Mezheplere Göre Seferinin Durumu ile İlgili Meseleler

“Seferînin durumuna ne dersiniz? Yalnız başına kılınca iki rekât mukîm bir imama uyunca dört rekât kılıyor?” sorusuna İbn Abbas’ın verdiği cevap.

Yolculuk hangi amaçla yapılırsa yapılsın seferîlik hükümleri devam eder. Yolcunun kastının haram, mekruh veya mübah bir iş olması sonucu etkilemez. Buna göre her türlü yolculuk sırasında namazları kısaltmak ve ramazan orucunu tutmamak caiz olur. Meselâ; yol kesmek, meşrû olmayan bir eğlenti yapmak veya başka bir haramı işlemek için yolculuk yapan kimse de yolculuk ruhsatlarından yararlanabilir. Delil; yolculukta namazların kısaltılabileceğini bildiren âyetin[1] mutlak ifadesi ile Cuma namazı sırasında yapılacak alış-verişin[2] mekruh olmakla birlikte geçerli sayılmasına kıyastır.[3]

MEZHEPLERE GÖRE SEFERİNİN DURUMU

Hanefîler dışındaki çoğunluk müctehidlere göre ise yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak gibi Allah’a isyan bulunan yolculuklarda sefere mahsus olan namazların kısaltılması, birleştirilmesi, oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün mesh etmek, binek üzerinde nâfile namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah olmaz. Çünkü bu gibi kimseler Allah’a isyan için yolculuk yapmış sayılır. Bu konudaki kaide şudur: “Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz.” Yine Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan etini yemeyi “sınırı aşmama ve Allah’a isyanda bulunmama” şartına bağlamıştır.[4]

Seferî kimse bir beldede on beş günden daha fazla kalmaya niyet edince mukîm olur ve artık namazlarını tam kılar. Eğer on beş günden az kalmaya niyet ederse seferîliği devam eder. Bu konuda dayanılan delil, kadınların temizlik süresine kıyastır. Temizlik süresi, hayız sebebiyle kadının üzerinden düşen namaz ve orucun edasına dönmeyi gerektirir. İkâmet yerinde bulunmak da sefer sebebiyle kişinin üzerinden düşen bazı vecîbelerin yapılmasına geri dönmeyi gerektirir. Bu yüzden temizlik süresinin on beş gün ile sınırlanması gibi, en az ikâmet süresinin de on beş gün olarak takdir edilmesi gerekir. Bu görüş İbn Abbas ve İbn Ömer (r. anhümâ)dan nakledilen şu söze dayanır: “Seferî olduğun halde bir beldeye girer ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını tam kıl. Eğer buradan ne zaman sefere çıkacağını bilemezsen namazlarını kısaltarak kıl.” [5]

Seferîlik mesafesi kadar uzak bir yere giden kimse, burada belirli bir ihtiyacını görmek için bekler ve “bugün çıkarım, yarın çıkarım” diye, kalmaya niyet etmeksizin uzun süre kalırsa seferîlik hükümlerinden yararlanmaya devam eder. Nitekim Sa’d İbn Ebî Vakkas (ö. 55/675), Nişabur’un bir köyünde iki ay: Abdullah İbn Ömer, Azerbaycan’da bir ay; Alkame (ö.62/681) Harzem’de iki yıl kalmış ve namazları kısa kılmışlardır.[6]

Ordu bir beldeye girse burada on beş günden daha fazla kalmaya niyet etse bile namazlarını kısaltarak kılarlar. Çünkü orada kalmak veya yenilip, çekilmek ihtimali bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli değildir.

Şâfi ve Mâlikîler’e göre, yolcu bir yerde dört gün kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Çünkü sünnet, bir yerde dört günden az kalmanın seferin hükmünü kesmeyeceğini açıklamıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) umre yaptığı zaman Mekke’de üç gün süreyle kalmış ve namazlarını kısaltarak kılmıştır.[7]

Hanbelîler’e göre, dört günden fazla veya yirmi vakit namazdan fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Bundan az olursa kısaltarak kılar.[8]

Yolculuk ve ikâmet hallerinde tabi olanın değil, tabi olunanın niyeti geçerlidir. Bu yüzden asker, komutanın; işçi işverenin; öğrenci hocasının, kadın kocasının niyetine göre mukîm veya yolcu olmuş olur.

