Musibetlere Karşı Ne Yapmalıyız?

Başımıza gelen bela ve musibetlere karşı ne yapmalıyız? Bir âfet / musibet sonrasında kavli, fiili, kalbi vazife ve edeplerimiz.

Hiçbir kul, şu âlemde ibtilalardan/imtihanlardan azâde değildir. “Biz sizi hayırla ve şerle imtihan ediyoruz” (Enbiyâ 112) ilâhî beyanı, bu hakikate dikkat çeker. Ziyâ Paşa’nın bu manayı ifade eden şu beyti meşhurdur:

Âsûde olam dersen eğer gelme cihâne,

Meydâne düşen kurtulamaz seng-i kazâdan.[1]

Madem ki Yüce Rabbimiz bizleri imtihan etmektedir; öyleyse bize düşen bu imtihanda Hakk’ın razı olacağı sonucu alabilme adına vazifelerimize, sorumluluklarımıza ve edebimize dikkat etmektir. Her iş/amel, neticesine göre değerlendirilir. Cemâl içre celâl tecellisi olduğu gibi celâl görünümlü cemâl tecellileri de vardır. Niyaz-ı Mısrî bu sırrı şöyle dile getirir:

Cemali zâhir olsa tiz celâli yakalar anı,

Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ.[2]

Evet, bu âlemde vazifemiz, Rabbimizin kâinâta koyduğu kevnî âyetlerle (sünnetullah, âdetullah) ve rahmetinin eseri olarak kullarına gönderdiği kelâmî âyetlerle gösterdiği hidâyet yollarına riayet etmek ve yine bize ihsan ettiği maddî-manevî tüm imkân ve iktidarımızla -sanki her şey bizim elimizdeymişçesine-iş görmek ve neticede de sonuca teslim olup takdire rıza göstermektir. Öyle imtihanlar vardır ki sabırla yine öyle imtihanlar vardır ki şükürle kazanılır. Kişiye göre miktar ve derinlik nispetleri farklı olsa da herkesin bu âlemde bu iki hasletten nasipleri olmak durumundadır. Kazanmak ya da kaybetmek çoğu zaman buna bağlı olarak gerçekleşecektir. Biz bu yazıda bir âfet/musibet sonrasında hem kendi nefsimiz ve hem de başkaları hakkında dikkat etmemiz gereken kavlî (söz), fiilî (amel) ve kalbî vazife ve edeplerden bahsetmek istiyoruz.

KAVLÎ VAZİFEMİZ/DİL EDEBİMİZ

Bir musibete maruz kalındığında ilk sözümüz “اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ” (Biz her şeyimizle Allah’a aidiz ve yalnız O’na dönen ve dönecek olan kimseleriz) olmalıdır. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz âyette tavsiye edilen bu ifadeye, şu dua cümlelerini de eklememiz halinde daha hayırlı sonuçlara erişeceğimizi haber verir: “اللَّهُمَّ أْجُرْنِي في مُصِيبَتِي، وأَخْلِفْ لي خَيْرًا منها” (Allah’ım bana isabet eden bu musibet karşılığında ecrimi sen ver ve kaybettiğimin yerine daha hayırlısını ihsan et.” Bu ve benzeri cümlelerle Yüce Rabbimizden sabr-ı cemîl niyaz etmeli ve rahmetine sığınmalıdır.

Musibet gönlü mahzun eder, gözü yaşartır. Bunlar Rabbimizin gönlümüze koyduğu merhamet nişânıdır ve tabiîdir. Ancak dilimizden Hakk’ın razı olmayacağı isyan cümleleri çıkmamalıdır.

Yine dille ilgili bir diğer vazife ve edep, büyük konuşmamak, haddini aşmamaktır. Özellikle gönülleri yaralayıcı ve Hakk’ın tasarruflarını yargılayıcı ve çok bilmişlikle “şöyle olsaydı şöyle olmazdı” gibi kimi cümleler, söyleyen hakkında yeni yeni imtihanlara kapı aralayabilir. “Belâ ağızdan çıkan söze bağlıdır” kelâm-ı kibârı unutulmamalıdır.

“Niye böyle bir şey oldu”, “Keşke şöyle olmasaydı…”, “Artık yaşamanın anlamı kalmadı” gibi cümleler, insanın hayat enerjisini tüketen ve daha da çöküp kalmasına sebep olan zehirli ifadelerdir. Bunun yerine “Rabbimiz elimizden tutar; yeniden kalkarız inşaallah” gibi cümleler, bize dinçlik kazandıracak ve daralan gönlümüze nice pencereler açacaktır.

Musibetzedelere karşı da son derece hassas bir üslupla, sabır ve sebat telkini zaman ve mekânın nezaketi gözetilerek yapılmalıdır. Böylesi zamanlarda sözü azaltmalı, dinlemeyi çoğaltmalı, beden ve hâl dili ile musibetzedenin yanında olabilmelidir. Kullanılan kelimeler özenle seçilmelidir.

