Müslümanlar Devlet Başkanına Nasıl Yardımcı Olur?

Bir Müslüman devlet başkanına veyahut idarecisine nasıl yardımcı olabilir? Devlet başkanına yardım etmek ve itaat etmek ile ilgili örnekler...

Ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’in vefâtından sonra en mühim iş olarak idâreci tâyin etmeyi görmüşlerdir. Zîrâ İslâmî vazifelerin pek çoğunun yerine getirilmesi, devlet başkanına bağlıdır.

DEVLET BAŞKANINA İTAAT VE YARDIM EDİN!

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:

“Kim (devlet başkanına) itaatten el çekerse Kıyâmet günü Allah’ın huzûruna, makbul bir mâzereti olmadığı halde çıkar. Ve her kim de boynunda bir beyʻat olmadığı (müslüman idareciye tâbî olmadığı) hâlde ölürse, câhiliyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.” (Müslim, İmâret, 58)

Meşhur âlimlerimizden Ömer Nesefî (r.a) akâid metninde şöyle der:

“Müslümanlar için bir imama (siyâsî lidere) mutlak sûrette ihtiyaç vardır. Müslüman halkla ilgili dînî hükümlerin infâzı, cezâların tatbîki, düşmanlara karşı vatan hudutlarının muhâfazası, müslümanlardan ordu teşkil edilmesi, zekâtların toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyâların zapt u rapt altına alınarak kahredilmesi, Cuma ve bayram namazlarının îfâ edilmesi, insanlar arasında meydana gelen ihtilafların ortadan kaldırılması, hukuk üzerine kâim olan şâhitliklerin kabulü, velîleri bulunmayan küçük yaştaki oğlan ve kızların evlendirilmesi ve ganimet mallarının taksim edilmesi gibi mühim hususlar devlet başkanı sâyesinde icrâ edilir.”[1]

Büyük âlim ve ârif Şâh Veliyyullâh ed-Dehlevî (r.a) de şöyle buyurur:

“Peygamber Efendimiz’in hayatını güzel bir şekilde tetebbû eden kişi görür ki Allah Rasûlü (s.a.v) her gazveye çıkışında Medîne-i Münevvere’nin başına mutlakâ bir sahâbîsini emîr tâyin etmiş, yerine vekil bırakmış, hiçbir zaman müslümanların işlerini ihmâl etmemiş, müslümanları başıboş bırakmamıştır. O’nun âdeti bu olduğu hâlde vefâtı yaklaşınca müslümanların işlerini ihmâl ettiği nasıl tasavvur edilebilir?! Efendimiz (s.a.v)’in ümmetine olan şefkat ve merhametini düşündüğünde, O’nun, ümmetini dağınık vaziyette bir anarşi ortamına bırakmayacağını anlarsın!”[2]

Yani Efendimiz (s.a.v), hayattayken halîfelerini öne çıkarmış ve ashâbına onlara itaat etmelerini emretmiştir.

“Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

«Mûsâ’dan sonra, Benî İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gelen peygamberlerden birine: «Bize bir hükümdar tâyin et de (onun kumandasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi…» (el-Bakara, 246)

Bu âyet-i kerîmeyi düşündüğünde sana ayân olur ki -gerek hücûm gerekse müdâfaa şeklinde olsun- kâfirlerle savaşmak, herhangi bir halîfe tayin etmeden mümkün değildir…” (Dehlevî, İzâletü’l-hafâ, II, 406)

Cenâb-ı Hak müslüman bir idâreci lûtfettikten sonra müslümanlara düşen artık ona itaat etmek, yardımcı olmak, istikâmet üzere devam etmesi için îkâzlarda bulunup bol bol dua etmektir.

Sahâbe-i güzînden Seleme bin Yezîd (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Hazretleri’ne:

“‒Yâ Rasûlallâh! Başımıza, bizden haklarını tam olarak isteyen ancak haklarımızı bize vermeyen idâreciler gelirse ne yapalım, siz ne emir ve irade buyurursunuz?” diye sual etti.

