Mustafa ve Nesibe Bereketi

Burkina Faso’da birçok konuda sınırsız yaşamaya alışmış ve çoğu da İslam’la yeni tanışmış bu toplumda Müslüman hanımlara kim eğitim verecekti? Bunlardan önce görev yapan eski imamların eşleri de bu konuda yetenekliydi. Şimdi bu işler için en müsait olanlar, genç imamlarımızın eşleri olmalıydı. Ancak erkeklerin yeni eğitim alabildiği bu köylerde kızları kim ve nasıl eğitmiş olacaktı?

Burkina Faso’da özel olarak ilgilendiğimiz köylerimiz var. Orada mescidin inşa edildiği ve köy hakkına İslam’ı tebliğ ve tedris edecek imamlarımız var. İlk yıllarda bu imamlar, ülkenin başka bölgelerinden yeterliliklerine göre temin edilmişti. Ancak kendi köylerinden, aynı dili konuşan, aynı duyguları yaşayan ve aynı gelenekler etrafında saf tutmuş gençlerin bulunması için çalışmalara başladık.

Dört yıl önce başlayan projenin sonunda bir grup genç delikanlıyı, üç yıllık yoğun bir eğitimi tamamlayarak Cuma namazı dâhil imamlık yapabilecek ve köyde temel İslami ilimleri öğretebilecek düzeyde yetiştirip köylerine yolcu ettik. Kabilecilik anlayışı ve yerel kültürel adetlerin kalın sınırlar çizdiği köylerde küçük sıkıntılarla da olsa gençler görevlerine başladılar. Kaldı ki bu gençlerin bir kısmı yakın denilebilecek bir zaman önce İslam diniyle müşerref olanlardan seçilmişti.

MÜSLÜMAN HANIMLARA KİM EĞİTİM VERECEK?

Bunlar görevlerine başladılar. Lakin yeni bir sıkıntı baş gösterdi:

“Bu imam gençlerin eşlerinin köyde yapacağı faaliyetler...” Zira birçok konuda sınırsız yaşamaya alışmış ve çoğu da İslam’la yeni tanışmış bu toplumda Müslüman hanımlara kim eğitim verecekti? Bunlardan önce görev yapan eski imamların eşleri de bu konuda yetenekliydi. Şimdi bu işler için en müsait olanlar, genç imamlarımızın eşleri olmalıydı. Ancak erkeklerin yeni eğitim alabildiği bu köylerde kızları kim ve nasıl eğitmiş olacaktı? Elbette bu da bize düşen işti.

Sömestri tatilinde köylerde görev yapan veya bir yıl sonra yapmaya hazırlanan gençlerin eşlerini bir haftalık bir giriş eğitimi için merkeze davet ettik. Kimlerin bebekleri ile gelmek zorunda olduklarına ait bilgileri topladık. Programlarımızı hazırladık ve gelen misafirlerimizi görevli kardeşlerimiz karşılayıp konaklayacağı yere yerleştirdiler.

MUSTAFA VE NESİBE BEREKETİ

İlk sürprizi ertesi gün dersler başladıktan kısa bir süre sonra yaşadık. Gelen hanımlardan birisi rahatsızlandı ve acil doğuma alındı. “Mustafa” adında bir erkek evladımız oldu. Aile gelip hanımını ve bebeği köylerine götürdüler. Bir yandan yavrularını kucaklarına alıp köye dönmenin mutluluğunu yaşarken, diğer yandan da programı kaçırmış olmanın hüznünü taşıdılar.

Dört gün sonra ikinci haber geldi. Başka bir hanım daha doğum yaptı. Biz şok yaşıyoruz. Bu sefer “Nesibet’ül Maziniyye” adında bir kızımız doğdu. Bu isim, bizi yıllar önce lise çağlarında hayatı Arapça hikâyeler arasında okutulan kahraman sahabeye götürdü. Yani isimler bile öylesine seçmece... Bir yandan da kendi kendimize kızıyoruz. “Madem böyle bir durum vardı neden bu halleriyle geldiler? Mazeretlerini niçin bildirmediler? Evlerinde kalıp bulundukları yerlerin yerel şartlarıyla doğumlarını daha kolay ve sağlıklı tamamlamaları mümkündü...”  

Bir diğer hanım ise on gün önce doğan bebeğini kucağına alıp üç- dört saat süren çok zorlu bir yolculuktan sonra başkente ulaşmıştı. Bizim memlekette bu durumda olanlar, kırk gün evden dışarı çıkmaz. Bırakın üç – dört saatlik yola çıkmayı... Ama gelmiş ve sonuna kadar da bebeğiyle beraber programı takip etti. Yani en küçük öğrencimiz de ruhuna yazdı bu bilgileri...

Biz hem onların sıhhatini hem de burada durmadan bölünen programı düşünerek “Neden böyle yaptılar?” diye kızıp buna değişik mazeretler düşünürken merak edip sorduk. “Bu sağlık şartlarında katılmak zorunda değildiniz. Neden katılmakta ısrar ettiniz ve durumu bildirmediniz?” Cevap, içinde bulunduğumuz toplumun bazı konulardaki açlığı açısından dikkate değerdi:

“Siz bizi böyle güzel bir eğitim için çağırdınız. Hamile olanlar için ayrı bir şerh de koymadınız. Bu güzel eğitimi kaçırmamak için biz de geldik. Gerçi biz doğumun hemen bu günlerde olacağını da tam bilememiştik...”

Akait, ibadet bilgilerinden cenazenin teçhiz ve tekfinine kadar birçok konunun anlatıldığı/uygulandığı kursumuz, sekiz güz sürdü. Sonunda onlar için heyecanlı geçen bir sınavla ilk dereceye girenler, kazandıkları yeni ve köyleri için farklı bilgilerle beraber özel ödüllerini de aldılar. Şimdi köylerimizde daha donanımlı görevli aileler olacak inşallah.

Eğitimi her şeye tercih eden bu kardeşleriniz için de dua edeceksiniz değil mi? 

Kaynak: Haşim Akın, Altınoluk Dergisi, Sayı: 433

İslam ve İhsan

ASYA UYANDI, AFRİKA UYANIYOR

Asya Uyandı, Afrika Uyanıyor

AFRİKA NEDEN CAZİBE MERKEZİ?

Afrika Neden Cazibe Merkezi?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.