Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'den Gençlere Öğütler

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi'den gençlere öğütler...

Bir milletin gençleri, güç ve kâbiliyetlerini nefsâniyetin hoyratlığı içinde zâyî ediyorsa, onların mensup oldukları milletin âkıbeti, hüsrandan başka bir şey olamaz. Bugünkü Batı âlemi, maddî îcap ve ihtiyaçları tahrik neticesi olarak ulaştığı refâha rağmen, rûhî buhranlara sürüklenmekten kurtulamamıştır. Fuhuş, alkol ve uyuşturucu iptilâsı ile intihar nisbetinin insanlık tarihinde görülmemiş bir dereceye ulaşması, bu rûhî sefâletin apaçık bir göstergesidir. Her türlü maddî tatmine rağmen, rûhî açlık, ahlâkî ve insânî değerleri zaafa uğratmakta ve korkunç bir hâl alan silâh

sanâyii ile materyalist dünya, sonunda kendi kendini sokup öldüren bir akrep gibi fecî bir âkıbete doğru sürüklenmektedir.

Bu sebeple gönlü îman dolu müslüman gençlerin, onların maddî refâhına aldanarak rûhî buhran içindeki hayat tarzlarına hayran olmaları son derece tehlikelidir. Bu durum, sıhhatli bir kişinin hastaya özenip onu taklit etmesinden farksızdır.

KIYMETLİ GENÇ!

Unutma ki sen, Mâverâünnehrʼin bembeyaz çadırlarında ilk metafizik ihtilâçlarını bertaraf ederek îmanla şereflenen, sonra da bir süper güç olarak dünyaya en az bin yıl hak ve adâlet tevzî eden, nizâm-ı âlem endişesiyle yaşayan, asil ve necip bir milletin evlâdısın!

Yine unutma ki, yeni eserler ve genç nesiller, mâziden devraldığı unsurların zenginliği nisbetinde canlı, güçlü ve devamlı olur. Milletlerin bekâsı; hassas, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sahip olan fedâkâr nesiller

yetiştirmekle mümkündür. Çocuklarına, Çanakkale destânını ninni yapan nesil, dînine, lisânına, târihine, bayrağına, vatan ve milletine, velhâsıl bütün maddî-mânevî değerlerine sahip çıkacaktır.

Dolayısıyla genç nesillerin gönülleri; millî ve mânevî değerlerine sahip çıkacak hayırlı bir evlât olarak yetişmenin gayret ve heyecanıyla dolu olmalıdır. Şâir, bu mesʼûliyeti ne güzel hulâsa eder:

Sahipsiz olan memleketin batması haktır,

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır…

(M. Âkif Ersoy)

Nasıl ki Alparslan’ın Allah yolundaki gayretleri bereketiyle Anadolu’nun kapılarını açtığı bir Malazgirt, Kılıçarslan’ın Anadolu ovalarındaki binbir gazâ ile yazdığı destanlar, ecdâdın kemikleri ile vatan hudutlarının çizildiği Çanakkale, inkâr ve imhâ edilemezse, bu zaferleri bahşeden ve onlarla hayat bulan millî ve mânevî değerler de yok edilemez. Millî vicdan, imhâ edilemez!..

YİĞİT GENÇ!

Târihindeki Osman Gâzî ve nesli gibi diğergâm, gönül eri ve kendisini Cenâb-ı Hakk’a adayan âbide insanlara sahipsen,

Yine târihinde tebaasıyla mahkemeye çıkarak bütün dünyaya örnek bir adâlet anlayışı tevzî eden bir Fâtih’in varsa,

Bir karıncanın hakkını düşünen Kânûnî Sultan Süleyman’ın varsa,

Hazret-i Mevlânâlar, Yûnuslar, Hüdâyîler, Abdülkâdir-i Geylânîler, Bahâuddîn Nakşibendler gibi yüreklerini Hâlıkʼın şefkat nazarıyla bütün mahlûkata dergâh yapan gönül erlerin ve onlardan feyz alarak izlerini tâkip eden güzel insanların varsa,

Sînesi Kur’ân’la dolmuş analar, arslan yürekli yiğitler doğuruyorsa,

Dünya senin gözünde küçülmüş, âhiret saâdeti ve Allah rızâsı en büyük ideal hâline gelmişse;

Unutma ki SEN, BÜYÜK BİR MİLLETİN DEVAMI VE AHFÂDISIN!..

