Kader Meselesiyle İlgili Bazı Kavramlar

Tevekkül nedir? Tevekkül edene Allah her şeyi verir mi? Rızk nedir? Rızkı kim verir? Ecel nedir? Eceli Allah'tan başkası bilebilir mi?

TEVEKKÜL

Tevekkül sözlükte “güvenmek, dayanmak, işi başkasına havale etmek” anlamlarına gelir. Terim olarak ise “hedefe ulaşmak için gerekli olan maddi ve manevi sebeplerin hepsine başvurduktan sonra Allah’a dayanıp güvenmek ve işin sonrasını Allah’ın takdirine bırakmak” demektir. Meselâ bir çiftçi önce zamanında tarlasını sürüp ekine hazırlayacak, tohumunu atacak, sulayacak; mahsulünü zararlı bitkilerden arındırıp ilâcını atacak, gerekirse gübresini de verecek, ondan sonra iyi ürün vermesi için Allah’a güvenip sonucu O’ndan bekleyecektir. Bunların hiç birisini yapmadan “kader ne ise o olur” tarzında bir anlayış tembellikten başka bir şey değildir ve İslâm’ın tevekkül anlayışıyla bağdaşmaz.

Tevekkül, Müslümanların kader inancının bir sonucudur. Tevekkül eden bir kimse Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı bir kimsedir. Fakat kadere inanmak da tevekkül etmek de tembellik ve gevşeklik olmadığı gibi, çalışmaya ve ilerlemeye de mani değildir. Çünkü her Müslüman olayların ilahi düzenin ve kanunların çerçevesinde sebep sonuç ilişkisi içerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Yani tohum ekilmeden ürün elde edilmez, ilaç kullanmadan şifa bulunmaz, salih ameller işlenmedikçe de cennete girilmez. Ancak şu da bir gerçektir ki, her ekilen tohumun ürün vereceği, yine kullanılan her ilacın tedavi edeceği de kesin değildir, tüm bunlar Allah’ın iznine ve takdirine bağlıdır.

Öyleyse tevekkül, bizi hayra götürecek sebeplere sarılıp çalışmak, Allah’ın bizim yardımcımız olduğunu unutmamak ve işin sonucunu Allah’a bırakmak ve nihayetinde meydana gelen kazaya da rıza göstermektir.

Allah Teâlâ bir ayette:

“...Kararını verdiğin zaman, artık Allah’a dayan ve güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”[1] buyurmuş, mü’minlerin bir başka varlığa değil, yalnızca kendisine güvenmelerini emretmiş, bir başka ayette de tevekkül edene kendisinin yeteceğini bildirmiştir.[2] Peygamber de devesini salarak tevekkül ettiğini söyleyen bedeviye Önce deveni bağla, Allah’a öyle tevekkül et.”[3] buyurarak, onu Allah’a tevekkül etmeden önce tedbirini alması için uyarmıştır.

RIZK

Sözlükte “azık, yenilen, içilen ve faydalanılan şey” anlamına gelen rızık terim olarak “Yüce Allah’ın canlılara, yiyip içmek ve yararlanmak için verdiği her şey” diye tanımlanır. Bu tanıma göre rızk, helal olan şeyleri kapsadığı gibi, haram olanları da kapsamaktadır.

Ehl-i sünnetin rızık konusunda anlayışı şudur:

  1. Yegâne rızık veren Allah Teâlâ’dır. Kur’an-ı Kerim’de:

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkının karşılanması Allah’a aittir”[4] buyrularak, tüm canlıların rızkını verenin Allah olduğu bildirilmiş, bir başka ayette de, O’nun, dilediğine bol rızık verip, dilediğinin rızkını ise daralttığı ifade edilmiştir.[5]

Rezzâk, Allah’ın güzel isimlerindendir.

  1. Rızkı yaratan ve veren Allah Teâlâ’dır. Kul, Allah’ın kâinatta geçerli tabii kanunlarını gözeterek, çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak için tercihte bulunur. Allah da onun bu tercih ve çabasına göre rızkını yaratır. Rızkı kazanmak için gerekli girişimde bulunmak kuldan, rızkı yaratmak ise Allah’tandır.
  2. Haram olan bir şey, onu kazanan kul için rızık sayılır. Fakat Allah rızkın haram yoldan kazanılmasına razı olmaz; ancak kul böyle bir yola başvurursa Allah netice ve vasıtaları yaratır, kulun isteğiyle onu bu haram yoldan rızıklandırır. Bir ayette

“Artık Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin...”[6] buyrularak, helâl yenilmesi emredilmiş, haram yasaklanmıştır.

