Murâkabe-i Muhabbet Nedir?

Murâkabe-i muhabbet, Hak dostluğunun tahkik safhasıdır. Kul, her hâl ve hareketinde takvâya riâyet ettikçe, gönül âleminde mârifetullah güneşi parlamaya başlar. Mârifetullah arttıkça da ilâhî muhabbet gönle hâkim olur. Zira Hak Teâlâ’nın kemâl ve cemâline mârifet; hayranlık ve meclûbiyet duygularını harekete geçirir.

MUHABBETİN KAYNAĞI

Esâsen muhabbetin menşei, isimlerinden biri de “el-Vedûd” olan Yüce Rabbimiz’dir. “el-Vedûd” ism-i şerîfi, “çok seven ve çok sevilen” mânâsındadır. Kul, öncelikle O’nun sevgisine mazhar olabilecek güzelliklerle kendini tezyin etmeye sa’y ü gayret etmelidir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu sevgiye mazhar olacak kimseler muhtelif âyetlerde şöyle beyan edilir:

ALLAH KİMLERİ SEVER?

“Ey îmân edenler! Sizden kim dîninden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allâh’ı severler; mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda çalışır, gayret gösterirler, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allâh’ın bir lûtfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” (el-Mâide, 54)

(Ey Nebiyy-i Ekrem!) De ki: Eğer siz Allâh’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün! Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” (Âl-i İmrân, 31)

“Allah muhsinleri (dürüstleri, güzel davrananları, ihsan ve ikram ehlini) sever.” (el-Bakara, 195)

“Şüphesiz ki Allah, çok tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever!” (el-Bakara, 222)

“Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân, 146)

“Muhakkak ki Allah, kendine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159)

“Allah, âdil davrananları sever.” (el-Hucurât, 9)

“Muhakkak ki Allah, müttakîleri sever.” (et-Tevbe, 4)

“Allah, kendi yolunda bünyân-ı marsûs (parçaları kurşunla kenetlenerek yekpâre hâle gelmiş sağlam bir bina) gibi saf bağlayarak çarpışanları (cihad edenleri) sever. (es-Saff, 4)

ALLAH, GENÇLİĞİNİ ALLAH'IN TAÂTİNDE GEÇİREN GENCİ SEVER

Allah Teâlâ bir kudsî hadiste de şöyle buyurmuştur:

“Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle yaklaşmış olmaz. Nâfilelerle de durmadan Bana yaklaşmaya devam eder. Tâ ki Ben onu severim. Ben onu sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Ben’den bir şey talep ederse istediğini mutlaka ona veririm. Herhangi bir şeyden korumamı isterse de onu muhakkak ondan korurum.” (Buhârî, Rikāk, 38; İbn-i Mâce, Fiten, 16)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine mazhar olabilecek kulların kimler olacağını şöyle beyan eder:

“Allah, takvâ sâhibi, gönlü zengin ve kendisini ibâdete vererek şan ve şöhretten uzak duran ve nefsinin ıslâhı ile meşgul olan kulunu sever.” (Müslim, Zühd, 11)

“Allah Teâlâ, «Rafîktır», her işte rıfkla muâmele etmeyi sever. Huşû içinde, hüzünlü ve merhametli olan, insanlara hayrı öğretip Allâh’a itaat etmeye çağıran her kalbi de sever. Katı, lâubâlî, boş ve rûhunun tekrar kendisine dönüp dönmeyeceğini bilemediği hâlde bütün gece boyunca uyuyan ve Allâh’ı çok az zikreden her kalbe de buğz eder.” (Deylemî, Müsned, I, 158)

“Allah Teâlâ, gençliğini Allâh’ın tâatinde geçiren genci sever. (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 65)

“Allah Teâlâ, kulunu helâl peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette görmeyi sever.(Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 65)

“Allah, bakıma muhtaç ehl ü ıyâl sahibi olup dilencilik ve haram kazançtan kaçınan fakir mü’min kulunu sever. (İbn-i Mâce, Zühd, 5)

“Allah -azze ve celle- bir iş yaptığında sağlam ve güzel yapan kişiyi sever.” (Deylemî, Müsned, I, 157)

MUHABBET-İ İLÂHİYYE NASIL DOĞAR?

Kul, Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini celbedecek güzel vasıflarla hâllendikçe, Hak Teâlâ’nın kuluna olan muhabbeti artar. Bu muhabbet, kulda da muhabbet-i ilâhiyyenin doğmasına vesîle olur. Yani önce Allah kulunu sever ve sonra da kulda Allah muhabbeti coşmaya başlar. Bu sevgi öyle engin bir hâl alır ki, artık o kul, Allah adına -müseccel Allah düşmanları hâriç- hemen her bir varlıkla dost olur. Bu durum Allah dostluğunun tabiî bir sonucudur.

Böyleleri nûrânî bir câzibe merkezi hâline geldiklerinden, diğer insanlar da irâdî veya gayr-i irâdî olarak onları sevmeye başlarlar. Zira Hak Teâlâ, böyle sâlih kullarını sevdiği gibi, onları istîdatları nisbetinde diğer kullarına da sevdirir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُدًّا

“Îmân edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, Rahmân olan Allah, onlar için bir meveddet (bir sevgi) verecek (onları gönüllere sevdirecek)tir.” (Meryem, 96)

HERKESİN SEVDİĞİ İNSANLAR

Fâhr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Allah Teâlâ bir kulu sevdiğinde Cebrâil’i çağırır ve:

«–Ben falan kulumu seviyorum, sen de sev!» buyurur.

Cebrâil de onu sever ve semâ ehline nidâ eder:

«–Allah, falanı seviyor, siz de seviniz!»

Semâ ehli de onu severler. Sonra onun sevgisi yeryüzündekilere de verilir, herkes ona muhabbet gösterir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6)

ALLAH'A OLAN SEVGİMİZ, BÜTÜN SEVGİLERİN ÜSTÜNDE OLMALI

Muhabbetullah, kulun kalbinde her sevginin üstünde olmalıdır. Hattâ mü’min, Allâh’ın kendisine lutfettiği bütün nimetlere yönelik gönlünde oluşan sevgi ve ilgisini, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmak ve O’nun muhabbet ve rızâsına erişmek için bir vesîle hâline getirmelidir. Meselâ mal kazanma hırsını ve sevgisini, Allah rızâsı uğrunda daha fazla infâk edebilme niyetine; çocuklarına olan sevgisini, Allah yolunda sâlih ve sâdık güzel bir kul olmalarına; makam, îtibar ve şöhretini, Allah için daha fazla hizmet etme fırsatına dönüştürmeye çalışmalıdır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Yolculuğu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.