Yolculuk konusunda henüz ergenlik çağına girmemiş olan çocuk hakkında da sefer hükümleri cereyan etmez. Şâfiîler’e göre ise mümeyyiz çocuğun yolculuğa niyeti geçerli olup, namazını kısaltarak kılabilir.

Yolculuk halinde bulunan kimse tabi olduğu kimsenin nereye gideceğini ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap alamadığı takdirde üç günlük mesafeye kadar namazlarını tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar.

İslâm Devlet başkanı sefere niyet etmeksizin ülkesi içinde bir süre dolaşacak olsa, namazlarını tam kılar, fakat sefer süresi kadar dolaşmaya niyet ederse namazlarını kısaltır. Doğru olan budur.

Mukîmin kazaya kalan namazları yolculuğa çıkmasıyla ve yolcunun kazaya kalan namazları da ikâmete niyet etmesiyle değişmez. Bu yüzden seferde iken kazaya kalan namazlarını ikişer rekât olarak kılar. Bir yolcu da ikâmet zamanında kazaya kalmış namazlarını dörder rekât olarak kılar.

Namaz cemaatle kılındığında mukîm yolcuya, yolcu mukîme uyabilir. Mukîm kişi, yolcu kişiye uymuşsa, yolcu imam iki rekâtın sonunda selâm verince, mukîm cemaat selâm vermeyip kalkar ve namazı dörde tamamlar. Namazın baş tarafını imamla kılmış ve farz olan kıraat yerine gelmiş olduğu için, bu kişi -sağlam görüşe göre- namazı başkaca kıraat etmeksizin tamamlar, yanılırsa sehiv secdesi yapması da gerekmez. Çünkü bu mukîm bir lâhik mesabesindedir. (bk. “Lâhik” konusu.) İmam olan misafirin namazdan önce; “Ben seferîyim, siz namazlarınızı tamamlayın” demesi müstehaptır.

Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir. Bu durumda dört rekâtlı bir farz namazını mukîm gibi tam olarak kılar. İmama vakit içinde uymakla farz namazı iki rekâttan dört rekâta dönüşmüş olur. İbn Abbas: Seferî’nin durumuna ne dersiniz? Yalnız başına kılınca iki rekât mukîm bir imama uyunca dört rekât kılıyor? Sorusuna, “Böyle yapmak sünnete uygundur.” diye cevap vermiştir.[9] Nâfi’ şöyle demiştir: “İbn Ömer seferî olduğu zaman imamla birlikte namaz kılınca dört rekât kılar, yalnız başına kıldığı zaman ise iki rekât kılardı.” [10]

Bir kimse misafir iken kazaya kalan dört rekâtlı bir namazında mukîm imama uyamaz. Çünkü bu namaz daha önceden iki rekât olarak meydana gelmiştir.

Dipnotlar:

[1] Nisâ, 4/101. [2] Cum’a, 62/9. [3] İbnu’l-Humâm, age, I, 405 vd; İbn Âbidîn, age, I, 733, 736; Zeylâî, Tebyînü’l-Hakâik, I, 215 vd. [4] Bakara, 2/173; bk. İbn Rüşd, age, I, 163; Şirbînî, age, I, 268; İbn Kudâme, age, III, 261; Zühaylî, age, II, 323 vd. [5] Kâsânî, Bedâyi’, I, 97; Askalânî, Bulûğu’l- Merâm, II, 111; Zühaylî, age, II, 323. [6] Kâsânî, Bedâyi’, I, 97; İbnu’l-Humâm, age, I, 397; Şirâzî, age, I, 103; İbn Rüşd, Bidâye, I, 63. [7] Şevkânî, age, III, 207 vd. [8] Geniş bilgi için bk. Hamdi Döndüren, Seferîlik ve Hükümleri, (Bildiri), Neşr. Ensar, İstanbul 1997, s.171-196. [9] Zühaylî, age, II, 335. [10] Zühaylî, age, II, 335.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

SEFERİ NEDİR, KİME DENİR?

Seferi Nedir, Kime Denir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.