Maneviyat Yolunda İlerlemenin Sırrı

Maneviyat yolunda ilerlemek için dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? Salikin maneviyat yolunda ilerlemesinin/yol almasının sırları...

Tazim; “ululamak, büyüklemek” demektir. İnsan Rabbini, O’nun emirlerini ve O’nun sevdiklerini tazim ettiği oranda maneviyat yolunda ilerler, bunun aksine nefsini, fani dünyayı ve menfaatlerini tazim ettiği, büyüklediği oranda seyr u süluktan geri kalır. Gerçek tazim sadece dille değil, hem lisan hem de amel ile olur.

İmam Gazali Hazretleri Hakkı sadece dilleri ile tazim edenler hakkında şöyle der: “Allahu Ekber, Allah her şeyden büyüktür” dediğin zaman kalbin dilini yalanlamasın. Eğer gönlünde Allah Teâlâ’dan büyük başka bir şey kabul ediyorsan, her ne kadar sözün doğru olsa bile Allah Teâlâ senin yalancılığına şahadet eder… Eğer kendi arzu ve isteklerin Allah Teâlâ’nın emirleri üzerine galebe çalmışsa, sen Allah’tan çok nefsine itaat ediyor ve nefsini ilah ittihaz ederek onu büyültmüş oluyorsun, o zaman senin “Allahu Ekber” sözün kuru bir laftan ibarettir. Eğer bu halden tövbe edilmez, Allah’tan mağfiret dilenmez ise insan Allah’ın affına erişemez ve durum cidden tehlikeli olur.” (İhyâ, trc. Müftüoğlu, c. I, s. 419)

MANEVİYAT YOLUNDA İLERLEMENİN SIRRI

Gazali’nin uyarısını yaptığı bu tehlikeli durum günümüzde tam olarak gerçekleşmiştir. Zira modern dünya kültürü, dini değerlerin tahkir edildiği bunun aksine egonun ve maddi zevklerin sınırsızca tazim edildiği bir hayat tarzını dikte etmektedir. Günümüzün maddeperest insanı Yaratıcıyı değil de dünya hayatını büyüklemekte, fani zevklere kul olmaktadır. Sufiler bu hususta insanları uyandırmak için pek çok eser kaleme almışlar, özellikle kitab-ı zühdler yazarak maddeperestliğin zararlarından müslümanları korumaya çalışmışlardır.

İnsan yaratılış itibarı ile peşin zevkleri elde etmeye düşkün, menfaatini putlaştırmaya yatkın bir varlıktır. Manevi bir terbiye almadığında şu kısacık dünya için yapmayacağı şey yoktur. Böyle bir insan kolaylıkla Allah’a ve Rasûlüne karşı kibirlenir, ilahi emir ve yasakları keyfince çiğner. Hâlbuki Allah Celle Celâluhû, mutlak olarak hiçbir şeye muhtaç olmadı­ğı halde emirler ve yasaklar koymakla kullarına ikramda bulun­muştur. Öyleyse bu büyük nimete lâyıkıyla şükretmemiz, minnet­tarlık ve şükran duyguları içinde şeriatın hükümlerini yerine ge­tirmek için çaba sarf etmemiz gerekir. Bu yaygın hastalığın çaresi Rabbimiz ile ilgili marifetimizi artırmak, O’nu gözümüzde sonsuz şekilde büyütürken nefsimizi de bir o kadar tahkir etmek ve küçük görmektir.

Nitekim Rabbimiz kendi azametini ve nefsin hakir halini tefekkür etmemiz için şöyle buyurur: “Kahrolası o insan ne kadar da nankördür! Allah, onu hangi şeyden yarattı (hiç düşünmez mi)? Bir nutfeden (spermadan) yarattı da ona (en güzel surette) şekil verdi. Sonra da ona (yaşama ve kavrama) yolunu kolaylaştırdı.” (Abese, 17-20)

Sufilere göre din yolunda ilerlemek ancak Hakkın işlerini tazim ile mümkün olur. Hakkı tazim etmenin bir başka tecellisi de Onun yarattığı insanlara karşı hizmet ve ihtiramda görülür.