Fazîletlerle dolu bir medeniyetin tâkipçisi, şan ve şerefle dolu bir mâzinin bugünkü temsilcisi olduğunun şuur ve vakârıyla rûhunu yoğurmalısın!

FİRÂSETLİ GENÇ!

Sahip olduğun sınırlı imkânları sonsuz bir kâra çevirebilmenin yollarını arayıp insanlık şeref ve haysiyetine yakışır bir hayatın nasıl yaşanabileceğini kendi öz kültüründen öğrenmelisin.

Yaşadığın hayatın, dîn, îman, âile, millet ve vatanın için bir mânâ ifâde etmesi gerektiğinin idrâkine varmalısın.

Bu değerlerin gerektirdiği mes’ûliyetleri düşünmelisin. Bu dünyada başıboş bırakılmadığını, Cenâb-ı Hakk’ın bizi ulvî bir gâye ile yarattığını hiçbir zaman unutmamalısın.

FAZÎLETLİ GENÇ!

Hem zâhiren hem de bâtınen iyi bir rahle-i tedristen geçmeli; böylece hem Hakkʼa güzel bir kul olabilmenin ilmini tahsil etmeli, hem de helâlinden kazanabilmek için iyi bir meslek sahibi olmaya gayret etmelisin.

Yine unutma ki, dünya ve âhiret saâdetine nâil olabilmek için îman muhabbetiyle dolu bir gönülle fedâkârâne hizmet ve gayret zarûrîdir. Zira Hakkʼa muhabbetin kantarı, fedâkârlıktır. Hakkʼın rızâsını hedefleyerek vazife ve mes’ûliyetlerini büyük bir fedâkârlık ve îtinâ ile yerine getirmeli, insanlık haysiyetini zedeleyen çirkinliklerden uzak durmalısın.

Allâh’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmenin her şeyden önce geldiğini unutmamalı, fânî diploma ve istikbâl kaygıları arasında sıkışıp ebedî istikbâlini tehlikeye atmaktan sakınmalısın. Fânî diplomaların son nefeste bir işe yaramayacağının şuuru içinde yaşamalı, istikbâli ve gerçek saâdeti lûtfedecek olanın, Allah Teâlâ olduğunu hatırından çıkarmamalısın. Zira: (Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Senʼden medet umarız.” (el-Fâtiha, 5) âyet-i kerîmesi muktezâsınca, biz Rabbimize ne kadar güzel bir kulluk yapabilirsek, ilâhî yardıma da o

nisbette nâil olabiliriz.

İşte bu şuurla yaşamaya muvaffak olabilen gençler, ellerindeki gençlik servetini en doğru şekilde değerlendirerek asla zarar etmeyecekleri mânevî bir kazanç kapısını da bulmuş olurlar.

İşte bu eser, dehâ çapında zekî olsalar bile, ancak ilim, irfan ve tecrübe ile elde edilebilen bazı nasihatleri dinleme ihtiyacındaki gençlerimize nâçizâne bir yardımda bulunmak gâyesiyle kaleme alınmıştır.1

Hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerekir ki, her insan, Allâh’ın verdiği bütün nîmetlerden, bilhassa da gençliğini nerede ve nasıl harcadığından hesâba çekilecektir. Allah Teâlâ bu hakîkati şöyle ifâde buyurur:

“Nihâyet o gün (dünyada faydalandığınız) nîmetlerden mutlakâ hesaba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 8)

Rasûlullah (s.a.v) de şöyle buyurur:

“Hiçbir kul, kıyâmet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından hesâba çekilmedikçe bir adım dahî atamaz!” (Tirmizî, Kıyâmet, 1/2417)

Rabbimiz hepimize ve bilhassa da genç kardeşlerimize bu suâllerin cevaplarını yüz akıyla ve vicdan huzuruyla verebilecek şekilde feyizli bir hayat yaşamayı nasip ve müyesser eylesin. Gençliğine, gücüne, kuvvetine, imkânlarına aldanarak önündeki çetin geçitleri unutma gafletinden muhâfaza buyursun. Gönülleri mescidlere bağlı, Allâhʼa ibadet hâlinde gelişip serpilen, Kurʼân ve Sünnet rûhâniyetinin bütün hücrelerine kadar işlediği, alnı îman nûruyla münevver gençler zümresine ilhâk eylesin… Âmîn!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.