İslam’ın Tebliğinde Cihadın Rolü Nedir?

Dinde zorlama olmadığına göre, İslâm’ın tebliğinde cihâdın rolü nedir?

İslam’ın yayılışı ve geniş kitlelere ulaşması noktasında akla şu suâl gelebilir:

“Dinde zorlama olmadığına göre, İslâm’ın tebliğinde cihâdın rolü nedir?”

İSLAM’IN TEBLİĞİNDE CİHADIN ROLÜ

İslâm’ın tebliğine başlandığı devirde, “din hürriyeti” diye bir telâkkî mevcut değildi. Nitekim yukarıda ifade edildiği üzere, Peygamber Efendimiz’e ve ashâb-ı kirâma, sırf Müslüman oldukları için ağır işkence ve baskılar yapıldı. Müslümanlar güçlenip İslâm düşmanlarına karşı kendilerini müdâfaa edebilecek hâle gelinceye kadar, bu baskılar şiddetini artırarak devam etti.

Cihâdın, İslâm’ı tebliğe mânî olan engelleri kaldırdığının en bâriz misâli, Asr-ı Saâdet’tir. Nübüvvetin 13 sene süren Mekke döneminde Müslüman olanların sayısı son derece mahduttur. Çünkü alay, hakâret, işkence, tehdit ve boykot gibi ağır baskılar uygulanmıştır. Fakat Hudeybiye Musâlahası’ndan ve Mekke Fethi’nden sonra insanların geniş kitleler hâlinde İslâm’a girdiklerini görüyoruz.

Demek ki o zamana kadar Mekke’deki müşrik idarenin tehdidi sebebiyle Müslüman olamayan veya îmânını gizleyen büyük topluluklar, İslâm’ın güç ve kuvvet bulması sayesinde Müslümanlıklarını îlan edebildiler. İşte cihâdın tebliğdeki rolü bundan ibarettir.

Necip Fazıl bu hususu şöyle izah eder:

“İslâm düşmanlarının anlayamadıkları ve anlayamayacakları şudur ki bir operatörün elindeki neşter gibi, İslâm ordusunun kılıcı, yalnız merhametin, âzamî lûtuf ve ihsânın âletidir. Zira, ameliyat olmamak için tepinen bir ölüm hastasından farksız olanları, istedikleri kadar tepinsinler ve çatlasınlar, kurtaracak, hem de zorla kurtaracaktır.

İslâm’ın gönül ve îman tarafında zora yer yoktur ve dinde ikrah olmadığı, Allâh’ın emridir. Fakat son safhada işi gönlün nihâî hükmüne bırakan İslâm, ilk safhada, gönlü karartan bütün pasları kaldırıcı ve onu bütün menfî tesirler dışında kendi kararıyla baş başa bırakıcı maddî tedbirleri bilfiil almakla mükelleftir.

Ameliyattan sonra saâdete kavuşan hastanın doktora minnettarlığını düşünelim!..

İslâm’ın kılıcı bizzat merhamettir. Hristiyanlıktaki sun’î merhamet edebiyatı değil.”[1]

Cihatta haddi aşarak, kılıcı haksız bir saldırı maksadıyla ölçüsüz ve nizamsız kullananlara Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem bizzat karşı çıkmıştır.

Bi’r-i Maûne Fâciası’nda 70 İslâm mualliminin katledilmesi ve daha başka katliam ve suikastlerin yaşanması üzerine Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem kabîlelere gönderdiği muallim heyetlerine, onları muhafaza için bir miktar asker vermekteydi. Bu askerlere de muallimlerin hayatlarını koruma zarureti hâsıl olmadıkça silahlarını kesinlikle kullanmamalarını tembih etmekteydi.

Fakat bu muhafızlardan Hâlid bin Velid, Benî Cezîme Kabîlesi’nde, tembih edilen bu ölçünün dışında kılıcını kullandı. Bundan haberdar olan Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, büyük bir üzüntüyle kıbleye dönerek:

“–Yâ Rabbi! Hâlid’in bu yaptığından berîyim; aslâ râzı değilim!” cümlesini üç defa tekrar etti.

Ardından, hâdisenin yaşandığı yere Hazret-i Ali’yi büyük bir meblağ ile göndererek, yalnız insanların değil, hayvanların, hattâ köpeklerin bile diyetini ödedi. Ganimet olarak alınmış veya zarar verilmiş bütün malları tazmin etti. Hayvanların su içtiği yalakları dahî tamir ettirdi.[2]

Müslim bin Hâris radıyallâhu anh anlatır:

“Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem bizi bir seriyye ile gazveye göndermişti. Ancak ben gazve mahalline yaklaşınca atımı hızlandırıp arkadaşlarımı geçtim ve bizimle karşılaşacak olan köy halkının hidâyetlerine vesîle oldum. Böylece muhârebe olmadı. Ancak bazı arkadaşlarım bu davranışım sebebiyle beni:

«–Bizi ganimetten mahrum ettin!» diyerek ayıpladılar ve Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in yanına dönünce, yaptığımı O’na haber verdiler. Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem beni yanına çağırttı ve bu davranışımdan dolayı takdir ederek şöyle buyurdu:

«–Bilesin ki Allah senin için o kurtardığın insanlardan her birisi sebebiyle şu kadar sevap yazmıştır.»

Sonra Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem bana:

«–Seni benden sonra gelecek mü’minlerin idarecilerine tavsiye eden bir mektup yazdırayım!» dedi ve yazdırıp üzerini de mühürleyerek bana verdi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 110; İbn-i Sa‘d, Tabakāt, VII, 419-420)

Dipnotlar:

[1] N. F. Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, sf. 133, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1998.

[2] Bkz. Buhârî, Meğâzî, 58, Ahkâm, 35; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât, 16; İbn-i Hişâm, IV, 53-57; Vâkıdî, III, 875-884.

İslam ve İhsan

İSLAM, KILIÇ ZORUYLA MI YAYILDI?

İslam, Kılıç Zoruyla mı Yayıldı?

TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

Türkler Nasıl Müslüman Oldu?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.