Muhteris Kimlere Denir?

Muhteris insana Dünya’yı versen; “Acaba Ayʼda bir parsel yok mu?” der. Nefsânî ihtirasların sonu gelmez. Gönlün huzuru; kanaat, rızâ ve şükürdedir.

Şeyh Sâdî buyurur:

“On adam bir sofrada huzurla yemek yerler. Buna mukâbil, muhteris insanların hâli, iki köpeğin bir leş üzerinde geçinemeyişine benzer. Aç gözlü, haris birine bütün Dünyaʼyı versen doymaz; lâkin kanaatkâr insan, bir kuru ekmekle doyar.”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:

“İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. ...” (Buhârî, Rikâk, 10)

Muhteris insana Dünya’yı versen; “Acaba Ayʼda bir parsel yok mu?” der. Nefsânî ihtirasların sonu gelmez. Gönlün huzuru; kanaat, rızâ ve şükürdedir.

MUHTERİS KİMSE NEYE BENZER?

Muhteris kimse, bir testiye benzer; karnı dolsa da ağzı kapanmaz. Hâlbuki bir testiye deryâlar boşaltmaya kalksan, istiâbından fazla ne alabilir? Yine muhteris, bir ocak, soba veya mangal gibidir ki, ona odun ve kömür gibi yakacaklar yığıldıkça, işbâ hâline gelip sönmez; bilakis alev ve harâreti artar.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, muhteris insanı şöyle ifâde buyurur:

“Âdemoğlunun iki dere dolusu malı olsa bir üçüncüsünü ister. Ademoğlunun içini/karnını topraktan başka bir şey dolduramaz.” (Buhârî, Rikâk, 10; Müslim, Zekât, 116)

MUHTERİSLERİN ÖZELLİKLERİ

Bu düşkünlüğü dolayısıyla insanoğlunun ticârette yaptığı hîle ve düzenbazlıkların haddi hesabı yoktur. Bu yüzden nice kavimler batmıştır. Yine de bu dünya akıllanmayan nice gaflet yolcularıyla doludur. Sınırsız zenginlikleri dolayısıyla infak, zekat ve muhtelif hayr u hasenât ile fakir, garip, kimsesiz, dul, yetim ve muhtaçları gözetecekleri yerde onların haklarını bir vampir iştahıyla gasbedenler tarih boyu hiç eksik olmamıştır...

Dîn, rûha bir yük durumundaki bedene saâdet ve rahatlık getirmek dâvâsında değildir. Bilâkis rûhu, insanın bedenî ve nefsânî yönüne hâkim kılmak dâvâsındadır. Ticâret, bir merhaleden sonra nefslerimize ve hırslarımıza gem vurmak olmalı ki, haddi aşıp dünya ve âhiret bedbahtı olmayalım... Tüccarı vurguncu, kontrol organları hırsız ve rüşvetçilerle dolu bir cemiyet bünyesinde huzur aramak boş bir hayal olur...

MUHTERİSLER HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmete kadar gelecek ümmetlere ibret olması için Şuayb -aleyhisselâm-’ın kavmi olan Medyen ve Eyke halklarının helâkinin, ticâret ahlâklarının son derece bozulmuş olması sebebiyle gerçekleştiğini bildirmektedir. Onun için ticârette sahtekârlık yapılıp haram yenmesi, zayıfların ezilmesi, bir kavmin helâkine sebeb olacak kadar ağır bir cürümdür.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Altın ve gümüş paranın, kibir ve gurur taşıyan elbisenin kulu olan helâk olsun!.. Çıkar düşkünü (muhteris) kişiye (dilediği) verilirse memnun olur, verilmez ise râzı olmaz (ilâhî taksim ve takdîre isyan eder).” (Buhârî, Rikak,10; Cihad, 70; İbn Mâce, Zühd, 8)

KİŞİNİN İÇ ÂLEMİ NASILSA TİCARETİ DE ÖYLEDİR

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir kimse methedildiği zaman, methedene, üç şeyi, yâni:

“–Sen onunla hiç komşuluk, yolculuk veya ticâret yaptın mı?” diye sordu. Muhâtabı üçünü de yapmadığını söyleyince:

“–Zannedersem, sen onun câmîde Kur’ân okurken başını salladığını gördün!” dedi. Adamın da:

“–Evet, yâ Ömer! Benim gördüğüm öyle idi.” ifâdesi üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–O zaman medihte bulunma! Zîrâ ihlâs, kulun boynunda değildir.” buyurdu.

Burada Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın verdiği ölçü, zâhire aldanmamak, kişinin fiiline ve beşerî münâsebetlerine göre kanâat sâhibi olmak îcâb ettiğidir. Menfaatinden imtihan verip geçer not almamış olanın tezkiyesinin tehlikesine işârettir.

Görüldüğü gibi ticâret, ferdin iç dünyasını dışa yansıtır. Yâni ferdin iç âlemi nasılsa ticâreti de öyledir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Bahçesinden Son Nefes, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.