  1. Herkes kendi rızkını yer. Bir kimse başkasının rızkını yiyemeyeceği gibi, başka biri de onun rızkını yiyemez.

Mutezile ise haramı rızıktan saymamıştır. Çünkü onlar rızkı “kişinin mülkiyeti altında bulundurup, meşru ve helâl yoldan yediği şey veya kendisinden yararlanılması yasaklanmamış olan şey” diye tarif ederler. Rızkın bu şekilde tanımlanması Ehl-i sünnete göre, hayvanların ve ömrü boyunca haram yiyen kimselerin Allah tarafından rızıklandırılmamış olmaları gibi bir yanlış sonucun kabul edilmesi demektir. Mutezile’nin bu konudaki görüşünün gerekçesi şudur: Rızık mutlaka Allah’a nispet edilir. Çünkü O’ndan başka rızık veren yoktur. Kul, haram yemekten ötürü kötülenmeye ve cezaya hak kazandığına göre haram olan şeylerin rızık sayılması hâlinde, Allah’a şer bir fiil nispet edilmiş olur. Hâlbuki Ehl-i Sünnete göre, şerri yaratmak kötü değil, onu kazanmak, onu elde edebilmek için çaba harcamak kötüdür. Kulun haram rızık yediği için cezayı hak etmesinin sebebi, haramı tercih ederek, cüzi iradesini harama yöneltmesi ve neticede haramı kazanmasıdır.

ECEL

Sözlükte ”önceden tespit edilmiş zaman ve süre” anlamına gelen ecel terim olarak “insanlar ve diğer canlılar için belirlenmiş hayat süresini ve bu sürenin sonunu yani ölümü” ifade eder.

 Ehl-i sünnet âlimlerine göre, her ferdin ve toplumun bir eceli vardır. Ecel tek olup, Allah’ın takdiriyledir. İnsanları dirilten, rızıklandıran ve öldüren Yüce Allah olduğundan, eceli belirleyen de O’dur.

“Aranızda ölümü takdir eden biziz...”[7]

Kur’an ayetlerinden anlaşıldığına göre, ecel ne vaktinden önce gelebilir ne de geciktirilebilir:

“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler.”[8]

“Allah eceli geldiğinde hiç kimseyi ertelemez...”[9]

Ecel, hiçbir sebeple değişmez. Bazı ibadet ve güzel davranışların, ömrü artıracağına dair hadisler[10], Ehl-i sünnet âlimlerine göre, insanları hayırlı ve güzel işlere teşvik etmeyi amaçlayan hadisler olup, genellikle şu anlamlarda yorumlanmışlardır:

  1. Ömrün artmasından maksat, elem ve kederden uzak, mutluluk içinde ve sağlıklı olarak yaşamaktır.
  2. Yüce Allah, bu gibi kimselerin iyilik yapacağını bildiği için, ezelî anlamda onların ömrünü buna göre fazla belirlemiştir.
  3. Ömrün ziyadeliği ömrün bereketiyle ve sahibinin hayırlı işlere muvaffak kılınmasıyla olur.

Herhangi bir müdahale olmaksızın tabiî biçimde ölen kişinin, eceliyle öldüğü konusunda mezhepler fikir birliği içindedirler. Ancak öldürülerek, hayatını kaybeden kişinin eceli ile öldüğü düşüncesine, Mutezile kelâmcıları katılmamaktadır. Ehl-i sünnet âlimleri, öldürülen şahsın da bütün insanlar gibi eceliyle öldüğü görüşündedirler. Çünkü ecel, hayatın son bulduğu andır. Şayet maktul öldürülmemiş olsaydı, o anda tabiî veya bir başka biçimde ölecekti yahut da ölmeyecekti. Bu hususu belirleyen ilâhî iradedir. Şu hâlde katil o kişiyi öldürmekle, onun ecelini öne almış değildir. Katilin cezayı hak etmesinin sebebi de, Allah’ın “... kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın. İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.”[11] buyurarak yasakladığı bir şeyi işlemesidir. Ayrıca kul olarak kendisine verilen gücü kullanma hususunda dinin haram kıldığı bir işi isteme ve yapma yönünde seçimini yapmış olmasıdır. Onun bu seçimi üzerine de sünnetullah diye ifade edilen Allah’ın tabiat üzerine koyduğu kanunlara göre, Allah ölüm denen sonucu yaratmış olmaktadır. Allah’ın bu durumu ezelî ilmiyle biliyor olması, kulun iradesinin, elinden alınmış olması anlamına gelmez.

Dipnotlar:

[1] Âli İmrân sûresi, 159. ayet  [2] Âli İmrân sûresi, 122, 160; Mâide sûresi, 11; Tevbe sûresi, 51; İbrahim sûresi, 11; Teğabün sûresi, 13; Talak sûresi,  3. ayet [3] Tirmizî, Kıyamet, 60.

[4] Hûd sûresi, 6. ayet [5] Şûra sûresi, 12. ayet [6] Nahl sûresi, 114. ayet

[7] Vâkıa sûresi, 60. ayet [8] A’râf sûresi, 34; Yûnus sûresi, 49. ayetler

[9] Münâfikûn sûresi,11. ayet [10] Bkz. Suyûtî, el – Câmiu’s – sağîr, 11/44.

[11] En’âm sûresi, 151. ayet

İslam ve İhsan

AHİRETE İNANMAK İMANIN ŞARTLARINDANDIR

Ahirete İnanmak İmanın Şartlarındandır

İRADE NEDİR?

İrade Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.