FİİLÎ VAZİFEMİZ

Musibete uğramış kimse öncelikle beden, akıl ve duygu sağlığına önem vermelidir. Bunun için maddî-manevî vesilelere tevessül etmeli, bir taraftan da dua ve tazarru ile her şeyin Rabbi ve mâliki olan Yüce Mevlâya yönelmelidir. Musibetin ilk anlarında eli-kolu düşmüş bir konuma düşmek mazur görülürse de bu hali devam ettirmek hastalığı ve musibeti daha da derinleştireceğinden bu halden kurtulma adına gerek maddî ve gerekse manevî tedavilere kısa sürede teşebbüs etmek ihmal edilmemelidir. Zira nefes alıp verdiğimiz müddetçe imtihanımız devam etmektedir.

Musibetzedeye karşı diğer müminlerin fiilî vazifeleri ise çok daha mühimdir. Düşenin elinden tutmak, canımızla, malımızla ve her çeşit imkanımızla onun yanında olmak bir kardeşlik ve insaniyet borcumuzdur. Darda kalanın imdadına yetişmek, gönlüne sürur vermek, sıkıntılarına ortak olmak, kimi zaman farz ve kimi zaman da en faziletli bir ameldir. Musibete uğrayanın kaybını telafi etme imkânı varsa bu konuda teşebbüste bulunmak ve bu yolla bir gönlü imar etmek, ârifler nazarında Kâbe’yi imar etmeden daha faziletli bir ameldir. Aile efradına kol-kanat germek, kim bilir belki de nice cennetleri açacak anahtarları elde etmektir. Böylesi zamanlarda sadece konuşmak değil, aktif olarak iş yapmak hünerdir. Fiilî hizmetin gerektirdiği yerde bulunmayıp da sadece boş sözle yetinmek, musibetzedeye teselli değil belki musibetini artıran bir eziyettir. Bu konuda da dikkatli olunmalı, en azından susmasını bilmelidir.

KALBÎ VAZİFEMİZ VE EDEBİMİZ

İnsanın en zor işlerinden birisi gönlüne sahip olmaktır. Hatta denilebilir ki bu hal, insanın elinde de değildir. Bu yönüyle kalbin istikametini ancak duaya yönelmekle Rabbimizin rahmetine nailiyet koruyabilir, diyebiliriz. Bu itibarla bu konuda en önemli mükellefiyetimiz, dua ibadetine tevessül etmektir.

Musibetzede mümin, öncelikle Rabbine karşı hüsn-i zannını korumalı ve bunun için de gönlünü Hak üzere sebat ettirmesi için Mevlasına tazarru ve niyaz etmelidir. Aziz Mahmud Hüdayî misali:

Alan Sensin veren Sensin kılan Sen

Ne verdinse odur dahi nemiz var

diyerek varlığın yegane sahibinin Rabbü’l-âlemîn olduğu şuur ve hissiyatını yüreğinde korumaya gayret etmelidir. Bu derecede kalbini koruyamasa da oluşması muhtemel negatif hissiyatı en azından diline taşımamalıdır.

“Şimdi teslimiyet ve rıza vaktidir” sözünü sıkça tekrarlamak, kalbe destek olma adına önemli vesilelerden biridir. Muhtelif iptilalar karşısında örnek duruşlar sergilemiş olan peygamberler ve sâlih kulların halini hatırlamak da kalbi korumada elbette son derece önemlidir.

Musibetzedenin kalbinde olumlu duyguların oluşmasına vesile olacak söz ve dualar, diğer müminlerin en önemli vazifelerinden biridir. Bazen bir tek cümle, insanı ayağa kaldırmaya yetecektir. Söz, samimiyet, muhabbet ve merhamet yüklüyse diriltici bir ruha dönüşecektir.

Tedbir önemlidir ve elbette gereklidir; ancak takdire rıza anında tedbirden ya da tedbirsizlikten bahsetmek, gönlü teskin etmek değil belki tedirgin etmektir. Böylesi zamanlarda kulu diri tutan kadere iman ve Rabbe tam tevekkül halidir.

Musibetzedelere karşı kalben sû-i zan beslemek de günahlardan biri olabilir. Zira her bir musibetin -zahiren aynı bile olsa- her bir kimse için farklı sonuçları ve hükümleri olabilecektir. Cezâ mıdır, rahmet midir, günaha keffâret midir, terfi-i derecât vesilesi midir, bunu bilecek ve takdir edecek olan yalnız Allah’tır. Öyleyse musibetzedeye bakarken ve durumunu değerlendirirken kendimizi o kulun Mevlâsı yerine koymamak önemlidir. Biz kuluz ve kimsenin Rabbi, Mâliki ve Hâkimi değiliz.

Dipnotlar:

[1]“Sıkıntı ve üzüntülerden uzak bir ömür sürmek istiyorsan bu cihana gelmemeliydin; zira bu dünya sahnesinde yer alan herkes bir şekilde musibetlerle imtihana tabi tutulacaktır.” [2]“Hak Teâlâ’nın ne zaman Cemâl (rahmet) tecellisi zuhur etse hemen peşinden bir Celâl tecellisi onu takip eder. Görmez misin bir gül açınca hemen yanı başında bir diken ortaya çıkıverir.”

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 445

İslam ve İhsan

BELÂ VE MUSİBETLERİN SEBEBİ

Belâ ve Musibetlerin Sebebi

BELA VE MUSİBETLERE KARŞI SABRETMENİN SEVABI

Bela ve Musibetlere Karşı Sabretmenin Sevabı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.