Mü'minin Dünyaya Bakış Tarzı

Müʼmin, dünyaya bakış tarzını, Kurʼân ve Sünnet ölçüleriyle tanzim ettiği takdirde, ona karşı zâhid davranması, yani ondan kalben uzaklaşması, gayet tabiîdir. Dünyaya karşı zâhid olmak; onun sevgisini kalbe sokmamaktır. Kalbi, dünya nîmetlerinin kasası yapmamaktır. Yoksa dünyadan el etek çekerek, kendisinin ve mesʼûl olduğu kimselerin maîşetini temin gayretinden vazgeçmek değildir.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur: “Dünyanın ne kıymeti var ki, ona karşı zâhid davranmaktan bahsedilsin!” [1]

Müʼmin, dünyaya bakış tarzını, Kurʼân ve Sünnet ölçüleriyle tanzim ettiği takdirde, ona karşı zâhid davranması, yani ondan kalben uzaklaşması, gayet tabiîdir. Kalben dünyadan uzaklaşanlar nazarında, dünya iyice küçülüp ehemmiyetini yitirir.

Zira Allah katında dünyanın, bir sineğin kanadı kadar bile değeri olmadığını bilen, âhiretin sonsuzluğu karşısında dünya hayatının deryadan bir damla hükmünde bulunduğunu idrâk eden bir müʼminin, fânî dünya nîmetleri için Kâinâtın Hâlıkıʼnı gazaplandırması, gelgeç zevkler uğruna ebedî saâdetini tehlikeye atması söz konusu olamaz.

Gören gözler için bu cihandaki umûmî manzara, fânîliktir. Ebedî saâdete nâil olmak isteyen kimse, fânî câzibelere aldanmaz.

DÜNYADA FÂNİ CAZİBELERE ALDANANLAR

Mevlânâ Hazretleri, dünyanın fânî câzibelerine aldananlara şöyle hitâb eder:

“Ey yağlı-ballı yemekler ve nefis gıdalar görüp imrenen! Kalk helâya git de, onların âkıbetini orada gör!”

“Pisliğe de ki: Senin o güzelliğin, tabak içindeki lezzet, letâfet ve güzel kokun nerede?”

“Cevâben sana der ki: O saydığın şeyler gonca idi. Ben de kurulmuş bir tuzaktım. Sen gelip tuzağa düşünce; gonca eridi, soldu ve cürûfa döndü.”

İşte bizler de günün birinde eriyip solacak, cürûfa dönecek dünya nîmetleriyle imtihan edilmekte olan âhiret yolcularıyız. O hâlde bizim için, dünya misafirhanesinde yerli edâsıyla oturmak ve bu misafirhanenin nefsânî tezyinâtıyla haddinden fazla meşgul olmak kadar büyük bir aldanış tasavvur olunamaz.

İmâm Şâfiî Hazretleri böyle bir aldanışa dûçâr olmaktan sakınmamız için şu nasihatlerde bulunur:

“Kervanların yolculuk esnâsında ev inşâ etmeleri akıl kârı değildir!

Serabın kendisini görene hıyânet etmesi ve kendisine bel bağlayanların umudunu boşa çıkarması gibi; dünyevî arzu ve emeller de nicelerini perişan etmiştir…

Allâh’ın akıllı kulları şunlardır ki; dünyanın boş hevâ ve heveslerine aldanmazlar.

Diğer taraftan da, dünyanın ve âhiretin belâ ve imtihanlarından korkarlar. Dünyaya ibretle nazar ederler ve bilirler ki, ondan bir fânîye ne yâr olur ne de vatan!..”

Dünyaya karşı zâhid olmak; onun sevgisini kalbe sokmamaktır. Kalbi, dünya nîmetlerinin kasası yapmamaktır. Yoksa dünyadan el etek çekerek, kendisinin ve mesʼûl olduğu kimselerin maîşetini temin gayretinden vazgeçmek değildir.

GÖNÜLLER ALLAH İLE OLDUĞU TAKDİRDE DÜNYA İLE MEŞGULİYETİN ZARARI YOK

Mevlânâ Hazretleri der ki: “Şunu bilesin ki dünya; para, pul, karşı cins, giyim-kuşam, ticâret değil; Allah’tan gâfil olmaktır...”

Yani gönüller Allah ile olduğu takdirde, dünya ile meşgûliyetin bir zararı yoktur.

Nitekim sahâbe-i kirâm arasında Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Osman, Abdurrahman bin Avf gibi zengin sahâbîler de bulunmaktaydı. Fakat onlar, gâyet sâde ve mütevâzı yaşamayı, gönüllü olarak tercih ediyor, dünya servetini dâimâ kalplerinin dışında taşıyorlardı. Asgarî ihtiyaçlarının dışındakileri, Allah ve Rasûlüʼnün emrine âmâde kılıyorlardı. Yine bu kazandıklarını, Allâhʼın rızâsını tahsil maksadıyla harcayıp ebedî saâdet sermâyesi hâline getiriyorlardı.

Zira onlar, şu âyet-i kerîmenin şuur ve idrâki içinde yaşıyorlardı:

Allâhʼın sana verdiğinden (Oʼnun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allâhʼın sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsân et…” (el-Kasas, 77)

İşte gerçek bir müʼmin, her ne kadar dünya hizmet ve vazifeleriyle meşgul olsa da, dâimâ âhiret yolcusu olduğunun şuuruyla, Rabbine selîm bir kalp götürebilmenin derdinde olan kimsedir.

Bu hakîkatlerden uzak bir şekilde, bütün çalışması, kazancı, derdi ve tasası, nefsânî ve dünyevî gâyelerden ibâret olan gâfillerin ise;

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ : Çalışmış, (ama boşuna) yorulmuşlardır.” (el-Ğâşiye, 3) âyet-i kerîmesi muktezâsınca, âhirette ellerine azap dolu bir nedâmetten başka bir şey geçmeyecektir.

[1] Abbâs, Ebû Yezîd, s. 90.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-i Bistâmî, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.