Kim Çok Yerse Şu Altı Çeşit Bela İle Karşılaşır

Hz. Mevlana’ya göre en etkili ilaç nedir? Açlık ve aşırı tokluk arasındaki farklar neler? Çok yiyenin başına neler gelir? 

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Şunu iyi bil ki açlık, ilâçların şâhıdır. Açlığı canla başla benimse, onu hor görme! Nice hastalık, açlıkla iyileşir. Güzel yemekler bile, acıkmadıkça hoşa gitmez!

Adamın biri büyük bir iştahla, bayat ekmek yiyordu. Başka bir adam;

«‒O bayat ekmeği ne diye bu kadar iştahla yiyorsun?» diye sordu. Adam dedi ki:

«‒Sabrın sonunda açlık iki misli arttı ve bu bayat arpa ekmeği bile bana helva gibi lezzetli oldu! Sabırlı olduğum takdirde, dâimâ helva yemiş olurum!»”

AÇLIK VE AŞIRI TOKLUK

Açlık; kalbi yumuşatıp nurlandırırken, aşırı tokluk ise kalbe kasvet verir, gönlü karartır. Açlık, nefsin azgınlıklarına engel olup onun hakka ve hayra yönelmesini kolaylaştırırken, aşırı tokluk ise, mânevî hassâsiyetleri köreltir, rûhu daraltır, şuur ve idrâkin hikmet kanallarını tıkar.

Şeyh Şiblî Hazretleri de âdeta bu hakîkati teʼyid sadedinde;

“Ne zaman aç kaldıysam, kalbime hikmetten açılmış bir kapı buldum!” buyurmuştur.

KİM ÇOK YERSE ŞU ALTI ÇEŞİT BELA İLE KARŞILAŞIR

Ebû Süleyman Dârânî -rahmetullâhi aleyh- de şöyle buyurur:

“Her nesnenin pası vardır. Gönlün pası da çok yemektir. Kim çok yerse, şu altı çeşit belâ ile karşılaşır:

1) Kıldığı namazın tadını bulamaz.

2) Unutkan olur.

3) Şefkati az olur. Zira kendisi tok olduğu için başkalarını da tok zanneder.

4) Tâat ve ibadetlerde tembellik eder.

5) Şehveti gâlip olur.

6) Müslümanlar mescide gittiklerinde, o, helâya gider.”

Bu itibarla maddî-mânevî huzur için, nefsi aşırı doyurmaktan sakınmak îcâb eder. Nitekim günümüzde maddî imkânlar bakımından bolluk içinde yaşayan pek çok insan, bedenî ve rûhî rahatsızlık, huzursuzluk, tatminsizlik, memnuniyetsizlik, şükürsüzlük ve gaflet illetlerine müptelâ hâldedir. Bu illetlerin en mühim sebeplerinden biri de, nefisleri aşırı beslemektir. Bunun tedavisi; haram ve şüphelilerden sakınmakla birlikte, helâl nîmetleri de kifâyet miktarı kullanmaktır.

Kanaat ehli, sabırlı, nefsini dizginleyen bir kula, helâl dâiresi içindeki az bir rızık bile kâfî gelir, gönlüne huzur verir. Fakat açlık nedir bilmeyen obur bir kişi ise, hiçbir nîmetin kıymetini bilmez, en leziz gıdâlar bile ona tatsız gelmeye başlar. Bu sebeple varlıklı kimselerin de gönül huzuru ve rûhî muvâzeneleri için; fakir-fukarâyı koruyup gözetmeleri, mâtemlerin civarında bulunmaları, sefâlet manzaralarını görüp ibret almaları elzemdir. Aksi hâlde varlıklı insanlar, şefkat ve merhameti unutarak kasvet-i kalbe müptelâ olmaktan kurtulamazlar.

NEFİS MUHASEBESİ YAPIN

Müʼminlerin sahip olması gereken gönül hassasiyetine dâir, Şeyh Sâdî-i Şîrâzîʼnin ibretli bir hâtırası vardır:

Bir yıl Şam’da müthiş bir kıtlık olur. Halk, perişan bir hâldedir. Bu sırada yanına, zengin bir dostu çıkagelir. O dostu, kıtlıktan önce hayli güçlü-kuvvetli ve iri cüsseli olmasına rağmen, onu da zayıflamış, solgun bir hâlde görünce şaşırır. Ona niçin bu hâlde olduğunu sorar. Dostu ise bu suâle üzülüp hayretler içinde:

“–Dostum! Kederimin sebebini bilmiyorsan, bu ne gaflettir! Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki, felâket son raddeye vardı…” der.

Şeyh Sâdî:

“–Biliyorum! Fakat sen niye bu kadar üzülüp eriyorsun ki? Senin her şeyin var…” deyince, o kemâl ehli dost şöyle der:

“–Kendisi sahilde olup da din kardeşlerinin denizde boğulmakta olduğunu gören bir insanın kalbinde huzur olur mu? Benim şu benzim, Müslümanların dûçâr olduğu ıztıraplar sebebiyle sararıp soldu… Zavallı din kardeşlerimin muzdarip hâlini gördükçe, yediğim her lokma boğazıma diziliyor. Sanki zehir yutuyorum. Hemcinslerini sefâlette gören bir insan, gülistanda nasıl eğlenir? Biri ağladığında benim de gözüm nemlenir…”

Bizler de, bugün âdeta bir yangın yeri olan İslâm coğrafyasındaki mazlum Müslüman kardeşlerimiz için bu kalbî hassâsiyeti ne kadar gösterebildiğimize dâir, nefislerimizi derin derin muhâsebe etmek mecburiyetindeyiz. Zira bu husus, hepimiz için son derece mühim bir din kardeşliği mesʼûliyeti ve âhiret vebâlidir.

HAMD VE ŞÜKRÜMÜZÜN EN GÜZEL İFADESİ

Unutmayalım ki hiçbir gölgenin bulunmayacağı kıyâmet gününde Arş-ı Âlâ’nın gölgesi altında muhafaza edilecek yedi sınıftan biri de, birbirlerini Allah için seven din kardeşleri olacaktır.[1] Bu kardeşliğin hakkını verebilmek ise, bugünkü gibi zor zamanlarda yapılacak fedâkârlıklara bağlıdır. Dolayısıyla, mazlum, mağdur ve muzdarip din kardeşlerimiz için yapacağımız duâlar, infaklar ve fedâkârlıklar, -inşâallah- Rabbimize hamd ve şükrümüzün en güzel ifadesi olacaktır.

Dipnot: 

[1] Bkz. Buhârî, Rikāk, 24.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

AÇLIĞIN VE ORUÇ TUTMANIN 10 FAYDASI

Açlığın ve Oruç Tutmanın 10 Faydası

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.