Tasavvufun ikinci boyutu ise ibadullaha kullara layık olan şekilde tazim/saygı göstermek, kibirden uzak durmaktır. İnsani ilişkilerde olabildiğince kendimizi değil de muhatabımızı öncelemeli, bencillikten kaçınmalıyız. Bugün insanlar arası sıkıntılarda en büyük sebep ferdin kendini başkalarından önemli görmesi yani kibirlenmesi, muhatabını ise küçük görmesidir. Hâlbuki insan başkalarını büyük gördükçe büyür, kendini büyülttükçe de küçülür. Samimi mümin insanları incitmemeye gayret eder, velev ki bu insan gayrimüslim olsun.

İmam Rabbani bu hususta şöyle der: “İyi biliniz ki kalp, Allah Sübhânehu’nun komşusudur; onun mukaddes zâtına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O hâlde ister mümin olsun ister âsî olsun, kalbe eziyet etmekten sakınınız! Aman bundan uzak du­run! Zira küfürden sonra, kalbe eziyet etmek kadar Allah Teâlâ’nın öfkesine sebep olan başka bir günah yoktur.” (Mektubat, III, 45. Mektup)

Sufilerin benlik dedikleri kibir o kadar çirkin bir manevi hastalıktır ki hadiste buyrulduğu üzere ondan bir zerresini bile üzerinde bulunduran cennete giremeyecektir. Peygamber Efendimiz (sav) “Kalbinde bir zerre kibir bulunan cennete giremez” buyurmuştur. İmam Gazali bu hadisi şu şekilde açıklar: “Kibrin cennete girmeye engel olmasının sebebi onun kul ile bütün müminler arasında bir engel oluşturmasından dolayıdır. Zira kibirli insan büyüklenir, kendi için sevdiğini başkası için sevemez, kin hiddet ve çekememezlik hastalıklarından kurtulamaz, kimseden nasihat kabul etmediği gibi kimseye de samimi ve güzel nasihat edemez. Kibirli insan kibrini muhafaza edebilmek için her tür kötülüğe başvurmaktan kendine alamaz. Kendinde bulunan az bir güzel hasleti de böylece kaybeder.” (Gazali, İhya, Erkam, c.6, s.450)

Bu hastalığın çaresi olarak mürşidler, müride onun kibrini kıracak işler yaptırırlar. Hüdayi hazretleri, Halid-i Bağdadi hazretleri gibi kadılık derecesinde büyük müftü olan zatlara mürşidleri tuvalet temizliği yaptırmış onlardaki kibri ve narsizmi bu şekilde tedavi etmiştir. Gerçekten de bugün ailelerin dağılması akraba komşuluk ilişkilerini bozulmasında bencillik ve narsizim hastalığı en büyük rolü oynamaktadır. “Önce ben”, “yalnızca ben”, “hep ben” diyen bu şeytani anlayış maddi refahın arttığı ülkemizde bir kanser gibi yayılmaktadır.

Yüce Rabbimiz kalbinde kibir taşıyanları her tür hikmet ve marifetten mahrum eder, onlar kibirlerinden dolayı din büyüklerine, mürşidlere boyun eğmezler, kendi nefislerinin peşinden giderler, maneviyat yolunda ise geri kalırlar, Yüce Rabbimiz kibir sahipleri için şöyle der:

“Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri âyetlerimden uzak tutacağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler.” (Araf, 146)

Sufi eğitim metoduna göre salikin maneviyat yolunda ilerlemesi için onun mütevazı olması asıldır. Mürid öncelikle ihvanı içinde fani olmalı, yol arkadaşlarını her hususta kendine tercih etmelidir. İhvanını, mürşidini, Kitabını ve Peygamberini tazim etmeden kemale erilmez, ne mutlu layığını tazim eden salih kullara!

Kaynak: Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 459

İslam ve İhsan

MANEN YÜKSELMENİN YOLU

Manen Yükselmenin Yolu

MANEVİ YOLDA İLERLEMEK İÇİN 12 KURAL

Manevi Yolda İlerlemek İçin 12 Kural

HATALARIN AFFINA VE DERECELERİN YÜKSELMESİNE VESİLE AMELLER

Hataların Affına ve Derecelerin Yükselmesine Vesile Ameller

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.