Kalpleri Titreten Sözler

Hazret-i Mevlânâ şeytanın desîse ve aldatmalarına kanarak nefsine râm olup ibâdet ve muâmelâtını ziyân eden kişinin hâlini, ibretli bir hikâye ile anlatıyor.

“Şuayb -aleyhisselâm- zamanında bir kişi: «Allâh benim bir çok ayıbımı ve günahımı gördü. Bende bu kadar günah ve cürüm gördüğü hâlde, lutuf ve keremi ile kusuruma bakmadı.» diyordu.

Şuayb -aleyhisselâm-, Hak Teâlâ’nın vahyi ile o kişiye şu îkâz edici nasihatte bulundu:

«–Ben bu kadar günah ettim de, Allâh keremi ile beni so­rumlu tutmadı ve cezâlandırmadı, diyorsun. Ey aklı kıt adam, ey doğru yolu bırakıp çöllere düşen zavallı! Allâh senin kaç kere cezanı verdi de haberin yok. Baştan ayağa, tepeden tırnağa kadar gaflet içinde olduğun için basiretin kapanmış. Sen duygularının, nefsânî isteklerinin esiri olmuşsun da farkında değilsin.

Ey kararmış tencere misâli kişi! Kat kat isler ve paslar içindesin. Bunlar senin iç dünyanı karartmış. Senin gönlün kat kat paslarla örtülmüş ki, basîret gözün görmez olmuş, ilahî sırlara karşı perdelenmiş, kalbin a’mâ olmuş gitmiş.

HER ŞEY ZIDDI İLE DAHA AÇIK GÖRÜLÜR

Her şey zıddı ile daha açık görülür ve daha kolay idrak edilir. O kara is, kalaylı tencerenin beyazlığı üstünde, net bir şekilde kendini gösterir. Fakat dumanın tesiri ile tencere kararınca, onun üstündeki kara leke âdeta kaybolur ve onu kimse göremez? Aynı şekilde demirci zenci olursa, duman onun yüzünde bir iz bırakmaz. Fakat beyaz tenli birisi demircilik yaparsa, dumanın tesiri ile onun yüzü kararır.

Kalb sâfiyeti bozulmamış bir mü’min, günah işlediğinde onun tesirini çabucak anlar da ‘Aman yâ Rabbî!’ diye ağlayıp sızlanmaya başlar. Fakat günah işlemekte fütursuzca devam eden kişi, âdetâ kalb gözüne toprak doldurmuş olur; günahını görmez ve vicdan azâbını da hissetmez. Tevbe etmeyi hatırına bile getirmez. Günah, onun gönlüne tatlı bir mûsıkî gibi gelir. Farkında olmadan îmânını zâyî eder. O pişmanlık duygusu, o ‘Ya Rabbî!’ deyişi ondan gider; gönül aynasına kat kat pas çöker. Onun kararıp kaskatı olan kalbini, paslar yemeye koyulur.

Beyaz bir kağıt üzerine yazı yazarsan, o yazı, net olarak okunur. Lâkin yazılı bir kağıt üzerine tekrar yazarsan, yazdığın anlaşılmaz, birbirine karışır. Okunması güç­leşir ve yanlış okunabilir. Çünkü mürekkebin siyahlığı üst üste gelince, iki yazı da körleşir, mânâsı kalmaz. Eğer o kağıda üçüncü kere yazı yazarsan, onu kâfir kalbi gibi simsi­yah edersin.

Öyle ise her çaresizliğin çaresi olan Allâh’a sığınmaktan başka ne yapılabilir ki? O merhamet ve rahmet sâhibi olan Rabb’inizden hidâyet ilticâsında bulunun ki, devâsız dertten, yani kalbinizin kararmasından ve paslanmasından kurtulmuş olasınız!»

KALPLERİ TİTRETEN SÖZLER

Şuayb -aleyhisselâm-’ın ilâhî nefha taşıyan ve kalbleri titreten bu sözleri üzerine kendine gelen bu kişi, istiğfar etmek niyetiyle:

«–Benim idrâk edemediğim bu gü­nahlarıma karşılık, ilâhî cezâya mâruz kaldığımın alâmeti nedir?» diye sordu.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, Şuayb Peygamber’e şöyle vahyetti:

«Ben suçları, günahları örterim; sırları fâş etmem, fakat onun belâlara uğradığına dâir en bâriz alâmet şudur:

O kulluk vazifesini yapı­yor, oruç tutuyor, namaz kılıyor, zekat veriyor, daha başka hayır işleri de yapıyor, fakat hiç birinde, zerre kadar bile mânevî zevk bulamıyor.

İbâdeti şeklen uygun, kulluğu güzel, ama rûhaniyeti za’afa uğramış; kalbi ile bedeni bir âhenk içinde değil. Cevizler zâhiren sağlam görünüyor, ama içleri boş.

Îmânın ve ibâdetlerin bir lezzet hâline gelebilmesi için gönlün mâneviyât ve rûhâniyet kesbetmesi mecburidir. Çekirdeğin fidan vermesi için içli olması gerektir. İçi boş olan çekirdek hiç fidan verebilir mi? Cansız sûret, bir kalıptan ibaret değil midir.»

Şuayb -aleyhisselâm- o gâfil kişiyi, bu rûhânî nasihatlerle ikaz etti. Onun gönlünde, peygamberin rûhânî nefeslerinden ümit çiçekleri açtı. İstiğfar ederek kalbini Hakka yöneltmeye azmetti…”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.