Efendimiz (s.a.v) ondan yüz çevirdi. Bu hâl üç defâ tekrar edince Eşʻas bin Kays (r.a) onu tutup çekti. Nihâyetinde Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

“‒Siz söz dinleyin ve itaat edin! Onların yapmaları gereken vazîfeler vardır (yerine getirirlerse ecir alırlar, getirmezlerse mes’ûl olurlar), sizin de onlara karşı vazîfeleriniz vardır (yaparsanız ecir alırsınız, yapmazsanız mes’ûl olursunuz).” (Müslim, İmâre, 49)

Fudayl bin Iyâz (r.a) şöyle buyurur:

“Şâyet benim, kabul olacağı kesin olan bir dua hakkım olsaydı onu devlet başkanından başkası için yapmazdım!”

Talebeleri:

“‒Bunun sebebi nedir efendim!” diye sordular. Şu cevâbı verdi:

“‒O duayı kendime yapsam, benden başkasına faydası olmaz, ama devlet başkanına dua edersem onun salâhı ve iyiliği bütün insanların ve beldelerin ıslâhı demektir.”

“‒Bu nasıl olur efendim, biraz tefsir eder misiniz?” dediklerinde şöyle îzâh etti:

“‒Beldelerin ıslâhı şöyle olur: İnsanlar idârecinin zulmünden emîn olunca harâb olan yerleri îmâr ederler ve yeryüzünü cennet hâline getirirler.

İnsanların ve kulların ıslâhına gelince; akl-ı selîm sâhibi kişiler câhil insanlara bakarlar, «Maîşet derdi bunları, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek gibi kendilerine daha faydalı olacak işlerden alıkoymuş!» derler. Onları ellişer kişilik veya bundan biraz daha çok veya az gruplar hâlinde bir evde toplar ve bir âlime: «Senin ihtiyaçlarını biz karşılayacağız. Sen bu insanlara dinlerini öğret! Allah Teâlâ onların içinden kâbiliyetli birini çıkardığında onu yetiştirip bu grubu ona teslim et!» derler. İşte beldelerin ve kulların ıslâhı böyle olur.”

Bu cevap üzerine İbnü’l-Mübârek (r.a) kalkıp onun alnından öptü ve:

“‒Ey hayırların muallimi! Zaten senden başka kim böyle güzel şeyler düşünebilir ki!” buyurdu. (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, VIII, 91)

İmâm-ı Rabbânî (r.a) şöyle buyurur:

“Ehl-i İslâm’ın, Müslüman olan sultâna yardım etmeyi kendilerine bir borç bilmesi lâzımdır. Şerîati yüceltme ve dîni güçlendirme hususunda sultânı yönlendirmeleri îcâb eder. Sultâna olan bu destekleri gerek sözlü gerekse fiilî olabilir. En âcil destek, sözlü olanıdır. Bunun da en iyisi, şerʼî meseleleri beyan ve akāid esaslarını Kur’ân, Sünnet ve İcmâ-ı Ümmetʼe uygun bir şekilde îzah etmektir. Böylece aradan birtakım sapık ve bidʼatçilerin çıkıp yolu tıkamasına ve durumu bozmasına mânî olunur.” (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 243, no: 47)

Hâsılı, hayattan gâye, Allah’ın dînini yüceltmektir. Allah katında faziletin ve şerefin ölçüsü, İslâm’ın yayılması ve muhâfazası için çalışmaktır. Müslümanlar, her şeyden evvel bu gâyeyi dikkate almalı ve bu maksada hizmet etmelidir. Bunun için, gerektiğinde fedâkarlık yapmaktan çekinmemelidir. İdârecilere itaat ve yardım etmesindeki ana gâye de dînine hizmet olmalıdır.

Dipnotlar:

[1] Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, İstanbul: Dergah Yay., 1991, s. 326-327. [2]Şâh Veliyyullâh Dehlevî, İzâletü’l-hafâ an hilâfeti’l-hulefâ, thk. Takıyyüddîn en-Nedvî, Dımeşk: Dâru’l-Kalem, 1434/2013, II, 403-404.

Kaynak: Murat Kaya, Altınoluk Dergisi, Sayı: 447

İslam ve İhsan

MÜSLÜMAN İDARECİNİN VASIFLARI

Müslüman İdarecinin Vasıfları

İDARİ HİZMETLERDE SORUMLULUK BİLİNCİ İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

İdari Hizmetlerde Sorumluluk Bilinci ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.