
  • Hukuk tahsili yapmış, fakat vicdânî hisleri dumûra uğramış kimseler de, bu cinayet şebekesine ortak olmuş!

Bu sebeple dünyevî tahsil ile uhrevî tahsili mezcetmek zarûrîdir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2025 Ay: Nisan, Sayı: 242

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.