Kalp Nasıl Dergâh Olur?

Her insanda bir yürek vardır. Ancak her yürek bir gönül müdür? Kalp nasıl dergâh olur? Dr. Adem Ergül, gönülleşen ve dergâhlaşan yürekleri yazdı.

Her insanda bir yürek vardır. Ancak her yürek bir gönül müdür? Gönül var… Gönül var… Biz bu yazıda dergâhlaşmış gönüllerden bahsedecek ve gönlü dergâh kılmanın yolunu âriflerin ifâde ve işaretlerinden anlamaya çalışacağız.

GÖNÜLLEŞEN VE DERGAHLAŞAN YÜREKLER

“Gönle girmek” ve orada bir yer bulmak, seyr u sülük eğitiminde önemli görülmüştür. Ancak bu gönül, sıradan bir gönül değil, âriflerin, kâmillerin ve salihlerin gönülleridir. Nitekim Mevlânâ, ârifin gönlü yanında sıradan insanların gönüllerini bedenlere benzetir.[1] Yine o der ki: “Sen; “bende de gönül var” diyorsun, diyorsun ama; gönül arşın üzerinde olur, halbuki sen, aşağılardasın, aşağılıklarda bulunmadasın. Kara balçıkta da su bulunduğunu herkes bilir. Fakat o su ile abdest alınmaz ki. Balçığın içinde su vardır; vardır ama o, balçığa yenilmiş, balçıkta kaybolmuştur. Sen de gönlüne; “Bu da gönüldür” diyemezsin. Çünkü senin gönlün kirli emellere, şehvete, hiddete, mevki hırsına, dünya isteklerine mağlup olmuş, onlar arasında kaybolup gitmiştir.

Göklerden de üstün olan gönül, peygamberlerin yahut âriflerin ve salihlerin gönülleridir. Onların gönülleri, çamurdan yani kirli isteklerden, günahlardan arınmış, temizlenmiş, saf bir hal almıştır. Manevi neşeleri arttıkça artmış, coşmuştur”.[2] Abdülkâdir Geylânî de “Mâsivâdan arınmış bir gönül, ma‘rifetullah tâliplerine Kâbe olur”[3] derken her kalbin Kâbe olma şerefine nâil olamayacağına işaret eder. Muhammed Es‘ad Erbilî ise (v. 1350/1931) bu hakikati şöyle beyan eder: “İnsan, bir mümin-i kâmil yani bir veliyy-i fâzıl olmadıkça kalbi Arşu’r-Rahmân olamaz”[4].

Böylesi gönülleri, Allah’ın yeryüzündeki manevî hazineleri ve esrâr-ı ilâhînin mahzeni gören sûfîler, vâsıl-ı ilallâh[5] olmak isteyen tâliplere bu nevi gönüllere girmeleri tavsiyesinde bulunmuşlardır. Bu sebeptendir ki sâlih kullara ve Allah dostlarına: “Bizi gönlünüzden çıkarmayınız; bize de gönül sarayınızda bir yer veriniz” niyazında bulunur ve orada yer bulmanın bereketini ve rahmetini umarlar. Hatta bazı sûfîler, Fecr Sûresi’nde nefs-i mutmainneye hitâben zikredilen “kullarımın içine gir” (el-Fecr 89/29) ifadesini, “Onların gönüllerine gir yani teveccühlerini ve rızalarını kazan” manasında tevil etmişlerdir.[6]

İbrâhim Hakkı Erzurûmî, Hakk’ın hususi rahmet tecellilerine mazhar olmuş ve böylece dergahlaşmış bir gönlün hususiyetini divanında şöyle ifade eder:

Âlem-i dilde Hakk’ın cennet ve bâğı vardır.

Cân-ı uşşâkın o gülşende durağı vardır.

Ehl-i dil dilde bulur ol gül ve gülzârı müdâm.

Mest olur hoş kokudan ol ki dimağı vardır.

Var iken dilde bu devlet, feleğe yok minnet.

Ârifin taşrada yok meyli, ferağı vardır.

Kalb ayağı ile bir ân içre cihânı devr et.

Başka seyyahtır ol, başka ayağı vardır.

Taşradan havf ve recâ eyleme Hakkı zira.

Şah-ı aşkın harem-i dilde otağı vardır.

(Gönül âleminde Hak Teâlâ’nın cenneti vardır. Âşıkların canının işte bu bahçede bir durağı vardır. Gönül ehli, gülü de gül bahçesini de daima gönülde bulur. Bu gül bahçesinin kokusunu hisseden akıl, bu hoş kokudan âdeta mest olur da kendinden geçer.  Gönülde bu devlet var iken göklere minnet etmeye değmez. Ârif başka şeylere meyletmez, hatta Hak’tan gayrı her şeyden kaçar. Kalb ayağı ile bir anda bütün cihânı dön dolaş, bu ayağa sahip olan seyyah, başka bir seyyahtır. Ey Hakkı! Hak’tan gayrı her şeye ne korku besle ne de ümit, zira aşkın pâdişahının gönül hareminde otağı vardır).

Gönlünü böylesi bir dergâh kılanın zahirî dergâh kurmasına, tâc ü hırka giymesine hâcet yoktur. Yûnus Emre’nin ifadesiyle

Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil.

Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.

Ancak bu kıvamda bir gönle sahip olmayanlar çoğunlukla şekle ve merasime büyük değer verirler. Halbuki her zaman olmasa da çoğu zaman dışın ma’mur oluşu, iç haraplığını kapatmaya yönelik bir çabadır. Kuşadalı İbrahim Halvetî -kuddise sirruh- bir halifesine yazdığı mektupta der ki:

Sûfîlik tâc ile abâ oldu.

Hayf kim ma’rifet hebâ oldu.

Gönüllerin dergâhlaşması, ancak arınması ve faziletlerle donanması ile mümkündür. “İman” ve “İslâm”ın ahkâmıyla gönül dergâhının sütunları dikilecek, duvarları örülecek ve “ihsan” şuuruyla da tezyinatı gerçekleşecektir. Hakk’a yönelişin (inâbe, evbe, tebettül) devamıyla da gönül sarayı nice ilâhî tecellilere ve sırlara âyine haline gelecektir. Böylesi gönüller, genişleyecek de genişleyecektir (şerh-i sadr). Artık bu gönüller “ne olursan ol yine gel” diyerek kapılarına tüm varlığa açabilecektir. Affedicidirler, vericidirler, ayıp örtücüdürler, muhabbet ve merhamet ehlidirler. Ülfet ve ünsiyetleri tüm varlıkla kaynaşacak kadar gelişmiştir. İsâr ve ikram edicilik, onların tabiat-ı asliyesi haline gelmiştir. Nefsî nefsî demekten kurtulmuş, herkesin derdine dermân olmanın himmetine soyunmuşlardır.

Bu gönül kıvamının oluşmasında, kulun mücâhede ve azmi ve elbette Rabbimizin de tevfik ve hidâyeti vardır. Gönüllerini Hakk’a bağlamış ve tüm varlıklarını Hak adına halkın hizmetine sunmuş böylesi erlerin, dört duvardan ibaret bir dergâha ihtiyaçları yoktur. Ancak bu kıvama erişmek, konuşmak ya da yazmak gibi kolay değildir. Kuvvetli imanın, sabır ve sebatın ve tam bir mücâhedenin eşlik ettiği sa'y u gayrete ihtiyaç vardır. Böylesi bir yöneliş, Hakk’ın tevfikıne vesile olacak ve nihayet kulun murâdı hâsıl olacaktır.

Şemseddin Sivasî’nin şu dörtlüğü konuyu güzel bir şekilde ifade eder:

Vâsıl olmaz kimse Hakk'a cümleden dûr olmadan.

Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan.

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk.

Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan.

(Mâsiva diye bilinen Allah dışındaki her şeyden kul kalben uzaklaşmadıkça, Hakk’ı gereği gibi tanıyamaz ve O’nunla olma bahtiyarlığına erişemez. Gönüldeki marifetullah hazinesi, kalp tam bir tasfiyeye tabi tutulup da ilâhî nurlarla nurlanmadan açılmaz ve keşfedilemez. Sen Hak’tan ve Hak için olandan gayri ne varsa kalbinde hiçbirine yer verme ki, senin kalbin de pâdişahlar padişahının sarayı olma yani O’nun tecellilerine mazhar olma kıvamına erişebilsin.)

Kalbin bu kıvamda gönülleşmesi, diğer bir ifadeyle dergahlaşmasında en mühim vesilelerden birinin “zikrullah” olduğunu da Aziz Mahmud Hüdayi -kuddise sirruh- da şöyle dile getirir:

Ref'olsa zulmânî hicâb.

Dilden giderdi ıztırâb..

Yap yap gönül kasrını yap.

Mi'mâr-ı zikrullâh ile.

(Günah ve masiyetlerden oluşan kalpteki perdeler bir kalksa; gönülde huzursuzluk, kararsızlık, şüphe ve tereddüt, gam ve keder diye bir şey kalmaz. Sen en iyisi gönül sarayını zikrullah mimarıyla güzelce yap da gönüller padişâhı senin gönlünü de tecellilerine konak, esrarına hazine kılsın.)

Rabbimizden niyazımız, içimize lütfettiği kalp cevherlerimizi, tecellileriyle dergahlaşacak gönüller kılmasıdır.

Dipnotlar:

[1]Mesnevî, II, 323, beyit: 839. [2]Mesnevî, III, s. 194, beyit, 2245-2249. [3]el­Fethu’r­Rabbânî, s. 101. [4]Mektûbât (haz. H. Kâmil Yılmaz-İrfan Gündüz), s. 198, 58. Mektup. [5]Vâsıl-ı ilallah olmak, Hakk’ı kalben tanımak (marifetullah) ve her şeyde O’nu görmek ve O’nunla olmaktır. [6]Tâhiru’l-Mevlevî, Şerh­i Mesnevî, IV, 1265.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 458

İslam ve İhsan

GÖNÜL YARASINA NASIL MERHEM OLUNUR?

Gönül Yarasına Nasıl Merhem Olunur?

GÖNÜL NEDEN ÖLÜR?

Gönül Neden Ölür?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.