Müslümanların İlk Hicret Ettikleri Yer Neresidir?

İslam tarihinde Müslümanların ilk hicreti nereye olmuştur? Müslümanların ilk hicret ettikleri ülke neresidir?

Ashâb-ı kirâma karşı eziyetler iyice şiddetlenip Mekke’de hayat Müslümanlara daraldı. Efendimiz (s.a.v) bu sıkıntıları onlardan defedemiyorlardı.

MÜSLÜMANLARIN İLK HİCRET ETTİKLERİ YER - Birinci Habeşistan Hicreti

Belâ ve fitnelerin dinlerine zarar vermeye başladığını hissedince Allah Rasûlü (s.a.v):

“−Habeşistan topraklarında bir melik var. Onun yanında kimseye zulme uğramıyor. Allah Teâlâ, içinde bulunduğunuz vaziyetten bir kurtuluş ve çıkış yolu lütfedinceye kadar onun beldesine gidin!” buyurdular.

Ümmü Seleme vâlidemiz (r.a) şöyle buyurur:

“Gruplar hâlinde yola çıkıp orada bir araya geldik, hayırlı bir beldeye, hayırlı bir komşunun yanına yerleştik, dînimizden emin olduk ve o melikin zulmedeceğinden korkmadık.”

Biʻsetin 5. senesi Receb ayında 11 erkek, 4 kadın yürüyerek Kızıl Deniz sâhiline vardılar. Yarım dinara bir gemi kiralayıp karşıya geçtiler.[1]

Diğer Müslümanlar gibi Hz. Ebûbekir (r.a) de hicret etmek üzere Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den izin istedi ve kendisine izin verilince de Habeşistan’a doğru yola çıktı.

Bir-iki gün yol gittikten sonra Kâre kabîlesinin reisi İbn-i Değine ile karşılaştı. İbn-i Değine:

“−Ey Ebûbekir! Senin gibi bir zât ne yurdundan çıkar ne de çıkarılır. Vallahi sen kavminin ve kabîlenin zînetisin! İyilik yapar, akrabâlarını koruyup gözetirsin. İşini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın! Geri dön, sen benim himâyemdesin.” dedi.

Hz. Ebûbekir de İbn-i Değine ile birlikte Mekke’ye geri döndü. Mekke’ye girdiklerinde, İbn-i Değine himâyesini bütün Kureyşlilere îlân etti.

Buna karşılık Kureyşliler, İbn-i Değine’ye bâzı şartlar ileri sürdüler:

“−Ebûbekir’e söyle, Rabbine ibâdetini evinde yapsın. Orada istediği kadar namaz kılsın, Kur’ân okusun, fakat evinden başka yerde açıktan namaz kılıp Kur’ân okuyarak bizi rahatsız etmesin(!). Çünkü biz onun rakik ve duygulu sesiyle, kadın ve çocuklarımızı yeni dîne meylettirmesinden endişeleniyoruz.” dediler.

İbn-i Değine müşriklerin bu isteklerini Hz. Ebûbekir’e söyledi. O da muvâfakat etti. Evinin önünde bir namazgâh yaptı. Orada namaz kılıp Kur’ân okumaya başladı. Ebûbekir (r.a), rikkat-i kalbiyye sâhibi, yufka yürekli bir zât olduğu için Kur’ân-ı Kerîm’i okurken hüzünlenir, gözyaşlarına mânî olamazdı.

O, Kur’ân-ı Kerîm okurken müşriklerin çocukları ve kadınları başına toplanıp hayran hayran dinlemeye başladılar. Bu hâl müşrikleri korkuttu. Bunun üzerine İbn-i Değine’ye mürâcaat ederek, ondan Hz. Ebûbekir’e mânî olmasını veya üzerindeki himâyesini kaldırmasını istediler. O da:

“–Ey Ebûbekir! Ya evinde oturup sesini çıkarma ya da benim himâyemden çıktığını îlân et.” dedi.

Bunun üzerine Ebûbekir Sıddîk (r.a), Allah’a tevekkül ve teslîmiyetini gösteren şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Himâyeni sana iâde ediyorum. Bana Allah’ın himâyesi kâfîdir.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45; İbn-i Hişâm, I, 395-396)

Birinci Habeşistan hicretinden sonraki günlerde bir gün Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Mescid-i Harâm’da namaz kıldı ve Necm sûresini okudular. İçinde secde âyeti bulunan sûrelerden ilk nâzil olan Necm sûresi idi. Allah Rasûlü (s.a.v) secde âyetine gelince secde ettiler, bunun üzerine orada bulunan Müslüman, müşrik, cin, insan herkes secdeye vardı. Sadece Ümeyye bin Halef secdeye gitmedi. Bir avuç toprak alarak onun üzerine secde etti.[2]

Belki de müşrikler, evvelki ümmetlerin helâkini işitince kendilerine ârız olan korku ve dehşet sebebiyle Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birlikte secde etmişlerdir. (Âlûsî, Rûhu’l-meânî, Münîriyye, XVII, 178)

Bunun üzerine Kureyş Müslüman oldu diye bir şâyia yayıldı.

Dipnotlar:

[1] Bkz. İbn-i İshâk, s. 213; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 16; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, VII, 187-189. [2] Buhârî, Tefsîr, 53/4.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

HABEŞİSTAN’A HİCRET

Habeşistan’a Hicret

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.